Fikir Özgürlüğü 02 Şiiri - Bayram Kaya

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Fikir Özgürlüğü 02

Ya da toplumsal gelişmeler, maddi (teknik) , manevi (yapabilirlik ve bilgi) şartları sağlamışsa, o alanda bireylerine, fikir özgürlüğünü de sağlarlar. Yani fikir özgürlüğü, nesnel ilişkisel temellidir. Zorunlu olan yaşamsal üretime değin, tartışılabilir, seçenekler geliştirmektir.

Geliştirilen üretime ilişkin düşünmeler sizin soyut manevi algı düşünme gelişmelerinizin de temeli olacaktır. Hiçbir soyut inanç yoktur ki, nesnel temelli, ilişkilerin üzerinden duygu ve gelişme yapmamış olsun. Köleci ilişkileniş düzen ve kültürü ile günümüzdeki ilişkileniş düzenine bakamazsınız.

Böyle bir bakışı da biz, fikir ve ifade özgürlüğü diye söylersek, bu ıvır zıvırsa söylem yapmak olur. Sapla samanı karıştırıp, hayalle gerçeği seçememek, ayırmamak olur. Bu tür tarihi oluşmanın gelişmesinden, maddi manevi süreçli anlama dayanağından yoksunsanız; üreteceğiniz düşünme ve anlatımlar, bir hayal olacaktır. Ve asla fikir özgürlüğü ve fikri açıklama anlatımı olmayan, saçmalık olacaktır. Saçma ne kadar fikir özgürlüğü ise, bu söyleminizde, o kadar fikir özgürlüğü olacaktır.

Düşünce üretememe özgürlüğünün ve açıklayıcı düşünce üretememenin bir örneği de sistemin kendisidir. Öyle bir an gelir ki avara kasnak gibi, sistem olayları üzerine sarar. Sistemler ne kadar gelişirse gelişsin, ne kadar büyürse büyüsün, bir devrimle, ya da bir evrimle aşılamaz, yeni ilişkilenişle, yeni yapıya dönüşemez ise, o sistem eninde sonunda tıkanır. Krize girer.

İşte tamda bu noktada, kapitalizm haniden beridir, sistemini kurum ve kurallarıyla dayattığı paylaşım koşullara sistemi ilişkileyemediği için, dönüşemiyor. Sistem güncel yapılarla kendini dönüştürmeyip, kar hırsı ile yayılıp, tekleşme egemenliği içindedir. Sadece teknolojik dönüşme güncel olmaya yetmiyor. Paylaşım ilişkilerinizde güncel olması gerekmektedir.

Kar hırsı nedeni ile üretenleriyle beraber aşamalaştırılamayan sistem ilişkileri sürekli krizlere, buhranlara giriyordu. Yani sistem üretimi gelişiyordu, büyüyordu. Ama sistemi taşıyacak olan diğer dinamikler paylaşım, tüketim ve üretim ilişkilenişleri, buna uygun reorganize olamadığından, hantal, çevrimli olmayan büyüme, ilişkilerin kopması ile krize ve parçalanmaya dönüşüyordu.

Bu gayet doğaldı. Fiziki kütle belli bir büyüklüğe geldi mi eski düzen ilişkilerini taşıyamaz olur, parçalanır (krize girer) . Bu halde fiziki kütle, kendi konumlamasını yapamadığı zaman, mevcut ilişki bağları kopup, kırılıyordu. Mevcut kütle de mekanik olarak dağılıp savruluyordu.

Bu hal tıpkı bir kartopunun yuvarlana yuvarlana büyüyüp, birden parçalanması gibidir. Parçalanan yapıda fikir özgürlüğünüzde kopar. Fikir üretemezsiniz, çünkü düzen ilişkileri bozulmuştur. Artık sadece her kafadan bir ses çıkar. Sistemin insan öğesi yıkıcılaşıp saldırgan eğilimler taşır. Artık onu dizginleyecek bir aidiyetlik şey yoktur. Ta ki yeni denge koşulları ortaya çıkana değin sürer. Ta ki, Sistemin içinde çekim oluşma noktaları pek çok olan, ama belli ve kararlı bir nokta ekseni çevresinde, istatistikî devinip, eksenleşip davranana dek bu hal sürer.

Geçmişte sistemler, hep kendisini en azından, devrimlerle aşmıştır. Site devletleri diğer tarafın karşı yağma ve çapulunu, yakma, yıkma gibi ani tavırlı saldırı düşmanlıklarını, aşılması gereken bir ilişki olarak görüyordu. Yine toplumsal girişim, birleşen güç birliklerini ön görüyordu. Bu tür zorunluluklar bir tartışma ve fikir ifade edip eyleme koymayı zorunlu kılıyordu.

Klan aidiyetten aktarma aldığı kardeşleşme ve kan kardeşliği olgusunu yeni sorunsalın ittifakı içine katıp giriştirdi. Ve bu türden girişimlerini, iç evlilikleri yasaklayarak, karşı şehre kızlarını gelin verme fikri ifadeleri, eyleme koydular. Karşılıklı karşı şehrin kızları ile evlendiler. Düşüne soyut alandan somut alana geçti.

Her fikri ifade etme ve dönüşme yeni karışık kaos ortam yaratır. Böylece kardeşleşme ilişkisiyle girişme doğmuş. Ama bu girişmelerdeki ön görülmeyen sorunlar, yeni mevcut toplumsal yapıyı alt üst etmişti. Örneğin miras paylaşım ilişkileri sil baştan olmuş, çocukların velayet paylaşımları hayli sorun olmuş. Hep yeni ilişki gerekmiş eş deyişle hep yeni fikir ifade özgürlüğü de gerekmiştir.

İttifak eden toplumların, gelenek görenek, totem kutsallıklarının yeni terslenmelerle çatışması gibi, bir yığın meselelere karşılaştılar. Yine ittifakı topluluğun üretimi ve üretim ilişkisi ve ürünlerin paylaşılması üretim araçlarını yeniden paylaşan iş paylaşımı gibi yeni bir yapılanış ve ilişki ittifakları düzenine giriştirler. İki toplumda, biraz olsun barış ve esenlik içindedirler. Ama iki başlı bir yönetimle baş başa tanış olmuşturlar. Güçler birleşmiş, verimlilikte artmıştır. Bunlar yaşanma zorunda kalınmasa idi, bunların öznel düşünülmesi ve düşüncelerin açık tartışılmaları ve ifadesel söylemleri hiç olmayacaktı.

Bu ilişkileniş, süreç içinde, çatışa alışa, diğer şehir devletlerini de içine alan bir yayılma yaptı. Yüzyıllar içinde, kabaca ulus devletlere doğru evirilip gelişmiş. Üretim e ilişkilenmesi, bir arada yaşama devamlı yeni yapı, yeni ittifaklara ve ittifakı düzenleme düşüncesine toplumları zorlamıştır. Köle emeğinin iyice yoğunlaştığı alanlardaki gelişmeler ulus devletleri dönüştürdü. Artık ulus devletler farklı ilişki içindeki bir yapıya, imparatorluk aşamasına doğru evcildi. İlk köleci yapılarda; Mısır, Roma gibi imparatorlukları belirlemiştir. Bu yapılar, yeniydi. Aşırı sömürü içinde köle emeğine dayalı ve talan ve yağmalarla (ganimetlerle) destekli, düzenlemelerle vücut bulmuştur.

Yeni ilişkilenişler içindeki insanlarda, eski alışmaların, gelenek ve göreneklerin, bilinir tutumlaşır olma bellek yansımaları vardı. Bu yansıma kolaycı ve güvende oluşun algısıydı. Şimdiye karşı bir tutucu olma, yeniye karşı direnme, çatışma olarak değerlendiriliyordu. Halk eski hallerini sembolize ederek ritüelleştirip, törensel sembollerle ve seremonisel bayramlara dönüştürüyorlardı.

Süreç içindeki değişmelerle, ritüellerin eski anlamını formüle ettiler. Ancak kuşaklar sonra, ritlerin bu değişen anlam ilişkileri, çoktan ortada kalkmıştı. Artık ritler kişilere, murakabe imleci olarak, ahlak koyucularca, ihsas edildiler. Şimdiki halde garip görünen tutumlar yeni anlatımlarla düzenliyordu. Fikirler bu temel alanlarla beliriyordu.

M.S 390'lı yıllara gelindiğinde, feodalizm Roma lâtifundialarını yerle bir etmiştir. İ.Ö 73 yılında sert ve toplu isyanlara dönen köle bilinçli kalkışmaları, ancak sonuç vermişti. Feodalist üretim ilişkilerine göre düzenlediğine, aşına olduğumuz, Selçuklu ve İslam devleti gibi büyük imparatorluklar yeni ilişkileniş düzenlemeleri ile tarihte yerlerini almışlardır.

Özelliklede Avrupa'da, kapitalizme dönüşen yapı ile gelişen yeni ilişkiler ve ilişkilenişler Osmanlı imparatorluğu ve Avusturya Macaristan imparatorluğu gibi, Avrupai imparatorluklarının başının belası idi. Kapitalizm, Rusya gibi son imparatorlukların, kaderlerini ve sonunu kaçınılmaz yapıyordu daha 20. yüzyılın başlarında.

İşte tüm mesele tamda burada idi. Kapitalizm, şimdilerde kendi üzerine sarıyor. Gelişmiş yapının, sıcak para tabir edilen, finans sektörünün, eritilmesi gerekiyordu. Ana emperyal güç, kendi iç çevrimi için, bu buhranını, Dünya'ya ihraç etmeliydi. Dünya'nın çeşitli yerlerinde lokal savaşlarla, ayrılıkçı terörist çatışmalarla kendi ekmek teknesini döndürüyordu.

Dünya kaynaklarına el koyuyor, Dünya'nın mevcut sermayesini kriz bahanesi ile iç ediyordu. Doymak bilmez bir canavar gibi, Dünya'nın mevcut zenginliklerini hovardaca, sorumsuzca, öğütüyordu.

Tüm dünya krizde ve ülkelerin ana sektörleri zararda iken, emperyal devlet şirketleri kar açıklıyordu, Özelliklede savaş sanayi sektörleri.

Gittikçe yoksullaşan, dünya toplumları aleyhine de olsa, kirlenen ve tükenen tatlı su kaynakları ve çevre tahribatlarına rağmen, Kendisini bir müddet daha amorti ediyordu.

İştah büyümeyi, büyüme de iştahı kabartıyordu. Daha bir iyice azgın vahşileşiyordu. 3. bir Dünya savaşı kaçınılmazlaşmaktadır. Yıldız falına ve kehanete gerek yoktur. Kader (ilişkisel zorunluluk) ağlarını örmüştür. Nüfusun çoğalması da Dünya'nın başına bela olmuştu. Yaşamın nasıl zorunlu ve bağımlı bir çevreyle ilgili ilişki biçimi olduğunu, âdemoğlu tek kendisini yaşatmakla olamayacağını anlaşılmıştı.

Fikir ve fikri anlatma böylesine girişen ve tarihi ve yer zaman bağıtlı olabilmektedir. Böylesine bağıntıyı bilmezler, kendisini tartmalıdırlar.

Artık yeni düşünce özgürlükleri ve düşünceyi açıklama, bu eksende yapılaşacaktı. Bize teğet geçti, bize dokunmaz, demek süreci hiç bilmemek, yeni yapılaşmayı kavrayamayıp tamamen bihaber olmak demektir. Bu krizin, bir egemenlik çıkarcısı ve bunu kendi yararına dönüştürmek isteyen bir pragmatisti vardır.

Böyle iken, biz en azla atlatırız, krizi yarara çevirelim demeler, krize uzaktan bakıp, krizi doğaüstü bir bilinmez bir güç tetiklemiş gibi algılayış ve algılatıştır yanıltmasıdır. Durumun egemen maddi manevi koşullarını oluşturamamanın, konjonktürü şaşırmalarıdır. Bunu da, hastaya öleceği, söylenmez diye komiklikle açıklamak, akıl alır bir yaklaşım olmasa gerek. Sizin davranmanızı boğan bir yaklaşım.

Oysa dayatılan, yeniden paylaşım ve üretim araçlarının düzenleniş ve üretiş ilişkilenmesi olacaktı. Artık binlerin çalıştığı üretim alanları şimdi 50 kişi ile yapılıyordu. 950 kişi atıl kalıp üretimden pay talep ediyordu. Ki, kişi hem yaşamını sürdürsün, hem alım gücü olan bir tüketici olsundu. Buna artan ve tümden işsiz nüfusta ekleniyordu.

Teşebbüsçüde hiç dağıtmadan, karını katlamak, yeni yatırımlara yöneltmek istiyordu. Karşıtlıklar buluşturulamıyordu. Ki sistem kendi içinde dönüşüp, işleyişini sağlasındır. Ne 950 kişiye pay veriliyordu. Nede sistemin ürettiği mallar alıcı bulabiliyordu. Yani sistem kapalı dolaşımını yapamıyordu. Nüfus patlıyor ekmek istiyordu. Mal sirkülasyonu yoktu. Bu da, bunalımdı basitçe...

Oysa düşünce ifade etmek demek; tartışılır olmak, sorgulamak, sorgulanmak, eleştirel olmak, eleştiriye açık olmak, düşünce üretip, bunu pratiğe koyan uygulamalar yapmaktır. Yani ayağını, konjoktürsel yere basar, olmaktır.

Bunu yapamayan toplumlar sürekli inançları fikir özgürlüğü ve insan hakkı diye tartışırlar. Asıl insan hakkını gözlerden gizleyip, gerçek ve yaşamsal fikri oluşumlarını süründürüp, engellerler. Evet, insanlar düşüncelerini rahatlıkla açıklayabilmeli idi.

Ama ne kadar rahat?

Aforizmalar: Eyleme geçmediği sürece, her tür düşünceyi açıklayabilmeli idiler. Tabiidir ki bu, birini dövmek ya da öldürmek isteyişinizi, fikir özgürlüğü sayan, kof mantığın eseridir. Böylelikle de, fikir aktarımınızı geri düzlemsel, kişisel bir patolojik hırs ve tamah, duygu nevrozlarına indirgenmiştir.

Terörü terörizmi ve suçu ve ayrılıkçılığı övmemeli.
Yasaların izin verdiği konuları övüp açıklamalı
Düşüncenize katılmıyorum, ama düşünceni anlatabilmen için, canımı bile veririm.
Anlatım özgürlüğü, hakaret ve küfür içermemelidir.
...
Düşünce açıklamada, düşünceniz aklın kontrolünde çıkınca fikir özgürlüğü gibi sanılan ıvır zıvır, her kafadan bir ses, her ağzı olan konuşuyor olmaktadır.

Soyut olarak hiçbir cümlenin anlamı yoktur. Cümleleriniz ilişki biçiminize göre anlam kazanır. Yine bu ilişkinin sekans uygulamalarına göre doğru ya da yanlış veya hukuki ya da hukuki değildir, diyeceğimiz biçimi alır.

Toplumlar aidiyet ittifakları, karşılıklı olarak düzgün işlemediği zaman, hak arayışlarda toplum ve devlet bir güç, bir şiddet uygular olmaktadır. Böyle haksız ve ceberut ilişkilenmelere, karşı tarafta şiddet uygulayabilmektedir. Sizin nesnel ilişkilenmeye, cevabi tavrınız, nasıl oluyorsa, karşı etkisine bir ifade olaraktan ve zorunlu olaraktan aynı olmaktadır. Bu nedenle üstteki aforizmalar muallâkta kalan ifadeler olmaktan öte gitmezler.

Başı örtmekte, hem bir özgürlük olmakta, hem de öyle düşünüldüğü için fikir özgürlüğü öyle açıklayıp, öyle davranışta bulunuş, olup çıkıyordu! Yani başı örtmek, hem düşünce özgürlüğü idi, hem düşünceyi davranışla sürekli açıklama, anlatma özgürlüğü idi!

Bir parfüm, bir kolonya, bir soğan, belli sınırlı alana kadar yayılıp, bir noktadan öte difüzyon edemiyordu. Yani kolonyanın koku alanının yayılıp duyulduğu uzamlar, kolonyanın uzayla girdiği ilişki alanınca, sınırlı ve kesikli kalıyordu. Tekdüze bir sürme ve hepleşme yoktu.

Ali benim kardeşimdir, dendiğinde; M.Ö 3800'lerden, M.Ö 1000 yılına değin bunun somut ifadesi ve anlamı bambaşka idi. Kardeş kelimesinin anlamı; yer, zaman ilişkinlikle, toplumsal kurum ve kurallaşma ilişkisi anlamı içerirdi. Kesikli, tekdüze olmayan, sürekli anlamı değişen, bir kavramlaşma idi.

Bugünkü kardeş anlamından çok farklı ve bugünkü anlamı ile ilişkisizdi. O günlerin kardeşliği komün aile ilişkisi içinde, aynı totem ata üyeliği idi. Ana belli ise de baba bellisizdi. Nesep yoktu. Bir ortak totem atadan gelme kan bağına dayalı, sosyal totem kardeşleşmesi idi. Daha sonra iki karşı toplum üyeleri ittifakla bir birinin kardeşi oldu. Yani A şehrindeki tüm bireyler B şehrindeki tüm kişilerinde kardeşi idi. Hem de totem ata kardeşliğini yıkan bir kardeşlikti.

Aynı ata totemden kardeşlik bir iç evliliğin hukukiliği idi. Şimdi aynı ata soy kardeşliği evlilik yasağının nedeni olmuş. Anlam ve anlatışlar, anlayışlar nesnel ilişkilerden ötürü değişmişti. Karşı ata soy grup ittifak kardeşleşmesi evliliklerin meşruiyeti olmuştu. Ya da aynı kadından veya aynı ata soy klan etnik kadınlarından süt emmek de bir kan yolu ile kardeşleşme sayılmıştır. Kimi topluluklarda bu sütkardeşliği evlilik meşruiyeti sağlardı, Kimi ittifak toplumlarında da, evlilik yasağı hukukileşme kurumsallığını sağlardı. Ana, baba gibi biyolojik kardeşlikler asla söz konusu bile değildi. Bilinmiyordu da.

Bunun gibi kirve ilişkisi ile ve sütkardeşliği gibi biyolojik ve doğuran doğurtan ilişkisi olmayan kardeşlikler vs. kurumsal ve kuralsaldı. Bunlar toplumların her bir dönemde yeni ilişkileniş biçimine göre yapılaştıkları yaşam bağ ilişkisi idi. Yani kardeşleşme aynı ana baba çocuğu olmayı gerektirmiyordu. Baba kızı ile ana oğlu ile meşru olarak cinsel ilişki kurup evleniyordu. Şunu unutmayın, o günün anlayışında doğurtan baba değildir. Doğuranda ana değildir.

Siz bu günkü akraba ilişkileri ile olaya bakar ve o günkü ilişkilenme tarzını yorumlarsanız, yaya kalırsınız. Bugünkü ahlakımız, o günkü anlayışların evirilen biçimlenmesi ile oluşmuş ve meşru halini almıştır. Bugün, kardeşin tanımı biyolojiktir. Bu kavramlar, yani zamanla ilişkisel tutumlardan dolayı değişen, anlamı kayan kavramlar, yer zaman tanımlı ve anlatımlı olmakla, sizin düşünce ifade etme özgürlüğünüzü çok değiştirecektir.

O günlerin sözcük kavramları o günlerin ilişkilenişini ifade eder, yaşayan anlatımlarıdır, inanç tanımları, bu gününü açıklamayan, ama yapının geçen temelinde olan, geliştirici dinamiklerdir. Fakat bu güne taşınmaları fikir olmaktan öte yıkıcılaşabilmektedir.

Çünkü günümüzde insanlık, eski düzenin üretim ve paylaşım düzen ve düşünme ittifakı içinde değildir. Söz gelimi, sigorta kavramı, eskinin üretim paylaşım ilişkilenişine göre; olmayan ve asla olamayacak olandır. Şimdiki üretim düzeninin de gereğidir. Sigorta ve sosyal adalet ilişkilenmesi ve yapılaşması, bu üretim ilişkisiyle kendi düzenini ortaya koymuştur. Şimdi eski bir ilişkileniş olan sosyal statüyü ve değişik alanların, zaman zemin değişmesi ile gelişen, değişen anlam içermelerini örnekleyelim.

Örneğin Abraham (İbrahim) karısı Sara için: “”Bu benim kardeşimdir”” diyordu. Bir insan karısına, bugünkü gözlükle nasıl kardeşim diyebilirdi? Bu hal çok doğruydu da. Bu ne bir sapıklıktı, ne ilkelliktir. Gerçekçi, günümüze gelen değişmelerin kendisine yol açan o günkü ilişkileniş biçimidir. Evirilişin bir adımını atan toplumlar arası ilişkileniş ittifakı anlayışlarına dayalı evlilik yapılacak bir kardeşleşme idi.

Bugünkü insan karısına, ya da karı, kocasına: “”Bu benim kardeşimdir; Bu benim ablamdır “” demez. Derse... Bu gösterir ki sosyolojik fikir açıklama özgürlüğünün, kısıtlıklı, sürekli, evirilip değişen yanıdır. Bu günkü anlayışla, siz İbrahim'in kardeş evliliğini, ne yorumlarsınız, nede açıklayabilirsiniz.

Eski fizik, Nevton fiziğiyle, Nevton fiziği, kuantım fiziği ile kuantım fizigide, çekirdek fiziği ile yanlışlaşıyordu. Aslında tamda yanlışlaşmıyordu. İkmal ediliyordu. Yer ve zamana bağlı, kesikli, ilşkindikli bilme ile davranılıyordu. Bu alanda yeni bilinirlerle fizik bilgimiz, gittikçe daha bir yetkinleşiyordu. Bilim ve bilginin kesikli, sürekli, bağıntılı yapısı vardı. Bu yapılar yer ve zamanla, ilişkinlikle (bağıntılı) evirilen yapı idi. Bir önceki zaman ve zeminin ilişkinlik düzey bilgisi, yeni bilgi ile ikmal ediliyordu.

Demek ki, bilgi ve bilim, fikir özgürlüğü ve fikirci anlatım özgürlüğü, eksikliği zorunlu olarak içerir. Ne kadar doğru, ne kadar güncel koşullarla denk düşen bir uygulama olursa olsun, daima tamamlanacak, yanı olan, kesikli sürekli yer ve zaman bağıntılılıklı, anlamca evirilen bir yapısı olacaktır. Ve değişken, kuşkulanılır bir fikir açıklama özgürlüğüdür. Bu da objektivitenin yani nesnelin açıklanmasının, fikir anlatım özgürlüğü oluşundandır. Bu da demektir ki, salt fikir ve her durum da ve her çağda geçerli, zamanlar üstü olabilen düşünce ve inanç yoktur. İnançlar bir fikir anlatım özgürlüğü değil.

Sürecek 2

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 23.12.2008 10:18:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Osman Öcal
    Osman Öcal

    Örneğin Abraham (İbrahim) karısı Sara için: “”Bu benim kardeşimdir”” diyordu. Bu hal cok doğruyduda. Bu ne bir sapıklıktı, ne ilkelliktir. Gerçekçi, uygarlığa evrilişin bir adımını atan toplumlar arası ilişkileniş ittifakı idi. Bugün insan karısına Ya da karı, kocasına “”Bu benim kardeşimdir; Bu benim ablamdır “” demez, derse... Bu sosyolojik fikir açıklama özgürlüğünün, kısıtlıklı, sürekli, evrilip değişen yanıdır.

    DEĞİŞİM VE BUNA BAĞLI OLARAK DA ÖZGÜRLÜKLERDE DEĞİŞİYOR. DEVAMI DİLEKLERİMLE SELAM VE DUA HOCAM.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Bayram Kaya