Konstantiniyye
Nâm-ı müstakbel; İstanbul...
Bir yürek çarpıyordu güm ha güm
Bir kutsal heyecan esiyordu göklerde
Esip de eriyordu beyninin dehlizlerinde
Onun kılıcını bekliyordu yedi düğüm.
Oradaydı taşıyla toprağıyla
Alnının akıyla, karasıyla
Orada düğümlenmiş yeryüzü
Orada düğümlenmiş gökyüzü
Çözeni yok, çözebileni yok
Gülmüyordu yüzü.
Konstantiniyye’yi kurtar diyordu ses
Bir nefes ki ruhunda geziniyordu
Onu devralan kulu
Hem mutlu kılmıştı Peygamber
Hem kutlu.
Bu merkez belde
Hem karaların hem denizlerin
Göklerin dehlizlerin
Olmadıkça elde
Ne dünya yeni bir doğuma gebe kalır
Ne de arılar çiçeklerden bal alır.
Öyleyse başlasın akınlar doğru sonsuza
Atlılar atlansın
Toplar toplansın
Bir hisar yapılsın hisara karşı
Ağızlarda tekbîr, dillerde cihan marşı
Yürüsün leventler, yürüsün başlar
Yolda yensin, yolda yensin aşlar.
Artık duymakta Bizans sesleri
İmdada çağırıyor papayı
“Allah, Allah” haykırışları göklerde
silinme korkusu sarıyor yürekleri
Ateşse bacayı.
Bir tarafta bacayı saran ateş
Bir tarafta nûrlu ateş
Bu ateş Rum Ateşi değil
Bu ateş güneşe eş
Serinlemek istiyor Haliç’in sularında
Ve gezinmek
Sonsuza dek gezinmek
Kuytularında.
Mevsim, bahar başlangıcı
Çiçekler süslemede karaları
Günlerden Cuma
Genç Mehmet çadırında sabırsız
Bir aşağı bir yukarı
Adımlayıp durur
Yarmak için suları.
Ve sonra secdeye varan alın
Tanrıya açılan eller
Ta derinliklerde çınlayan sedâ
“Konstantiniyye elbette fetholunacaktır efendiler!
Onu fetheden emîr ne güzel emîr
Ve onun askeri ne güzel asker! ”
Zafer hem silâhın,
Hem inancın ucunda artık
Ne Harun’un hazineleri
Ne sofraların kuş sütleri
İnançtır, inançtır ekmeğe katık.
İlk top Sen Rumen kapısında patlar
Şu bizim Topkapı’da
Toplar topları kovalar
gedikler açılır Konstantiniye surlarında
Derinden derine
Derken, ok sağanağı başlar göklerden
Şu bildik yağmur yerine.
Gayrı ok toplar Bizans’ın açılan elleri
Ters esmeye başlar Bizans yelleri.
Ama gel gör ki zorluyordu Bizanslı
Zorluyordu genç Mehmet’i
Sultan Mehmet’in askerlerini
Kutlu askerlerini.
Boğaz’ın suları akıyor
Zaman akıyordu
Türk sultanı sabırsız
Türk sultanı atını
Sulara salıyordu
Peşindense sultanın erleri
düşlere dalıyordu.
Derken, bir dîvan kurulur hesabı görmek için
Bir dîvan ki zaferi örmek için
Halil Paşa çıkar, çekilelim der geriye
Mümkünsüzü mümkünlü kılamayız der
İmdâdına koşanlar varmış Doğu Roma’nın
Murâdım budur der.
Ne Molla Gürâni kulak verir bu yargıya
Ne Ak Şemseddin
Askerle silâhsa onların imdadına koşan
Der ki Sultan Mehmet
Bizimki de din.
Öyleyse ya kırılacak zincirleri Haliç’in
Ya gemiler indirilecek kara adlı denizden
Yüreğine Haliç’in.
Çakan şimşek genç adamın beyninde
Kara bulutları haber verir göklerden yağacak
Ve İstanbul’a gebe kalır Konstantiniye
Türk’e vatan olacak.
Bir gece
Âyetler okunurken hece hece
Davullar vurulur, borular öter
Sesler yükselir göklere
Allah-ü ekber, Allah-ü ekber!
Gökler inler, karalar inler, denizler inler
Lâilâheillallah!
Tepelerde dağlarda yürümüştür gemiler
Bir komut üzerine, ya Allah!
Doğu Roma uykudadır henüz
Bir uyanış uyanır ki ta yüreğinden inilder.
Ne zincirler para eder Haliç’e çekilen
Ne geçilmez sanılan surları...
Gayrı Türkler Garbın kalbinde
Güneş adamınsa bir elinde atı
Bir elinde Bizans’ın yuları
Bizans çökecek
Ve temizlenecek yeryüzünün urları.
Ama son bir şans vermeli Doğu Roma’ya
kana bulanmadan Altın Boynuz
Hem uygulamalı dinin hükmünü
Hem de daha yakından bilmek gerek
düşmanının gücünü.
Derken, bir elçi salınır yanlarına
Denir ki gelin siz siz olun
Boyun eğin Osmanlı’nın kılıcına
Ve insan aklıyla
Çoluk-çocuk hatırına.
Ne akıl kâleye alınır, ne çocuklar
Ne Osmanlı’nın gücü
Öyleyse yaklaşmaktadır
Yaklaşmaktadır bahar günü
Yaklaşmaktadır Türk’ün
Hiç bitmeyecek düğünü.
Tarih, Mayısın yirmidördü
Nikâh kıyılmıştır bile gencin otağında
Yere göğe ilân edilir:
Yirmidokuz Mayıs, düğün günü
Rüzgâr adamın askerleri
Bin kez daha dirilir.
Artık bayram var şark cephesinde
Seyran var
Kılıçlar bilenir, inançlar bilenir
Konstantiniyye gitti gider
Doğu Roma imdat dilenir.
Dervişler, şeyhler, velîler, pîrler
Uçuşurlar göklerde
Uçuşurlar birer birer
Hedef verilir şehrin burçları
Ne güzeldir o, elinde sancağıyla
Onurlandıracak burçları.
Birler bin olur
Binler bir
Dudaklarda tekbîr
Bizanslı’nın dudaklarındaysa
Bizans’ı bekleyen son
“Kirye Eleison! Kirye Eleison! ”
Zafer filan değil dilekleri
Sadece silinmemek cihandan
Oysa bükülecek bilekleri
Kazınacak cihandan.
Ne Haçlılar yetecek kurtarmaya
Ne onların kanları
Sökülecek oradan, sökülecek
Ve susacak
Ayasofya’nın çanları.
Zaman, yirmisekiz Mayıs akşamı
Güneş batmak üzere
Güneşle birlikte
Bizans batmak üzere
Bir yanda sevinç
Bir yanda korku dolar yüzlere.
Artık ne uyku var o Kartal’da ne durak
Erler sabırsız, atlar sabırsız, deniz sabırsız
Ne zaman sökecek şafak?
Öyleyse işte ötüyor horozlar
Hem şafağı muştuluyor hem zaferi
Pür inanç saldırıya geçiyor
Osmanlı’nın her neferi.
O gün en güzel gündü
Hem karaları çöktü Bizans’ın, hem denizleri
Parmağı şimşek olmuş, komut veriyor komutan
Daha ileri, daha ileri!
Ya ben şehri alırım, ya şehir beni.
Artık ne yağan taşlar kâr ediyordu Bizans surlarından
Ne uçuşan oklar
Bir baş düşerken
Bin baş doğuyordu
Tarihin surlarından.
İşte Bizans düşüyor, gözyaşları döküyor
Belki yükselir sular, akan gözyaşlarıyla
Aman diyor sultana, önünde diz çöküyor
Tarih oluyor Bizans, taşları başlarıyla.
Yiğitler salkım salkım tırmanıyor surlara
Taştan kale değil bu, etten kaledir
Ne yıkılır boydanboya
Ne çöker, devrilir.
Bir el uzanır rüzgârın yaladığı burca
Bir bayrak dalgalanır sımsıkı bir avuçta
Deniz çatlar, rüzgâr çatlar kahrından
Şehit düşer Ulubatlı Hasan
Ve yalar duvarları ılık bir kan.
(O kan benim değil
o can benim değil
öyleyse eğil kör talihim
diz çök önümde
ve eğil!)
Kıtalardan selâm var Ulubatlı Hasan’a
Cedlerinden selâm var
Artık kuşlar başka öter İstanbul’da
Çiçekler başka açar.
Yirmidokuz Mayıs bindörtyüzelliüçün şafağında
Hem de Sultan Mehmet’in gepegenç çağında
Çökertilir Bizans, çökertilir Sâlip, çökertilir orta çağ
Gümber gümbür
Ve dünya yeni bir sese kulak verir
Gür mü gür.
Ne beklenen meleklerden ses var artık
Ne Ayasofya’nın çanlarından
Artık tek bir ses duyulur oradan
Tekbîr sesleri sonsuza dek
Ve ezan.
O belde demişti yüreği
O belde kutlu belde
Binyüzyirmibeş yıllık Konstantiniye
Boşa çekmişti küreği.
İşte Sultan Mehmet Topkapı’dan giriyor İstanbul’a
Ve teslim almak üzere
Sürüyor atını Ayasofya’ya
Ayasofya!
Tanrının evi
İniyor sultan Mehmet atından
İniyor
Göğün yedinci katından.
Dokuzyüzonbeş sene, kilise olarak geçen zaman
Ve bindörtyüzelliüçün şafağında
Başka bir ses duyulur Ayasofya’dan
Ne bilinmezden gelen bir sestir bu, ne bir zan
Allah-ü ekber diyor ezan.
Fetih!
Tamamlanmıştır fetih
İstanbul’da Türkler
Müslüman Türkler gezinmekteler artık
Bayrak, Türk bayrağı
Sancak, İslâm sancağı
Şan kazandırıyor Sultan Mehmet’e fetih
Şanların en büyüğünü
Fâtih!
Artık ne kaybeden olur, bulunan İstanbul’u
Ne İstanbul aranır.
Bir hilâl dalgalanır yedi tepede
Hâlâ ve hâlâ dalgalanır.
Kayıt Tarihi : 12.4.2006 02:20:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!