Kar mı dedin, Feraye?
Bu şehir bir kefen artık, sokakları tersten okunmuş bir dua.
Toprağın bile dili tutulmuş, çiçekler sus pus mezar taşında.
Senin gökyüzünden süzülen o masumiyet,
Benim ruhuma kök salmış bu dipsiz ayazı dağıtamaz,
O yağan kar değil Feraye, o yağan:
Ruhun kendi hiçliğine ilk kez dokunduğu andır,
Ve ben, ışığıyla aydınlatmayan, kör bir alev taşıyorum.
Gözlerin, Feraye, bir şehre sızan define söylencesi gibi;
Gidene vaat, kalana azap.
Bir baksam: aynasında eski bir cinayeti görürüm.
Ay ışığını sürmüş gecelerin – onlar bir firar planı gibi,
Ama ben kendi hücremde gardiyanla aynı kişiyim.
Benim gecem, Feraye,
Bir mahpushane ezanı gibi titreşir içimde –
Işık desen,
Ya darağacının lambasıdır ya da vicdanımı kurutan projektör.
Avutma beni, o kadife cümlelerinle!
Zaman dediğin: kırık bir saate saklanmış infaz emri.
Ben ki her tebessümde bir firari görmüşüm,
Her sevgide bir pusuda yatmış tetik sezmişim.
Merhamet değil bana düşen;
Bir nişancı gibi bak gözlerime,
Menziline girsin bu paramparça yüreğim,
Del de geç!
Yoksa çevir o güz bahçesini andıran yüzünü –
Beni sonbaharıma bırak,
Kendi sararan yapraklarımla gömüleyim!
Bırak Feraye, kendi yağmurumda paslanayım,
Kendi ayazımda is olayım rüzgâra karşı.
Ben ki, anamın helvasında acı, babamın susuşunda hıçkırık bulmuşum.
Bırak, kendi ağıtıma çıkayım darağacı gibi,
Bir urgan da senin sesinden olsun –
Sarkayım kelimelerden,
Sallanayım bu âlem dediğin yalan panayırının ortasında,
Bir dize boyu ölü,
Bir halk hikâyesi kadar diri kalayım!
Turgay Adlım
Kayıt Tarihi : 13.6.2025 23:32:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!