Dün bi mektup aldım bizim amca oğlu Adem’den. Hani şu Sızmaların Adem....Yazmış da yazmış pehlivan tefrikası gibi. Bi dertli bi dertli; sanırsınız kı dünya batmış, bizim amca oğlu da altında galmış. Derdi neymiş deyverim mi? Fındık gabuğunu doldurmaz bişey canııım..Kedi g.tünü yara sanmış hesabı işte...Meğer bizim amca oğlu Adem`in kümesine sansar girmiş; işte iki – üç toğuknan iki mi ne horuz dutmuş götürmüş. Sankı Telekom gitmiş, sankı Petkim gitmiş...Adamın tersi dönmüş, gözleri bölermiş sinirden. Sonunda bizim Adem bi gece löbet dutmuş kümeste. Sinmiş pusuya. Ağ atmış sansarın üstüne, yakalamış o servet düşmanını. Tabi bu arada Adem’in bi barnağını da sansar kapmış. Merak etmeyin, gopmamış. Eeee! Zayiat vermeden savaş kazanılır mı?
Neyse, uzatmayam. O sansardan dem vurunca, benim de dertlerim depreşiverdi sevgili günlük. İçimi boşaltacak yer arıyodum zaten. Hemen oturursun masaya, eline alırsın kehadı- kalemi, başlarsın Adem’e mektup yazmaya...Sevgili günlüğüm, şinci sana bu mektubu okuyuverim:
Ah benim Adem gardaşcavazım!
Senin kümese sansar dadanmış deye üzüldüm emme kendi derdim aklıma gelincesi, senin derdin su sesi gibi geliverdi bana. Elin ölüsü, başkasına uyuyo gibi gelirmiş hesabı.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim