“git hayatımdan”
Yaşanmamışların içinde kaybettim kendimi
Seni de kaybetmeye hazırım
Acı mı? Alıştım ben ona
“git işte”
Sevdandan çıkaracağım çok dersim var benim
Arkamda kızılca kıyamet
Güneş doğmakta
Önümde zifiri karanlık
Gölgeler saklanmakta
Uzun çizgiler arasına kısa boşluklar
Yek bir ahenk içinde dizilmişler
Sokakta yürümekteyim sessizce
Bir kasabın önünden geçince
Bir bakarım etler, etler beni olur
Bir bakarım kaldırıma kaldırımlar benim olur.
Bu hayatta her şey benim
Sevinya Romaniez Caddesi akşamüzeri. 43 numara Sevinya Romaniez caddesinin tek çıkmaz sokağında. Bir akşamüzeri kaybettim kendimi. Romaniez caddesi 43 numara dikildi karşıma. Dönemem geriye. Aşıp geçemem bu gizemli sokağı. Yaşanacakların atıldım koynuna. Yaşadım. Sergüzeştliğimden vazgeçtiğim kadar hiçim. Olmazlarım kadar var. Dönüp gitmek bana göre değil bilirim. Hani dönecek de değilim.
43 numaranın sokağa bakan yüzünü yıkar akşam güneşi. Beni gölgesinde saklar. Beyazlar içerisinde bir kız penceresinden sokağa bakar. Ne bir adım öteye gidebilirim. Ne bir adım geride yerim var. Arkamda bana dair hiçbir şey kalmadı o an. Yok, saydım öncesini. Hatırımda bile değildi kimisi. Ben 43 numaralı evin penceresinden sokağa bakan kıza sevdalandım. Ne bir adım gerisi ne bir adım ötesi yazılmış bana.
Kuru bir tebessüm mıhladı beni buraya. Bertaraf olmuş kalbim izin vermez ileriye. Gerisi en derin kuyu, biliyorum bunu.43 numara Sevinya Romaniez caddesinin tek çıkmaz sokağına saklanmıştır. Sokağın köşesinde kalakaldım. Bedenim titredi. Ne sevdaya gücüm yetti, ne dönüp gitmeye…
Uzaktaki kadın
Gözlerini unuttum sanma
Gözlerinin toprağa çalan kahvesini
Bakışlarındaki hınzır çocukluğunu
Ağlamaklı akşamlara benzeyen gözlerini
Unuttum sanma
Yaşayabilmek için insan
Bir dilenci çocuğun gülüşünde
Gönlüne derman olacak bir şey
Bulabilmeli
Ya da düştüğünde dermandan
Bu kuş neden gelmişti, ne anlatmaktı niyeti anlayamadım. Kuş pencerenin açık olan camın dışından bana bakıyordu. Bense kahvemi yudumluyor, bir yandan kurabiyelerden yiyordum. İnatla pencerenin kenarında bekliyor ve bana bakıyordu. Nedenini anlayamadım.
Kurabiyelerime ortak mı olmak mıydı niyeti? Yoksa mutluluğuma şahit olmak mıydı? Bilemedim…
Yavaşça yerimden kalkıp bir kap su getirdim güvercine. Ürkmüş olacak ki biraz öteye uzaklaştı sonra geri geldi ve iştahla suyu içiyor ve bir yandan da elimdeki kurabiyeye bakıyordu. Sanki kurabiyelerimden ister gibiydi. Güvercinle pazarlığa oturmuş gibi hissediyordum kendimi. Ne istersen verebilirim ancak kurabiyelerden olmaz dedim içimden. Güvercinle iç seslerimizle konuşuyor gibiydik. O ısrar eder gibi sağa sola yürüyor sonra aynı noktaya gelip kurabiyelere bakıyordu.
Mutfaktan ıslanmış ekmek parçalarını getirdim. Suyu bıraktığım yere onları da bıraktım. Suyu iştahla içen güvercin ıslanmış ekmeklere bakmadı dahi. Şaşırıyordum. Merakla maceranın nereye gideceğini düşünüyordum.
Ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Bencil olduğumu düşündüm önce, öyle miydim gerçekten? Kurabiyelerden vermeli miydim? Paylaşmayı çok seviyordum. Başka bir şey olsa hiç düşünmeden hepsini bile verebilirdim ama bu kurabiyeler benim için çok değerliydiler.
Kalakaldım; vermeli miydim yoksa esirgemeli miydim el kadar güvercinden bir kurabiyeyi? Neden geldin, nereden geldin şimdi a güvercin diye de kızmaya başlamıştım içten içe… Paylaşmadım ya da paylaşamadım kurabiyelerimi her şeyden habersiz ya da her şeyi bilen bir kuşcağızla.
Gökyüzü kan kusuyordu o gün
Çanakkale’de, Trabulus’da
Türk Mehmet’inin olduğu her yerde
Yeni yeni kahramanlıklar yazılıyordu.
Mustafa Kemal çıka geldi
Mehmet’im savaşa gidiyor
Anam ne ağlarsın ardından
Oğlun şehitliğe koşuyor
Allah diyerek…
Sen gururlan anacığım
Mehmet’in gitti gavur dökmeye
Bu sabah hava erken aydınlandı ya da İbrahim’e öyle gelmişti. Yattığı yatağından doğruldu, etrafına söyle bir baktı. Etraf darmadağın olmuştu. Yatağından kalktı. Tek odalı evindeki küçük lavaboya gidip yüzünü yıkadı. Islak yüzünü kaldırıp aynaya baktı. Birden şaşırdı. Elleriyle yüzüne dokundu. Bu yüz benim mi dedi içinden; bu feri gitmiş, ağlamaktan şişmiş gözler, sararmış bu ten benim mi dedi? Odasına döndü. Camın önündeki kırık sandalyeye oturdu. İçinden pek bir şey yapmak gelmiyordu. Masadaki sigara paketinden bir sigara çıkardı. Etrafına baktı etraftaki birkaç bira şişesi gözüne ilişti. Başını avuçların arasına alarak başımın ağrısı geçmiş dedi. Sigarasını yaktı.
Dün akşam ne olduğunu düşünmeye başladı. Aklında onlarca soru vardı. Hangi sorunun cevabı dün gece yaşadıklarımın dedi. Dışarıda yeşilin bin bir tonu oynaşıyordu adeta doğayla. Baharın geldiğini fark etti. Penceresini açtı. Sert bir rüzgar çarptı yüzüne, bahar geldiyse hazan rüzgarı ne işin var dedi burada. Tekrar kırık sandalyesine oturup düşünmeye başladı. Dün akşam ne olmuştu. Beni bu hale getiren neydi diye düşündü. Serin rüzgar ve sigarasından çektiği birkaç nefes iyice kendisine gelmesini sağladı. Önce neden her sabah daha kalkar kalkmaz kahvaltı etmeden sigara yaktığını düşündü. Bundan zevk mi alıyorum dedi. Cevaplamadan asıl düşünmem gereken bu değil, dün gece olanlar dedi. Beni bu hale getiren neydi. Sigarasından bir nefes daha çekip küllüğe koydu. Şimdi hatırlamaya başlamıştı olanları.
Dün gece Ayşe arkadaşlarıyla dışarı eğlenemeye gideceğini söylemişti. İbrahim içten içe kızarken bir şey diyemediğini hatırladı. “Ayşe haksızdın” dedi kendi kendine. Aklına geçen gün okuduğu kitapta hoşuna giden bir şey geldi. “tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış” bu atasözünü daha önce duymadığını anımsadı daha yeni duyduğum bu söz bana ne kadar yakıştı diye güldü istemeye istemeye. Düşünmeye devam etti. Ayşe’yi kırmadığı halde kırmış gibi düşündü. Böyle düşünmesinin sebebini düşünmedi.
Şimdi aklında yeni bir soru vardı. Ne yapmalıyım da kendimi affettirmeliyim Ayşe’ye? Uzunca bir zaman düşündü bir sigara daha yaktı söndürdü. Yanına gideyim ona kahvaltı hazırlar gönlünü alırım dedi. Ancak düşünmeye devam etti daha iyi ne yapabilirim diye aklına başka bir şey gelmeyince üzerini giyinip evden çıktı.
Yolda yürürken aklına lavaboda gördüğü yüz geldi. Sararmış yüz, feri gitmiş gözler bu ben olamam dedi. Ama inandıramadı kendisine. Yolda yürürken Ayşe’ye kendisini nasıl affettireceğini düşündü. Nasıl konuşacağını nasıl özür dileyeceğini daha sonra nasıl onu her zamanki gibi güldürüp gönlünü alacağını düşündü. Ne kadar yürüdüğünü Ayşe’nin kapısının önüne gelince şaşırarak fark etti.
Bu şehirde en çok sevdiği kişiydi Ayşe ve onu kaybetmeye hiçte niyeti yoktu, bunu çok iyi biliyordu. Üstünü düzeltip zile bastı beklemeye başladı. Bekledi bekledi kapı açılmadı. Tekrar tekrar zile bastı. Ama kapıyı açan olmadı. Cebindeki telefonunu çıkarıp Ayşe’yi aradı. Uzunca çaldıktan sonra telefon açıldı. Ayşe: ne var? Dedi. İbrahim: senin yanına geldim, dedi.Ayşe: şimdi git akşamüzeri bir yerlerde buluşuruz deyip telefonu kapattı. İbrahim hiçbir şey diyemeden kaptı telefonunu. Sanki tüm kelimeler hükmünden çıkmış gibiydi İbrahim’in. Sustu. Evine doğru yürümeye başladı. Sanki başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissetti kendisini. Ne kadar kırıldığını anladı. Ama hiçbir şey yapamadı. Sadece Ayşe’nin son sözü aklındaydı ve bu söz beynine çok ağır geliyordu.’ şimdi git akşamüzeri bir yerlerde buluşuruz’ bunu tekrar ede ede yürüdü.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!