'Melekler tesbihle yaşar Peygamberler tebliğle'
Nebîler de elbette kul - meleklerde de ruh var
Değil mi ki insan dahi tebliğ etsin tesbihle
Saadet zemini olsun sulh ve sükûnla edvar
Yunus gibi duyabilsem ılgıt-ılgıt anlatsam
Gözyaşlarımda damlatsam dinse içimin sesi
KIelâmı nâmeye katsam ritim olup da aksam
İçsem kalb-î mecrûhumla sadre şifâ nefesi
Tebliğ etmişse Peygamber Hadis emri muteber
Hadis emri makes buldu Istanbul fetholundu
Kimdir o Güzel Kumandan kimdir o muştulu er
Bir hadisi ezberlemek için mi zaptolundu
Gün Yirmidokuz Mayıs ki yıl bindörtyüzelliüç
Bir milâdın kudret erki Hadîs-i Kutsî tebliğ
Her tebliğ alana rağmen fıîl-i duası güç
Fiîlin asıl kendisi her ifadeden beliğ
Gün tamam fiîl müyesser ortada var bir eser
Eserin muhafazası farz-ı âyin ki mutlak
Buna lâyık olmayanlar kahrolur bier-birer
Emanet ahdi çok azîm hulfeden olur helâk
O mukaddes mâbeddir ki o emri telmih eder
Onun kilidini açsan kalb kitliyse ne yazar
Bu emre gönül verenler gönüllere meyleder
Şahs-i Mânevî'ye tabi gayriden sarf-ı nazar
Tek kutsî mâbetle olmaz emaneti korumak
Ahde vefâdır biliniz bir selviye titremek
Keyfe meyyâl iş yaparsan ancak olursun hamak
Kutsî mabed idrâkiyse Istanbulu kül bilmek
Ne bir selviyi koruduk ne de bittik eridik
Betonlaştık kalbe kadar titreyen kalb kalmadı
Kültür çimentomuz ise CD'lerde abudik
Kalk ey Koca Hünkâr Fatih cumhurda baş kalmadı
Kutsî emânet Istanbul Şehr-i Azîz pek donuk
Topyekün ülkemi zahîr ekalliyet sindirmiş
Ankara'yı sis kaplamış hava raporu bozuk
Rabbim mazlumlara perde zâlime yük bindirmiş
Ayaksız başsız 'etik'li ahlâk üzre gedikli
Demokrasiden özürlü azınlıksa sırf kendi
Azınlık hakkı korumak kendisine indeksli
Milletin değerlerinin hakkı pranga bendi
Baş lâzım Koca Hünkâr'ım başına koyalım tuğ
Yüreklerimiz ortada milletce muntazırız
Millet bütünüyle tekmil tek olsun bir SER BAŞBUĞ
Ölüp ölüp dirildik hep can havliyle hazırız
Milletin karar kıldığı ortak kararımızdır
İşimiz tefrika değil başörtüsü başbandı
Bunlar gönlümüzün rengi zülfümüz aynamızdır
Tefrikaya saplananlar yazık şeytana kandı
Ankara 29 Mayıs 2007
Mustafa BenkliKayıt Tarihi : 29.5.2007 17:19:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hayatımın son deminde kaderin karşıma çıkardığı en bahtiyar nasibim olarak gönlüme yerleştirdiğim; beni bilen bilemeyen, ama bu sanatla şiirlerle gönüllere sunulan demetlerin derlendiği gönül bahçenizde benim de yer bulduğum bütünüyle 'Sevgili Gönül Dostlarım' devamlı sizlerle olamama meyanında, bir ara, kendimi aranızda gördüğüm anlarda, belki bana mahsus şartların doğurduğu hususen her zamankinden daha özel şartların içimde geliştirdiğini hissettiğm duygu ve düşüncelerim; bu özellikleriyle belirtmek istediğim cihetle,biraz özel mahiyettte yazmak isteğim -sanatım olmasa da- hissiyatımı şiirle takdim etmeye beni ittiğinden, bu şekilde aranıza katılma durumum oluyor... Bu gün de, uzun bir kendi kendinelikten sonra Memleket ahvâlinin de keza herzamankinden özel şartlar gösterdiği atmosferde kendime mahsusuları evvelâ kendim için kaydedeyim derken sizinle de paylaşmak istedim... Tamamen kendimi bağlayan duygu düşünce ve vardığım hükümlerimi; şayet varsa size ters düşebilecek, hatta rahatsız etmesi de kabil olacak husularda affınıza sığınarak, şiirime ilham teşkil eden hissiyatımın hikâyesi olarak dillendirdiğim hususları bu ayrılık esnasında boşlukta bırakmamak için kayda geçirdiğim aşağıdaki yazımdaki mahiyette gönül hassasiyetinde aldığı hali de şiirle ifade sadedinde altına kaydettim,. Aynı mahiyette bu güne mahsus, 29 Mayısın hususiyetine atıf olarak da bu şiirimi yine aynı atmosferde yazdığım itibariyle bütününü hoş görünüze sunuyorum, selâm sevgi, muhabbet ve saygılarımla. ''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''' Güzel Anadolu'mdan Siyasset Sisleri Arasından Seçilen Güzellik Tabloları ------- Yaradılış sırrı; soğuk kanlılar kış uykusuna yatarlar, bünyeleri sıhhatliyse tabiî olan bu halden sıcaklar basınca çıkar, canlı hayatını yaşarlar... İnsanlarda da hareket kabiliyeti bakımından benzeri hal vardır, lâkin pek sıhhat alâmeti olmayan bir hal; bir nevi nebatî hayat! 'Bitkisel hayat' diyorlar. Benim lügatımda bu 'sel' yok. Çünkü türkçe dil kaidelerinde ve dilimizin etimolojisinde bu kabil aidiyet bildiren 'sel' diye bir takı yok. Lügatımızda `sel` diye daha çok 'taşkın su'yu tedaî ettiren akışkan taşkınlığı veya çokluk manasında müstakil bir kelime; yoksa takı olarak değil. Gürsel-Aysel-parsel`deki `gür`ü, `ay`ı, `par`ı birleşik kelime yapan bu sel kelimesi şu anda mevzuûm da değildi ama, dilim de benim mukaddes dâvam olduğundan es geçemiyorum kat`îyen... Esas mevzuûm şu idi: Yukarda temas ettiğim tarzda bir nebatî hayata girse insan, kendi haline olmaz, başkaları onu idare eder, belki yoğun bakıma sokarlar, belki hastahaneye yatırırlar... Belli mi olur? Bu nebatî hayatın bir maddi mânâda tabiî olanı var, bir de, bana göre mi bilmem? Benim bittabiî yaşadığımı sandığım, tabir caizse mânâda olanı var; insan fizikî bakımdan normal ama, haleti bakımından kendinde olmayabiliyor... Bir kaç aydır, belki kendimi, sanki bir nebze tecrit etmişim gibi bir şey, bir halet içinde olduğum hissiyatımın eseri olacak, adeta, ben bu haldeyim... Aylardır ülkemin üzerinde, benim siyaset atmosferindendir diye bildiğim bir sis perdesi var; bana karanlık mı karanlık... İnsan bazen başını alıp gider, ama ben bu karanlıkda nere gideyim... Sun`î yağmurlar yağdırılır, bazen deneye hakim olunamaz; şimşekler, yıldırımlar gibi tehlikeler olur, lâboratuarda mı nerde çalışıyorsanız, tehikeden uzaklaşmak için orayı terkeder, sâlim bir yere kaçarsınız... Aynen öyle de, hususen büyük şehirlerde zuhur eden bu siyaset fırtınalarından başımı alıp çıktım canım Anadoluma... Haşarî evlât kabilinden güzelim Istanbul'u terketme pahasına; ama, anam-babam kabilinden sılama kavuştuğum bir seyahatın rüzgârına kapıldım... Mart mıydı, Nisan mı? Ne sıcaktı Erzurum! Ana kucağı; demek, soğukta da ısıtıyor insanı... Ya Zağgimdeki halvet! Anamın koynundaydım; adetâ, ilk mekep heyecanı... Demek ki, şubat tatiline girince vardım bu halete, o hasret heyecanıyla, bir nevi geçmişi yaşar gibi... Hayat bu; tabiî, mektep yine başladı sanki, Istanbula döndük, ama -siyaset lâboratuarındaki herşeyi allak bullak eden hilimsiz, ilimsiz ve de bilimsiz deneylerin herşeyi allak bullak ettiği atmosferde- hava gittikçe bozdu, bu sefer, fırtınalar da kopmaya başladı, bu arada, 'Analar Günü'nün vesilesiyle de, sıcağı sıcağına, Anamdan ayrılışın içimde uyandırdığı hasret figanını dile getirdim... Bu sefer de Doğu-Güneylere kaydım... Dağdağalı Başkent`ten Kayseri, Elâzığ, KEBAN-KARAKAYA, Malatya,; dönüşte Afyon ve nihayet Ankara da Ankara... Tülden bir hicap perdesi benzini `al`ın `ar` güzelliğiyle kaplamış güzel anadolu'mun insanının; kadınının, erkeğinin... Acısını, karasıyla içine atıyor; sevgisini mertliğiyle, berraklığıyla ışıltıyor, sizi ısıtıyor... Kendi dertlerindeler; şehirlerinin, hemşehrilerinin dertleriyle hemdert... Spor kulüplerini tutuyorlar, destekliyorlar; büyük şehir kulüplerine de ortak sevgileri var... Ama o büyüklerin hataları olunca gözünün yaşına bakmıyorlar, içlerini ayna gibi dışa vuruyorlar, çünkü o büyüklerin yanlışları riyalı oluyor, hukuksuz oluyor ve haksız, hukuksuz davrananları affetmiyorlar... Kendi kulüpleri ise çocukları; hataları, yanlışları onların yaramazlıkları...Hem affa, hem yardıma mustahak buluyorlar, hem onlara kendi renkleriyle bağlılar... Fakat, siyasette öyle değil... Hem zaten yaptıkları siyaset değil... 'Siyaseti siyasiler yapar... Takım tutar gibi parti tutulur mu... *Partinin rengi, sözünün doğruluğu, dürüstlük ve namusunun rengidir*... 'Memleketi başsız, elsiz, ayaksız bırakmak pahasına siyaset mi olur? Buna Vatana ihanet bile denir... Millet vekili ne yapacaksa yeri meclis... Okuldan kirişi kıran çocuklar gibi meclisten kirişi kırıp meydanlarda yaramazlık edilir mi? Hem ne oldu ki? Bu güne kadar nasıl seçmiştiyseler, niye yine öyle bir Cumhur Reisi seçemesinler? Üstelik Milletin de hoşuna giden bir adam varken; kim ne derse desin, hem de adam gibi adam... Sonra utanmıyorlar mı? Baş örtüsü yüzde doksansekizi müslüman olan bu milletin dininin, İslâm'ın alemi-alameti... Sıranın milletinkilere de geleceğinden korkulur mu korkulur... Hem Malatya Cumhur Reisleri şehri, hele ki Özal`ı aynı yolla seçmediler mi? Şimdi Rahmetli hayatta olsa geri mi alacaklar? Hadi Demirel`inkini de, Evren`inkini de geri alsınlar! .. Hem, hakimler, millet vekili mi, kim oluyorlar ki meclisin işini yapıyorlar? O meclise gitmeyenler ne yüzle gelecekler karşılarına: 'Hele bir gelsin de bir daha bağımsız da koysunlar bakalım... Bakın eskilere ne oldu... Kulüp değil ki renklerine bakıla! Yaptıkları işe, namuslarına ve bir daha yapıp yapamıyacaklarına bakarız ve onları nasıl, sanki, yürek yüreğe dilleşerek, patisine bakmadan sildikse alim Allah yine sileriz... Şu anda memlekette bir düzen var, paramız olmasa da huzurumuz var, meccane huzurumuzu pis hesaplarınız için bozmaya ne hakkınız var? Hem şimdi Cumhur Reisi seçilemezse bizim seçmediğimiz bir insan mı bundan sonra kalsın başımızda? Diyelim Cumhur Başkanını biz seçeceğiz; toplantı sayısı ne olacak? Evvelâ hep birlikte sandık başlarına bizi doldurup, sayımızı sayacak tamamı kadar toplanamamışsak seçtirmeyecekler mi? Halbuki Mecliste de öyle... Doğrusu şuydu: Her oturum açılırdı, bir başlama-bitme zamanı koyulurdu, o zaman içinde sandık başına gidenler giderdi; dört seferin her birinde, o istenen sayı hangisinde varsa var, yoksa ve en sonunda da yoksa, seçime giderlerdi... Bunların hepsi suyu yokuşa sürmek, sözde bizi de kandıracaklar, oyun, bunlar, oyun...' Halkın, her nereye gidersen git, tabir caizse, değmeden deşildiği ve içini döktüğü hissiyatı bu... Bir de Afyon`dan hikmetamîz ifadeler dinledik... Afyon`un da farklı bir hoşluğu var, görmeye mahsus... Afyon Karahisar Kalesi de ayrıca görmeye mahsus... Kale dibinden evlerin arasından çıkmaya başladık kaleye... Çok dik ve sarp... Restore görmüş, çok kısmı da tabiî haliyle ve ihtişamı da göz alıcı... Alt tarafta yapılı merdivenler var, yukarlarda; en yukarısı sarp kayalık ve engebeli, öbek-öbek insanlar birikmişler... Piknik yapanlar, sohbet edenler, dinlenenler; bir kısım, kale çevresinden olacak, evlerinden tepsiyle gelen çaylarıyla demlenenler... Misafir perverlikleri celbediyor insanı, hoş sohbetlikleri de bir başka hoşluk... Çık, çık... Tıkandık.... En az benim yaşımda bir karı koca; keklik gibi tetikte ve zinde... Geçerken laf yetiştiriyorlar: Yooo... Öyle tıkanmak yok... Hem, bu kale; başına çıkmadan kimseyi salıvermez... Maşallah sapa sağlam insanlar, eliniz ayağınız tam... Yürümesini bileceksiniz, kendinizi yormayacaksınız... Söz anlarlar mı hiç, cebinizden dilaltı ilacınızı çıkartıp, kalbim arıza verir deseniz de, kat`îyen... 'Hadi bakalım bizi takip edin, göreceksiniz, bizi de geçeceksiniz...' Yola revan olduk ve vasıl olduk selâmetle keravete.... Esnafı ayrı bir sıcak, tıpkı Kayseri gibi, tıpkı Malatya-Elâzığ gibi insanı ısıtıyor içinizi... Hem mert, hem dürüst... İçleri ayna gibi; hem size okutuyorlar, hem sizin içinizi görüyorlar, hemen açığa vuruyorlar... Afyon nüfusunda kayıtlı Cuhhur Başkanları kökten Afyon`lu değilmiş... Bir yerlerden göçmen gelmiş... Daha doğrusu pek de bilmiyorlarmış nein nesi... Sergi yerinden patates özlü köy ekmeği almamız söylendi... Bir gençkızın sergisinde vardı... Benim seçmediğim ekmeği özellikle verdi, biz bunu yeriz dedi... Közde-külde kararmış ve bir müddet kalmış olmaktan bayat gibi sertleşmiş... Ancak, ekmek o kıvamdayken yeyilirmiş... Onu aldık tabiî; daha sonra bir büfenin rafında gördüğümde de sordum, teyîd ettiler...Taze sıcak ekmek yeyilmezmiş, hem zaten vermezlermiş de, illâki ısrar edilsin... Sonradan da gördük ki enfes lezzeti varmış... Verdiğim paranın üstü olarak verdiği yirmibeş kuruşu almadım; mümkün mü ki kabul etsin... Yüzünde o daha da beliren, al, lâle renginden de rengîn gül halavetiyle tüllenen hîcap perdesinin setrettiği çehresinin ifade ettiği vakur ve fakat karşısındakini kat`ıyen incitmemeye azâmî itina sarfettiğinin emaresi olan davranış inceliği, nezaket, izzet ve asaleti içinde, ses tonunun ruhunun asaletini de aksettirdiği, o, insanın hayran kesildiği terbiye ve âdâb dairesinde: 'Ben hakkım olmayan o parayı sizden nasıl alabilirim ki, hem ekmeğin hakkı o kadar...' Ve bize baş eğdiren bu saygıdeğer vakar... Başında itina ile düzenle bağlanmış bir baş örtüsü, nahif, narin, zarif ve insana saygılı hanım-hanımcık bir genç hanım kız... Laf, lafı açıyor, ait olduğu inanç ve kültür köklerinin samimî mümessili olarak bir tebliğ misyonunu da üslenmiş olmalı ki her türlü tebliğden daha müessir bir sual tevcih ediyor görüşümüze saygı ve ihtiyaç duyduğu hissini verdiği ifadesinde gizlediği büyük bir tevâzu hasletiyle: 'Biz Müslüman bir milletiz, bu şeref değil mi, bunu inkâr mı edebiliriz? Bu baş örtüsü Türkün dininin alemi ve alâmeti, tesettür inancımızın gereği olarak benim hayatımın da bir parçası... Soyumuz bu muhafaza ile gelmiş.. Kime ne zararı var, neden bizi hor görüyorlar? ' Muhatap olduğum bu az ve fakat öz olduğu kadar da azîm sualin ağırlığı altında ezildim ve utandım... Bir an hiç bir cevap veremeyceğimi gördüm... Fakat, ruhunun olduğu kadar, bu sefer inancı ve imanının da azîm kıldığı bir mes`uliyet duygusu ve kararlılığı içinde, ifadesinin; gözpınarlarının ucunda, içinin aydınlığının aksettiği kristal berraklığında billurlaşmış iki gözyaşı damlasında dile gelen tarzıyla cevap bekleyen gözlerdeki sorgulamada içime akan sanki aynı inancı paylaştığımız yetmişiki buçuk milyonun adına omuzlarıma yüklenen vebâlin ağırlığını daha da hissettiğim cevaplandırma mes`uliyetinin idrakiyle kendimi toparlayarak: 'Sizden özür diliyorum, kabul ederseniz... Biz, maarif sistemimizin tersliğinden olacak, mekteplerde okuya, okuya başımız dönüp, görme hassamızı kaybettiğimizden bir kere, ne hor, ne hoş, hiç birşey; hoşu, hiç göremiyoruz ve hoş görmesini bilmiyoruz ki, neyin hoş ve neyin hor olduğunu bilelim ve hor görelim... Hem kimin haddine sizi hor görmek? Belki insan kendindeki karanlığı aleme mal eder...' dediğimde, sular durulmuştu, sanki, havadan da sisler kalkmıştı... Bir kısım şahsî ihtiraslarının mahkümu olarak bizleri de o ihtiras kasırgasının hortumu içerisinde bunaltan mâlum ve mahut belli bir zümre dışında, reyimizi de şahsî hür ahvalimiz içinde kullanma hürriyetimizin varlığına şükrederek, milletimin basiretindeki isabetin ilâhî takdir dairesinde her zaman güzel tecelliler verdiği şükür ve sürûruyla, sadece uzun bir ayrılığın verdiği dışa vurma hissiyatı eseri olmalı; içimi döktüğüm bu ifadeler... Hoşa gitmeyen ve hor gelen her ne varsa, bunu güya menzilinden aksettirdiğimi sandığım o güzelim insanlara suî taksir olarak yükleme haksızlık ve yanlışlığından Allah[CC]`a intizâren, onları ve sizleri tenzih eder, ancak sadece ve yalnız bana ve benim algılama ve ifade zebunu olduğum aczime yükleme lâzım geldiği noktada affınıza sığınarak bu takdirde bana yüklenmesi farz olan cezamı bizzat vererek, benim bu fani hayatımın bu deminde en büyük mazhariyetim saydığım sizlerle buluşabilme saadetinden kendimi mahrum bırakmayı güzel hatırlarınızı hoş tutma mukabili kendime reva görürüm... Bu anlattıklarım esasen bir seyahatın üzerimdeki tesirlerinin içimdeki ilhamını resmetmek için içime doğanların dile geldiği şiir formunda kaydettiğim hatıralarımın bir düz yazı olarak hikaye edilmesi fikrime matuftu... Bu vesileyle söz konusu hatıramın şiir formunda kaydını da aynen aşağıda takdim ediyorum.... Bu haletimin tesirinde bir de yirmidokuz Mayıs Fetih Yıldönümü dolayısıyla nedense buruk duygularla dile getirebildiğim bu güne atfen bu şiiri de, inşallah, Istanbul`a dönüş arefesinde, Ankara`nın kezâ şimşekli siyaset atmosferinde kendimi hıfzederek, gönlümün huzur bulduğu siz Gönül dostlarımın huzurunda olduğumu tahayyül ederek huzurunuza çıkarmak üzere kaleme almış bulunuyorum... Selâm, sevgi ve muhabbetlerimle saygılar sunuyorum, Allah`a emanet olun... ''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''''' Siyaset Sislerinden Seçilen Canım Anadolu`mdan Güzellik Tabloları Perdelerini açan siyaset sahnesinin Nefretin oynandığı son senaryolarında Büyük şehirlerdeki ruhî vetiresinin Encâmı test edilir Canım Anadolu`mda Nefisler dağdağası saptırdı terânemi Ne Hakk`a revâ rüyet ne sevgi emâresi Kin bürümüş ihtiras bozdu muvazenemi Buğza fedâ edilmiş sevgi alaveresi Bunaltan siyasetten kapıp bir garip hisse Sığınıp 'Seyahatte Ferahlık' Hadisine 'E`zûbillâhîmineşşeytâni vessîyâse' Deyip kapılıverdik seyahat hevesine Tevâfuk ya dostlarım nîdâ geldi gurbetten Bir muştu gibi doğdu gönle düşen tedaî Telefonumdan bir ses geldi sanki gaipten 'Hocam Istanbul`dayım' derken Ozan Fedaî Buluştuk gurbet tadan hasret ve muhabbetle Bir gurbet efsanesi vicâhen gönle doldu Tevâzu makamında dopdolu marifetle Işıltan sohbetiyle gönlüm ürûşân oldu O sohbetten sohbete vuslatı yudumlarken Vedâsı içimdeki sevdayı depreştirdi Vatanımda da gurbet sevdasıyla yaşarken Bu seyahat sevdası birden depreşiverdi Müyesser kıldı Rabbim bir vuslat kabilinden Toprağımı koklamak mürüvvetiyle tekrar Sulh sükûn ahvâlini okudum hâl dilinden Erzurum büyüledi Zağgi`mde dindi esrar Bu esrar Vatan`ımın her karış toprağının Hep aynı heyecanla saldığı ruh iksiri Nitekim devresi gün seyahat yollarının Bir bir her noktasında hissettim bu tesiri Yolumuz revân oldu tekrâren Ankara`ya Siyaset çatlasa da sabır taşı Ankara Denilmiş baht umudu her bir bahtı karaya Cumhurun siyasette satırbaşı Ankara Siyaset cambazları sabrını taşırsa da Her oyunu bozacak Millet`deki konsensus Bürokrasinin başı haddini aşarsa da Son söz milletin el-Hâkk son ihtar 'Yeter Sen Sus' Milletimin basiret ikliminde dinerek Yolumuz nasiboldu güzelim Kayseri`ye Kayseri konsensusun mihverinde mendirek Emin vakur tavrıyla gönülde bitevîye Malatyam hoş Malatyam Cumhurbaşkanı bahtı Karakaya zümrütü ülkemin umrân tacı İnönü`lü Özal`lı cumhurun zirve tahtı Sevginin taht kurduğu dost gönüller sertacı İstikrar tablosunun mümeyyîz mümtâz yurdu Enginliğine engin boydan boya büyüyen Muhteşem tablosuyla tâ kalbimde taht kurdu İnsanı kavralayan ısıtan büyüleyen Kanal Boyu`nda boy boy tarihî abîdeler İnsanları sımsıcak sorarken hal ve hatır Kaysının memleketi bin bereket bahçeler Bize de nasiboldu Satır`da nefis SATIR Perşembe akşamıydı vardıydık El-Azîz`e Bu azîz şehrin halkı tam itminân içinde Bir misâfirperverlik gösterilir ki size Gönülleriniz hüşyâr rûhunuz olur zinde Cumanın salâtında Elâziz`de salâlar Gönle inşirâh veren bir derûnî lezzette Tevâfuklu naâtlar Nebî`ye salâvatlar Bir mânevî ziyafet taddık bu ziyarette Harput`un tepesinde Pınarbaşı`nda akşam 'Zarâfet' nâm-ı diğer 'sırım'lı sac tavada Tok gözlü esnafının taâmında ihtişâm 'Bir tatlı letâfet var' Gagkoş`daki havada Keban`daki abide Devlet`imin gûmânı Devâsa tesislerde bir minnet rahmi saklı Bu muhteşem beldede yatırım argûmânı Gönle inşirâh veren pür-ihtişâm mihraklı Hüdâ`ya emanet ol benim şanlı milletim Nesebin nesebimdir fert fert uyuşur genim Vatanın her ferdine can atmak faziletim Dökülse yollarında param parça bedenim Uzayan yollarında hep hayat sundu bana Yenlerim yaralandı hücrelerim canlandı Diyar diyar dolaşsam her zahmet minnet cana Hizmet için sermayem yolundaki bu candı Kâh kafamda proje kâh avuç açıp dua Kabil olduysa n`âlâ olmadıysa mesajım Niyette birleşelim ki kırılsın beddua Azîm ruh seciyesi ihlâstır esas nâzım. Ankara 29 Mayıs 2007
![Mustafa Benkli](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/05/29/fatih-hazretlari-ne-554-yil-bir-istanbul-mesheri.jpg)
Allah (cc) razı olsun hocam.
Saygı, sevgiyle
Ümran Tokmak
Yoğun emek, bilgi ve birikim altında ustalıkla ele aldığınız duygu ve düşüncelerin mısra ve satırlara kusursuz intikal ettiği aydınlatıcı yönlendirici ve düşündürücü şiir ve nesri okudum.
Sadece okunması değil üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bu mümtaz eserleriniz için tebrik ve hürmetlerimi sayfanıza bırakıyor her şeyin sizin ve sevdiklerinizin gönlüne göre olmasını diliyorum.
İrfan Yılmaz.-TEKİRDAĞ.
TÜM YORUMLAR (3)