Çocukluğum, çocukluğum…
Yarısı unutulmuş hatıralarda kaldı.
Birkaç fotoğraf karesinde.
Çoğu kare kesilmiş!
Çocukluğum, çocukluğum…
Oda;
Kaç bin zaman dilimi tıkışmıştır.
Ve ne yalnızlıklar yaşamıştır;
Bu keder ondandır…
Bahçe;
Anlam veremediğim o sırlı giz.
Hala duruyor yüzünde;
Her şey yerli yerinde…
Küllerin savruluşu kaç zamandır dinmiş.
Yüzün hala Karacadağ’ın o kasvetli havası gibi
Uzaktan hiçbir şey görünmüyor.
Geceyi bölen bir uğultusun
Yalnızlığımı böldün…
Her gece diğer elimi tutarak yatardım
Şimdilerdeyse yüreğimi tutarak uyuyabiliyorum
Hiçbir şey bu kadar acıtmazdı beni
Odasına mahkum edilen bir yalnızım
(Orhan'a)
Ölüm gibi erken gelseydi
Aşk,
Tek başımıza izlemezdik sinemalarda sevgiyi,
Yalnız yürümezdik koca koca kaldırımlarda…
Ve bir sabah vakti,
Bir Begonvil gibi capcanlı ama yalnız
Dudaklarımdaki tuzlu su,
Kulaklarımdaki acı gürültü,
Boğazımı darmaduman eden bir tat.
Sonra birden bir ezgi duyuluverdi:
Ey gönül!
Hangi yosunlaşmış mahzenlerde gezdin?
Kırık bir sandalye ayağı gibi
Hep sallandın bir o yana bir bu yana...
Ey gönül!
Şarkılar kadar eski ezgilerle fısıldayabilmek kulağına
En olmadık yerlerde nefesini görmek
Ben bir duraktan usulca kalkarken
Seni bir diğer durakta görebilmek
Akdeniz sıcaklığıyla öpebilmek
Dudaklarındaki tutkuyu geceler boyu yitirmemek
Kızıllığın ürpertisi içinde geçen zamanlar...
Üç adam vardı,
Üç kızıl saçlı adam.
Üçü de birbirinden kızıl...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!