Öykü - Eylüllerden Her Hangi Bir Eylül

Recep Akıl
905

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Öykü - Eylüllerden Her Hangi Bir Eylül

Ezan sesi ikindi olduğunu haber veriyordu. Bu da artık yavaş yavaş evlere doğru dağılma zamanının gelmesi demekti. En azından kendilerini bir göstermeliydiler ki evdekiler merak etmesinler.

“Ben eve gidiyorum” diyerek oyundan ayrıldı Koşarak eve doğru yöneldi. Bir solukta evinin sokağa açılan bahçe kapısına vardı.

Bahçesinde ve içinde oyun oynadıkları, kendi aralarında ona “bozuk ev” dedikleri metruk bina ile evlerinin arası elli altmış metre ya vardı ya yoktu. Bahçe kapısından içeri girdi. Annesi evde değildi. İki kardeşi bahçede ağaçların altında oynuyordu. En ufak kardeşi de içeride beşiğinde olmalıydı.

Geri dönüp yeniden sokağa çıktı ve kapının yan tarafına çömeldi. Bütün gün koşturmaktan yorulmuştu.

Bir ara caminin olduğu taraftan beyaz bir minibüsün geldiğini gördü. Üzerinde yanıp sönen mavi bir lamba vardı. İtfaiye arabaları kırmızı olurdu. Polis arabalarının rengi de siyah. Öyleyse bu ambulans olmalıydı ama sirenini çalmadan geliyordu.

Meraklandı, acaba kim hastalanmıştı? Öyle ya mahallede birileri hasta olmasa ambulansın burada ne işi olacaktı?

Ambulans giderek yaklaşıyordu, derken bozuk evin önüne geldiğinde yavaşladı, hatta durur gibi oldu. O ise çömeldiği yerden merakla arabayı takip ediyordu

Bir anda sol tarafında bir tangırtı koptu. Başını sesin geldiği tarafa çevirdiğinde sekiz on metre ilerde annesinin boylu boyunca yerde yattığını gördü. Elindeki bakır su kovaları yola doğru yuvarlanmış içlerindeki sular yerlere saçılmıştı.

Evlerinde çeşme olmadığı için annesi günde birkaç sefer caddedeki mahalle çeşmesinden su taşırdı.

Ani bir fırlayışla annesine doğru koştu, bütün sesiyle feryat ederek. Onun bu feryadına yan komşuları hanım bir anda yanında bitiverdi ardından da komşu kadının kayın validesi… Ve diğer komşular…

Bir dakika dolmadan annesinin başında beş altı kadın birikmişti bile. Kimi annesinin üzerini başını düzeltmeye çalışıyor, kimi bileklerini ovuyordu, kimi başını yere vurmasın diye ellerinin arasında tutuyordu.

“Kolonya bulun,” dedi birisi heyecanlı bir sesle. “Ambulans… Ambulans geliyor onda vardır her şey,” diye bağırdı.

Hepsi birden ambulansın geldiği yöne doğru baktılar. Beyaz minibüs geldi tam da evlerinin önünde durdu. Merakla “Neler oluyor?” diye düşünürken ambulanstan dedesinin indiğini ve o koca gövdesiyle onlara doğru koştuğunu gördü.

“Kızım! Kızım!” Diye feryat ederek.

“Dede ne oluyor? diyerek yolunu kesti dedesinin.

“Yok, bir şey oğlum, yok bir şey. Annen nasıl? “

“Bilmiyorum, birden düştü bayıldı.”

Bu arada annesi de kendine gelmeye başladı ama onun aklı ambulansta kalmıştı. O tarafa doğru baktı. Ambulansın çevresi anında mahalleli tarafından sarılmıştı adeta. Bir hareketlilik vardı ama anlayamıyordu.

İki kişi annesinin kollarına girip yan komşuya götürdüler. Annesinin düzeldiğini görünce rahatladı ve yeniden dikkatini ambulansa verdi.

Bu arada iki kişi bahçenin büyük kapısını açmışlar ambulansın geri geri bahçeye girmesini sağlamışlardı. O da koşup ambulansın arkasına doğru geçti. Kapılar açılmış içeriden bir sedye çıkartılıyordu.

Sedyede üzeri beyaz bir çarşafla örtülmüş bir şey vardı. İlk anda algılayamadı ama sonra sedyenin kenarından sarkan eli görünce bunun bir insan olduğunu anladı.

Boğazından midesine doğru bir ılıklığın aktığını hissetti. Kalbi şimdi daha hızlı atmaya başlamıştı..

Kendi bahçelerine bir ambulans gelmişti, içinden çıkartılan sedyede biri vardı ve bu sedye onların evinin kapısından içeri sokuluyordu. Üstelik annesi de bu ambulansın kendi evlerini önünde duracağını anlamış gibi elinde su bakırları düşüp bayılmıştı.

Neler oluyordu? Bir ara dedesinin ağladığını gördü bir anlam veremedi. Tam yanına gidip soracakken dedesi de sedyenin ardından eve girdi. Kendisi de girmek istedi ama içeri bırakmadılar.

Çocuk aklıyla meseleyi çözmeye çalışmasına rağmen bunda başarılı olamıyordu. Neden sonra birden idrak etti. Kendi evlerine sedye üzerinde birisini getirmiş evin içine taşımışlardı.

Annesi yan komşudaydı. O halde bu babasından başkası olamazdı. Ama nasıl olurdu? Daha birkaç saat önce annesinin eline verdiği ihtiyaç listesini dükkâna götürmüş biraz oyalanıp eve geri gelmişti.

Hastalanmış mıydı acaba? Ama hastaysa niçin hastaneye değil de eve getirmişlerdi? İçeride sedyede yatan gerçekten babası mıydı? Ama başka kim olabilirdi ki?

Evlerinde kardeşleri kendisi annesi ve babasından başka kimse yaşamıyordu ki. Demek ki sedyede üzeri çarşafla örtülü kişi babasıydı? Sonra bu insanlar niçin ağlayıp duruyorlardı böyle ne olmuştu?

Bir anda bütün dünya dönmeye, kulakları uğuldamaya başladı. Her şeyi anlamıştı. Evet, babasıydı sedyedeki. Ölmüştü! Onun için insanlar üzgündüler ve ağlıyorlardı ve onun için hastaneye değil de eve getirmişlerdi.

“Peki, ama ya annem, nasıl olmuştu da bayılmıştı durup dururken?”

Çok sonraları anlatmıştı bu olayı annesi ona Ambulansı gelirken gördüğünde bir şeyler olduğunu hissetmiş. Yavaşlamasından ambulansın onların kapısında duracağını tahmin etmişti.

İçeriye aldıkları sedyeyi alt katta bahçe tarafına bakan odaya alıp babasını boylu boyunca yere uzattılar. Üzerinde örtülü çarşaf açılmıştı onu babasının yüzünü de kapatacak şekilde yeniden düzeltip üzerine de tam göbeğine denk gelen yere bir de makas koydular. Kendisini içeriye almadıkları için tüm bunları pencereden izlemişti.

Bir ara kim olduğunu hatırlamadığı biri onu pencereden uzaklaştırıp biraz ilerideki dut ağacının altına doğru götürdü. Birkaç arkadaşı da çevresine toplanmıştı. Şaşkındı ve ne yapacağımı hiç bilmiyordu. O arada iki kişi annesi getirip evden içeri soktular. Bahçe gittikçe kalabalıklaşmaya başlamıştı. Giren, çıkan, ağlayan… Bir hengâmedir sürmekteydi.

Dutun altında oturmuş şaşkın şaşkın etrafı izlemeye başladı. Bir yandan da düşünüyordu.

Daha birkaç saat önce sapa sağlamdı babası. Gülüyor şakalar yapıyordu. Ne olmuştu böyle birden? Yaşlı insanlar ölürdü. Oysa babası gençti daha. Hasta da değildi üstelik. Bütün bunlar yoksa bir oyun muydu? Ama koca koca adamların başka işi yoktu da akşam vakti bir de oyun mu oynayacaklardı?

Ambulans gitmiş olmasına rağmen kanatlı büyük kapı kapanmamıştı. Oradan mahallenin muhtarının girdiğini gördü. Gayri ihtiyari ayağa kalktı. Göz göze geldiler bir an. Birkaç gün önce muhtarın bahçesindeki şeftalilere dalmışlar muhtar da onları kovalamış, yakalayamamış ama arkalarından bağırarak tehdit etmişti yakalarsa eğer kulaklarını kesecekti. Bu yüzden kaçmaya hazırlandı ama baktı ki muhtar gözlerini ondan kaçırıp eve doğru yöneldi o da kalktığı yere oturdu yeniden.

Kapıda amcasıyla karşılaştılar. Sarıldılar, bir birlerine. Muhtar içeri girdi. Amcası da dışarı çıkıp evin arka tarafına doğru giderken cebinden bir sigara çıkartıp yaktı. Sigarayı ağzından alırken bir eliyle de gözlerini siliyordu. Amcası da ağlıyordu.

Bulunduğu yerden geleni gideni izlemeyi sürdürdü bir süre daha. Şaşkındı ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Arkadaşları da pek bir şey söylememişler zaten bir süre sonra da onu yalnız bırakmışlardı.

Kimle göz göze gelse insanlar gözlerini kaçırıyordu ondan Niçin böyle davrandıklarını anlayamıyordu.

Her şey bir anda bütün anlamını yitirmişti. Bir boşluğun içindeydi sanki. Sesler mi kesilmişti, yoksa hiç kimse mi konuşmuyordu?

Babasını öyle boylu boyunca yatarken gördüğünde gelip kulaklarına yerleşen uğultudan başka hiçbir şey duymuyordu. Ne yapmalıydı, onu da bilmiyordu?

O ara yaşlı muhtarın evden çıktığını gördü. Ama bu sefer yerinden kalkmadı. Yine göz göze gelip bir kaç saniye bakıştılar. Sonra muhtar ona doğru yürümeye başladı. İster istemez ayaklandı ama kıpırdamadı. Kaçmayı da düşünmedi.

Ne olacaktı, dayaksa dayak… Hem sonra böyle bir durumda iki tane şeftalinin hesabını mı soracaktı? Ama yine de tedirgindi. Yaşlı adam yanına yaklaştı. Başını iki elinin arasına alıp kendine doğru çekti. Bir süre başı muhtarın göbeğine yaslanmış durumda öylece dikildiler. Bir süre hafif hafif saçlarını okşadı muhtar. Neden sonra

“Gel bakalım şöyle biraz yürüyelim,” diyerek elinden tuttu. Arka bahçeye doğru yürümeye başladılar.

Muhtar amcası uzun boylu biri değildi ama yine de ona göre uzundu. Ona bakarken başını epey bir yukarı kaldırması gerekiyordu. O ise ileriye doğru bakmayı tercih etmişti. Mademki ona bakmıyordu öyleyse onun da muhtara bakmasına gerek yoktu. Önüne dönüp ileriye, tarlalara doğru bakmaya başladı.

“Bu durum bir çocuğa nasıl anlatılır? Bilmiyorum ama şimdi beni iyi dinle evladım,” diyerek söze başladı. Sonra sustu.

Yürümeye devam diyorlardı. Birden durdu muhtar. O da muhtara uyup durdu. Yaşlı adam çocuğun omzundaki elin alıp ikisini birden arkasında bağladı. Hâlâ ileriye doğru bakıyordu.

“Bak evladım bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.”

“Babamın öldüğünü mü?”

Hiç beklemediği bu soru karşısında birden çocuğa döndü muhtar. Bir süre baktı. Sonra bir eliyle başını okşayıp.

“Nereden biliyorsun? Kim söyledi?”

“Hiç kimse, ben anladım.”

“Doğru anlamışsın. İlahi takdir denir buna. Allah böyle istedi ve böyle oldu. Biz insanların yapabileceği bir şey yok, dua etmekten başka. Ecel gelmişse bir şey sebep olur her şey biter. Baban da kalp krizi geçirmiş. Hastaneye gidene kadar… Ambulansta… Öğlen yemeğini biraz fazla mı kaçırmış ne. Zaten şişmandı da… Dedim ya ecel… Gerisi hep bahane...

“Ama niçin? Babam ihtiyar değildi ki.”

“Yalnız ihtiyarlar mı ölür? Bazen böyle senin baban gibi genç insanlar ve hatta çocuklar, bebekler bile… Allah yanına alır onları, çok sevdiği için… İşte böyle... Babanı da çok sevmiş, yanına çağırdı.

“Peki, biz ne olacağız şimdi?”

“Ulan oğlum bu da nasıl soru böyle be?” Diye dertli dertli söylendi muhtar. Gözlerinden belli belirsiz bir hüzün bulutu geçti. Sesi titredi. Ağlamaklı bir sesle.

“Hiçbir şey olmayacak, hayat devam edecek. Bir tek... Artık babanız… Ama bak amcanız var, dedeniz var, biz varız… Değil mi ya? Yalnız olmayacaksınız ki… Yani…” diye devam etti kesik kesik, sesi titriyordu.

“Babam olmadıktan sonra… Muhtar amca sakın Allah bana ceza vermiş olmasın senin bahçene, diğer bahçelere de girip meyve aşırıyoruz diye.”

“O da nereden çıktı şimdi?”

“Hiiç sordum öyle.”

“Yok, oğlum olur mu öyle şey? Elbette başkalarının malını izinsiz almak günahtır, doğru değildir ama… Allah çocuklara ceza vermez. Dedim ya babanı çok sevdiği için yanına aldı onu. Beni ne kadar anlıyorsun bilmiyorum ama üzülmemelisin. Elbette kolay değil bu. Bir taraftan da evin büyük erkeği sensin artık. Ha? Annene yardımcı olmalı onu yalnız bırakmamalısın. Değil mi? Sen güçlü olmalısın ki… Bunlar şimdi konuşulacak şeyler mi? Onu da bilmiyorum ya neyse… Haydi, şimdi dönelim bakalım,” dedi muhtar ve onu beklemeden geldiği yöne doğru yürümeye başladı. “Ama sen bundan sonra hiç kimsenin hiçbir şeyini habersiz olarak sakın ola ki alma. Yoksa babanın ruhunu çok üzmüş olursun,” derken.

Sonunda ağlamaya başlamıştı o da. Ağladıkça içinin boşaldığını, o kulaklarına gelip oturan uğultunun kaybolmaya başladığını hissetti. Yanaklarından aşağı süzülen yaşları avuçlarıyla silmeye çalışırken muhtar amcasının dediklerini düşünüyordu. Haklıydı, artık babası yoktu ve artık evin erkeği oydu.

Peki, ama babasının yaptığı işleri o nasıl yapacaktı? Daha o kadar büyümemişti ki…

Akşam oluyordu. Hava ağır ağır kararmaya başlarken evin ışıklarının teker teker yandığını gördü. Eve gitmeliydi. Gitmeli ve babasını hiç değilse bir kere daha görmeliydi, son bir kere daha…

Bu sefer onu hiç kimsenin engellemesine izin vermedi. Hırsla ve kendisini engellemeye çalışanları gücü yettiğince itekleyerek sinirli tavırlarla ve bağırarak daldı eve.

*** *** ***

Eylül ayının ortalarına gelinmiş. Havalar nispeten daha ılık. Akşamları ve sabahları serin bile oluyor. Bugün yeni eğitim yılının ilk günü. İkinci sınıfa başlayacak.

Sıra oldular bahçede, bütün sınıflar. Müdürün kürsüden konuşmasını dinliyorlar. Arkalarında da veliler… Onu annesi getirdi okula, kardeşlerini yengesine bırakıp. Oysa geçen yıl babasıyla birlikte gelmişlerdi. Artık bundan böyle hep bu şekilde olacaktı demek? Veli toplantılarına da annesi katılacaktı. Öyle ya artık bası olmadığına göre?

Ne çabuk geçiyordu günler. Daha dün gibi... Oysa on gün olmuştu bile, babası vefat edeli. Ve onlar artık buna bile alışmaya başlamışlardı. Alışmayıp da ne yapacaklardı?

Muhtar amcanın dediği gibi hayat yaşayanlar için devam ediyordu ve ölenle ölünmüyordu. Ama öyle de olsa insanın yüreğinin derinlerinde bir yerlerde hiç dinmeyen belli belirsiz bir sızı yine de hep kalıyordu, kendisini her daim hissettiren. Hele bir de çocuksan…

Recep Akıl
Kayıt Tarihi : 16.10.2015 01:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


naçizane...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Recep Akıl