Eylül ayı yağmurları değil de
daha çok akşamları
serin serin esen meltemleri
hafiften kızaran yaprakları
ve üşengeç liseli sohbetlerini
hatırlatıyor nedense bana.
Hani yüzü kızarır ya insanın.
Hani kalburüstü bir mahcubiyet
oturur ya iliğine kadar.
Ah Eylül ah...
Ne de hüzünlü düşersin satırlara
ve ne çokta hatırlatırsın
yaşamakla dolu bir hayatı.
Kapı önü burnunu hafiften çeken çocukları,
pineklemiş tembel kuşları
şimdi kim bilir nereyi
ev bilmiş martı ve
uzun zamandır yuvalamayan leylekleri.
Kıyıdan bakınca artık bacası
bile gözükmeyen gemileri,
yürürken dökülen yaprakların hışırdamasını...
Eli kulağında kestane satıcılarını,
incir reçellerini…
Hırkanın önünü kapatan nar yüzlü teyzeleri,
kapı önü muhabbetlerinin son demlerini…
Çayda edilen yeminleri,
küsmeleri ve elbette yeniden sevmeleri…
Yaza veda, kışa hazırlıktır Eylül.
Kilerleri doldurur en güzelinden yemişler.
Ve örülür en özelinden kazaklar, patikler, kaşkollar ninelerin pamuk ellerinde.
Rumi takvimin yedinci,
dini İbrani takviminin altıncı ayına
denk düşen “Eylül'e
Araplar “Aylül“, Yahudiler ise “Elul” demiş.
Her ikisi de Sami dillerinin en eskisi, 4500 yıllık Akatça‘daki “Elūlu” kelimesinden geliyor; yani “hasat“tan.
Öyle ya güze ekilir kışa yenilir
dallarında kara yemişler.
Babil takviminde de “Ulūlu” olarak yer alan ay; Mezopotamya'nın doğurganlık, aşk ve savaş tanrıçası Ishtar‘la ilişkilendirilir.
Savaş ve aşk...
Dünyanın merkezine oturmuş
ve asla ödün vermeden devam eden
ve edecek olan iki unsur.
Savaşı aşkla betimlemek,
buna övgüler düzmekte
edebiyat ve sinemanın olmazsa olmazı.
Eylül doğurganlığını temsil eden
Mezopotamya'nın kadınları
ellerinde kalın sopalar
dibek taşında
karınları burunlarında tahıl ezerler.
Sabah güneşi değmeden tenlerine,
ekmek pişirirler ocak başında
ve ağlayan çocuklarına süt verirler.
Süt bereketi temsil eder,
emzirmek ise doğurganlığı.
Ah Eylül ah...
Ne de hüzünlü düşersin satırlara
ve ne çokta hatırlatırsın
yaşamakla dolu bir hayatı
Dolu dolu..
Kayıt Tarihi : 27.10.2022 18:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
çekiyor olduklarımızla unutmak ne mümkün şair
sosyal krizlerin yaşandığı ve binlerce masumun öldüğü utanç tablomuzdur çünkü
ayların arasında olmasa olur bence mahsuru yok
mevsimlerin güzelliği bile buruk bize
Güzel insan Yasemin Elbek, ne denir bilemedim çok haklısın. Maalesef yaşananlar o kadar acı ki! Biriyle tanıştım bir kaç yıl evvel kendisi konu arasında tat duygum yok demişti niye diye sormam ile acı gerçekle yüzleşmem o kadar zordu ki. 80 döneminde diline elektrik yemiş.
"Esmer Ölüm" diye bir dörtlük yazmıştım devamını da kitaba ayırmıştım ya buraya pay edeyim isterim:
“Asıyorlar...
Şıkır şıkır lambaları yanıyor
İçimde dokunsal bir sızı
Asıyorlar et pazarında insanları
Oysa şıkır şıkır yanıyor lambalar, insanlar...”
devamı da şöyle:
Aslında yaptığımız tek şey anlamsızlıklar içinde bir anlam bulma telaşı. Rutine bağlanmış hal hatırları ile iyiyim diye geçiştirilen acı yoğuntuları. Gamsızlık denilen olgunun yakamıza iliştiği esmer günlerden geçerken bir Gülten Akın tasviri düşer dilimize, "beni sorarsan kış işte" öyle bir sahicilik vardır ki cümlenin öznesinde kışı yaşarsınız Ağustos güneşinde. Karışmasın aklınız on üç Aralık sehpanın notu (Erdal Eren) hava henüz soğumamıştır. Ve sonra ekler İbrahim Karaca, “asılırken hava soğuk olmasın demiş Hıdır,
“korkudan titriyor sanmasınlar…"
- Yağmur yağıyor
- Soğumuyor ki yüreğim
- Soğutma zaten
- Sen hiç gitme hep kal böyle
- Hiç kimse kalmaz böyle evrilir insan
- Ne var kalsan
- Bırakmazlar, acıtırlar...
- Acımaz ama seni acıtıyorlar ya işte o an ölüyorum
- Ölme kim anlatır sonra; beni bırak herkesi, ya sana beni, seni kendine...
- Çay içelim
- Boş ver sigara yaktık
- Zaten onun için yaktım
- Ölme be!
bir de hatırlarsın "Zincirbozan" adında bir film vardı. askerler komünist diye kamyona topladıkları adamlardan birini kaçırırlar o sırada yanlarından simitçi geçer asker bağırır "alın bunu, bunu da alın"
ona da şöyle yazmışım:
Hani paşalar bakmışlardı ya tren geçerken
“Du bakalim nooolceek” diye sonra da terör ve anarşi alıp başını göğe ermişti ya
Ardına da “bir gece ansızın gelebilirim” şarkısıyla
Darbenin ayak seslerini duymuştuk
Yer sarsılıyordu tanklardan
Apoletleriyle yürüyordu paşalar
Dipçikle yol açıyordu askerler
Barışa ve demokrasiye.
Simitçiler anarşist diye alınıyordu
Kardeş kardeşi kırmasın diye
İçeriye alınıyor
Dövülerek kavga etmemeleri öğretiliyordu
Sonra ne olduysa olmuştu…
Barış ve demokrasi getirmişti paşalar
Üç yıl paşa paşa barış ve demokrasi kusmuştu ciğerlerimiz
Geçerken demokrasiye!
son örnek olsun diye bir de "Üç Fidan" var değil mi?
Üşüyorum anne ört üstümü
Hava soğuk, buza kesmiş her bir yan
Dudaklarım çatlamış soğuktan
Üşüyorum anne ört üstümü
Hava kesiyor, ayaza çalmış sol yanım
Yanaklarım al al
Dallarımda acı, ölüm kokuyor sokaklar
Üşüyorum anne ört üstümü
Kırgın insanlar göçüyor
Kimi içten yaralı, kimi kimsesiz.
(oysa avukat tanık hatıratlarında "soğuktan da olsa titremeyin, korktu sanmasınlar" cümlesi meşhurdur)
Çok haklısın romantizm ile Eylül ayı yan yana bir sarı yaprak hikayesi. Oysa gövdesinden kesilen ağaç ortak acılar. Sevgiler dilerim..
Ama Eylül de gel, bir başka güzel...
Kerem Olmak, hatırlatan dosta selam Alpay'ı çok severim çokta yer vermişliğim vardır sanatçı olarak. Alpay benim için İspanyol şarkıcısı julio iglesias gibidir. Selam ve sevgiler.
TÜM YORUMLAR (6)