Eylem-3 Şiiri - Akın Akça

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Eylem-3

Karşınla “Savaşmaya ihtiyacım var” diyemezsin sen mutlu olmak ve mutlu etmek için –ama kendinle savaş.Güzellikten güzellik var etmek…
Sevmeye başlamayasın onu; sessizliği seviyorum diyemezsin, seni buna batıran kendisiyse sessizliğin!
-

Tek tümsek (geçişlerli kıta yapısal(l) ı intro)

Ah tek tümsek aramızdaki, ses etmemek.
Bir beceriden çok,
konuşmak;
ağzın içine koyulan dili işler kılmak.
Ancak,

ne ki var; herkes göremez,
işitemez herkes.
Yeminim vardır ki verir olacaksın ses;
pes!
ama bu kadarına

bir kereci ama tam
da konuşur olanından sevgilinin…
Korumasın! !
Kimse korumasın.
Koru Tanrım beni aşkımdan kollamaya kalkanlara;

..koruma Tanrım
sevgilimden korumaya kalkışan sevgiliden.
Milyon senelerin tepeler yığdığı
Alüminyum bakışlı, verimli, alüvyonlu bir vaha varediyor
sessizliğe karşın atılan karındaş zarların

içindeki berrak kristalin çehrelerinde
titreşen şeffaf surat ifadelerini ki
oynak da değil ki bu..
ki, Tümsek,
çukur hala.
Siyah, beyaz değil.

ama sarkıt da dikit hala.
Tek tümsek, bu…
Narsist
bir belkemiği yükseliyor
kürek mahkumlarının çektiği norn kadırgada –belkemiği, töhmet altında mı yani.-
dümenlerin gözcü ana direği yüksek ama ben varım orada! !

*
Korku, kuşku ve Çaba

Korku kuşku olsaydı
akrebin kuyruğu olmazdı,
Gözü kör olan
okyanuslar içi ahtapotunun
envai kollarına bunu fısıldayan.

Nasıl ki bir avı yanaşınca,
saklandığı yerden atlıyor hemen
ve küçüklü büyüklü her şeyi
şeffaf ağzından içeri …
Ama gözleri kör, kör.

İşte, gene de masum denemez ama.
Fakat uğraşımız da bu:
Kuşku ile korku,
istemsiz biriktirilmişlikler, kanıksamışlıklar ile gulyabani
bir değildir amma:

Çaba! ! !
Kurt kadar aç
o deminki tümsek
hörgücünde Asya devesinin.
Her yeri kesip yıkıyor çocuğu ölmüş Cengiz:

Samuel Taylor’un elinde Kubilay gelmiş ulaşmış ama.
Kapak olan amerikan yankeesine,
işte Bush’a değin ulaştı.
Bu oluşumların bizle ilgisi ne sevgilim!
Sınırların ayrımlarındaki
bulanıklıktan
beri dur gel diye bu hepsi.

Arılar bitse
son insan da düşüp serilse ölü,
arı mıdır sokup da Mefta eden kendisini.
Akrep midir kuyruğundan sokan,
o oransal koca vücut ya ne için.
Her ikisinin de bir seveni var! !

*
Hayat

Kurtlar sofrasında
karanlık bir beşik kadar çocuk bahçesi salıncağı,
kuramsal deliren,
arkadaşlarından ayrı kurt ya da balığa-martı.
Kumsal sesi geliyor derinden …

Ateşe yürüyen bir kurt.
Deliliği çağıran çaresiz
ve tükenmişliğin bir sol yan sınırında
seğirrteen,
uluması ay ışığına ulema sessizliği nefretini ilet(k) en…

Bu gönderileni sömürtecek ay ışığına!
İçindeki vampiri artık iletti.
Ama basamak olarak kullanmadı hayatı.
Ve ama çünkü birazdan geri alacak;
nefreti, John Coffee gibi geri, alevsel, püskürtecek!

Bir kullanışsız el;
bir hayat.
Bir yaşam,
iki heyecanlı, titrek el;
“BİZ”.

Bir elin hayata canım,
diğeri bana.
Her zaman dediğim(iz) ,
asla kendini bırakma
karanlıklara.
Asla bırakma …

Sümüklü sıçrayan pire böceği
‘“üç kez mi? ”’ diye düşünmez
çekirge için insanın akledebilmişliği misali.
Sıçradı mı sıçrar gider ‘bu zaman’.
Eğdik büktük onu! ! !
ve hepp …

*
Mustafa Kemal.

İshak paşa sarayı’nda
başarılı kanalizasyon sistemini görüp..
varan farkına Dünyanın ilk kaloriferli binasının,
Mu;
Paşaların paşası Mustafa Kemal Paşa! !

İşte meraklı çocuk salıncakta fotoğrafta neşeli! ! !
Dolaşıyor Kocatepe’de.
Çanları susmayan
Çankaya’yı o günden görmüş.
“Düşünüyorum varım”.

En saf bir hürriyet
içte koruyabildiğin kendine dürüstlük.
Gıdıklamaya çalışın bakalım Kırmızı İngiliz kraliyet bekçisini
Ve “mezar olmayan tek kabir”*
Anıtkabir bekleyeni Mehmetçiği! !

Kim gülecek,
kim ağırdan alacak koyup giden bir süre sonra,
ve kim devam edecek görevine bakalım! !
Siyah şapkalısı urbanın eşcinsel Danish
olan bitenlerin bile değil farkında …

Mozoleye tırmanan basamakları
İsmet İnönü’nün
mezarından
gez göz arpacık gibi kilitlemiş
uçurum neonderthali, be ne yapıyorsun orada! !

Sordum diye bilmediğimi sanma
sana seni soran seni diyen sendeki beni.
İşte ruhun orda.
İşte kendin burada.
İşte, kah bedenin orda ve kah, işte, burada ruhun.
Hepten çıktın merdiveni ve sonunda! !

Ruh ve beden birleşti
henüz daha Kulelerin arasına nazır! ! !
Özgürlük! !
Bağımsızlık! !
Hürriyet! !
Aslanlı yol, huzur dolu.

*
Sevgilim,
arttır hep sevgini! ! !
Bir dolu hüner sergile! !
Tuzla
Bazen ancak, yarayı, gerekince, acıkınca …

Biberliyor musun,
Özerk hammaddeden
bakkaldan satın aldığın sebzeyi haşlarken rafineri ocak’ta …
Huuu,
Hu komş …

:Ritm,
Ritm evet.
Ama çokça da melodi.
Çok.
En çok! ! !

Sims oynayan b.sayar çocuu,
“Çocuk bahçesinde ne işin de var o halde? ”
der sana başkalarııı.
Hah!
Bben mi. vay …

İyi düşünüyorsun.
Bazen çok bazen az,
Aynı, bilgisayarla.. bahçe kamaşması gibi hayatın.
Ama yay bunu! !
Yayla atacağın bir ok tersinmesi: ‘barış’ mesela! ! !
KORKU YOK.

‘Destur’
denecek tek bir şey var ise bunlardan teki;
o da “eyvallah”ı
‘cebi dolduğunda sergilediği malum tavır atışları,
sabit fikirli fakir fukara veya zengin kibirlinin’.
BİLİNÇ VAR! !

*
Dızlak

Bebek titriyor soğukta.
Yazın ayaz olmaz
İdi.
Bebek güler.
Hep henüz dızlak …

Direksiyon, pedal ve vites;
Ulaştıracakmısın künefeciye …
Yoksa hep gidecek misin ha!
Nesin sen ya da nelersiniz.
Fabrikadan çıkmadın mı?

“Tükrük köftesi
çimdik çimdik makarna” dedi
oraya gittiğimde tatlıcı Kamil.
“Şöbiyet kalmadı, geç masanın altına;
Bıçkıların buz paten pisti porsiyon tabağı hali hazır.”

Bebek aşeriyor ayazda.
Dinince soğuk az.
Çatılar nedense buz-tortu hala.
Güneş çıkacakmış varacağın yere vardığında;
ressamın kapı kulbu hasır.

3. bebek, ısınmaya başladı …
Değildi
dımdızlak
hiç;
başından beri
Dızlak’ın …

Brrr,
buzdolabını kapat bakayım
az sonra lavabo sefası.
Aşkın cefası yağmur-damla-yaşları,
her anlamsız tartışma sonrası –samimiysen- bu.
Ee ŞİMDİ GEL! ! ! ...

*
Körkötük kapan üstüme,
bir öptükten sonra
çiçekler nasıl çiçekmiş söyle bana.
Bir sarıldıktan sonra
bırakılabilir miymiş,de bana.

Al bu elimi
ve hayat çizgisini falcıya götür
Sonra as duvara bir tablo gibi
eline geçirdiğini.
Falcı yerine bize misafir gelecek uğurböceği.

Titremek
kadar sonsuz
başlangıç kundağındaki heyecan-çırpıntı:
hastalıksız bir çarpıntı.
kör-gözsüz bir en deli aşk.

Tütün çiğneyen
‘bukalemunluğu onun bilinçaltı köylüsü’
4000 yıl öteden doğudan,
seyredebilir –severim onu-
gerçek icra edilen’i …

Bir plaja gidelim
Ama sonsuz olsun.
Güneşi.
Kendisi …
Yağmur bereketi …
Ayrıysak, olmasın hiçbirisi …

Ama dünya da yaşasın.
Ve ayrıysak da
ellerimizden yakın ellerin
bana dokunmaya.
En hissediyorum
varmaya kadar geçecek zamanı, azmin soluğu…

*
Massage

Bana bir mesaj geldi.
Bana bir mesaj geldi.
11 Haz. Kutlu mu?
Bana bir mesaj geldi.
Sana ne geldi?

Tamirden geldi telefon şarja;
aşmış kontör zamanı aveadan, tel tatildeyken.
Utkusu başarının iletebilmek aynını,
gelen ulaşan yarı müphem olsa da.
Ne dersin sen bunlara?

En güzeli
birbirimize yaslanmamız
değil mi Jodii? **
Baban geldiğinde,
baban gene kendisine benziyordu fiziken olduğu gibi ruhen de plajda…

İstediklerimizle yaptıklarımız farkı
bu derece çetrefil olamaz,
bu derece bağlantısız olamaz
bir insan çok çekmiş olsa bile …
Ne dersin canım sen bunlara.

Telgraf yolu
ince bir sessiz çığlık.
Pencereyi açıp
atılmak istenen
ama hep de içi kemiren.
Bir sincap kadar da muzur.

Üstündeki o oyun tekerleğini kaldır.
Hamster değil
sen bir insansın.
Biraz da ciddi olur, bir süre diyelim,
“Empati” diyen
-azcık şundan biraz bundan …

*
Ütü yapanın ütü yaparkenki gözünü bilmiyorum
-ki ben değil mevzu ama ütü de yaptım-
ama gözü biliyorum.
Şimendifer.
kömür.
düdük.

Düdüklü tenceredeki buhar yoğun çıkar,
nasıl pişer o yemek?
Cuf cuf…
Yağmur,
kar.

Evcilik mi ev lilik mi.
Bu pasaportla yurtdışına da çıkılır mı.
Masadan masaya ayak basılır mı.
‘küt! ’ diye düşülür mü
pervazdan…

Moderniteye dengedilmiş bir tür kımız-renklisi
içiyor
yoğun kütle güruh..
görüntüde.
Postmoderniteyi bile algılattırmayacaklar,(!) belli.

Yürümüş gidiyorlar
dengesiz
,fevri çıkışlı.
İstekli, şevkin alasıyla dolu.
Ama kısa süre sonra bitecek.
Anlık hazlar onlarınki …

Amacına giden orman geçişli trenlerin
bilinç alaşımlı raylardan yoksun olmaları gibi.
Oysa abartmanın çokçası denilmez ama budur ‘yalan’.
Hepsi birdir.
Gerçekse diridir.
Diri’de, ekarte edilir talana kanılan.

*
Al bu gönderdiğim çiçekleri
ve avizeye koy ilk seferki gibi.
Takın buz soğuğuna dakka beş gelişleri;
gör akşama 42 C, hrr, yastığa baş basışlarrı …
Sadakat
ekilir.

Büyülü bir meltemin,
sayfiyedeki plajdan dönen akşamüstü
rehaveti batağından
bir adım sonra ama farklı da,
akşamla gecenin birleştiği …

Gecenin üflediği o meltem, yapraklarda.
Tiz bir uğultusu sessizliğin,
söyle bana başaklara asacağın çanı.
Her daim çalışır olacak mı karıncalar?
Her daim yatacak mı ağustos böceği?

İnekler var arkabahçeden öteye, ufukta;
sayfiyede –boyunbağları çanları ile.
Kurutulmuş bataklık
hala sapsaz gibi otlarla kaplı.
Gerçek olamaz, Van Gölü canavarı.

Üfür polenlerini.. bahar ayı! !
‘kim gelecek kim gidecek’
Zamanın
ve ya da anlamsızlığın karekökünün
malı olan konular değil bana göre!
Atan aykırı yürek der ki gerisi hikaye …

Dubleksteki, küvez gibi hapis
o çatı katı misali 2. kat’taki odun balkona çıkmalı.
Merdivenle ulaşılan tavanarası gibi burası.
Düşünmek için vakit oluşturabilecek miyim
buhur hengameler içinden kulaç alırken?
Neyse, uzak değil canım, Türkiye’deyim; ararsın, Denetko’daymısım.

*
Düşünmek eylemsizliği
var olur hepten hissizliğin senin, bazen;
“Sana..” der misin ki buna “..tepkisizim.” Ah yalanın batsın
ki abartmacalar bile yoktur
yoktur yalanın

Işınlar geçiyormuş.
Geçirdiği bu vücudun içinden de artık oldu gamma.
Yerimizden doğru otururken,
Püskürüyor gibiyiz
merkezine güneşin giden, giderken ergiyen

Soğuran devasa karadeliğin nerde olduğunu bilmiyor gibiyim
erimekte olan su kütleyi hazmeden;
ışığı bile aldığından gayri
anlaşılmıştı artık püskürttüğü de radyasyon parçacıkları karadeliğin
ama nasıl hazmediyor sıvıyı onu hiç bilmiyorum

Bir hayal mi bunlar,
öfke
nefretsi
ama kibir ve bencillik asla
Ne var ki bunların hepsi hayat’ta!

Sen değilsin öfke, sen değilsin karadelik;
maddenin hallerinden geçişken olan sensin.
O halde, nasıl diyebilirsin
“Ben bitirdim bunu” –şansın başlattığını?
Ve sen, nasıl diyebilirsin
“Tepkisizliğimdir..”, senden olmayan bir karadeliğin?

Kunta Kinte dans ediyor
içinde, masasının üstünde, tavandan bir tane ampul sallanan mağrasında
güzel sessizliğin timsali,
Aşkı totemi önünde; ve ama.. ahh, onun çevresinde de danseden yerliler var…
Nerden çıktı bunlar?
onlar; öfkenin, ardında saklı olduğu.. şu fırtına öncesi sessizliği
*
Şnitzel pişirmek
mücverin ruhu gibi oluyor
pişmeden önce bu ablak köfte.
Sanki rendeyle tahta yontan bi marangozum da,
kıymıklar fırlıyor, sıçrıyor aşüfte.

Çok derin bir mağara gerek,
dünyadan bile hamsi girebilmek.
Küçük bir noktada
büyük enerji varlığı,
belirli bir süre geçene kadar…

Orağı celladın, az daha yaklaş bana!
kıymıklar fazla doğa’dan,
her ne kadar şarapnel etkisi yaratsala da!
Gördü n mü kuyuyu,
dibe dönerek inen merdivenken başı yerine nevri dönen! …

Sabır taşından yontulma doğal piknik ocağı,
umursamaz tepkisizi hayata sırıtanından
adrenalin şahlandırdığında
saf ateş kor idi! ! !
ve şimdi, daha da …

Geliyor Binatlılar, yüzlerinde
çehreden olmayan yoksun ama yalapşap ifadelerden yoksun çehreleri! ! ! .....
Tesellin ne, aaaa yana çekil iblis –havuzunda pişpirik çamurunun debelenen şu sinsi tecelli! ..........
Yarım kalmış bir hesabımız varr
Ya geçeceğiz, ya öleceğiz! ! ! ! ! ! !
Ya var olacağız, ya da varolmanın habercileridir …..

Bu bir şamardır ‘bağırından fırlayan karanlığın,
özütünü hammaddenin yutmuş ama bunu, ışığı, radyasyonu yadsıyan,
fırından yayılan
zehirleyen
bööceciklerine’! ....
Bilin kendinizi, SAVULUNn üç vakte!

-
*eksisozlukte rastladığım bir ifade idi bu
**burada Jodie Foster’lı Mesaj filmine dair konular var, o kıtada yani –sadece

11 Haz. ’07 bş.gıç
13 Haz. bt.ş

Görüşürüz can dostlar. Sevecen bakın kendinize. Bi tatile falan çıkacağım

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 13.6.2007 21:18:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Akın Akça