Ayrılmayan kim var sevdiğinden, yanmayan gönül kaldı mı aleminden…sebepsiz sevip ve sevilip ı geceyle baş başa kalmadık mı…oy oy deyip kırmadık mı şişeleri sokaklarda, aykırı gülüşlere nispet ağlamadık mı saklı dünyamızda. Dünle devam etmiyor hayat, yarına dönmeden de bilmiyor insan…gele gele hep bu güne geliyoruz canlar. Ne önceki ne sonraki bulunduğumuz an oluyor yaşama seslenişimiz…
Uzaktan daha güzelsin yakınıma gelme ey yar, gelişin çığlıkları taşıyor odama, dokunuşun fırtınalar kopartıyor dilsiz uykularda…seni uzaktan sevmek en güzeli ey yarrr dediğimiz kaç sevda kaldı yaşantımızda…günü birlik deyip veya anlık gülüşler deyip kaç masa devrildi iç odalarımızda…tesellisiz kaldım yine gönül bu abdala bir çare deyişlerimizde yok muydu anlarımızda!
Vardı da saklı düşlere mi sığmadı dersiniz, yalanımız üstümüzdeki elbise olmasın gözler yalan söylemez diyenlerdeysek büyüteç alıp göz bebeklerimizde ne yazıyor diye bakmamız gerek. Dil yalınken gözlerde gerçeği arıyorsak bu demek oluyor ki, kanımca biz hala bakmayı bilememişiz. Toplumun kırık gözlüklerinde kendimizi yok oluşun içinde korkularla süslemişiz. Oysa sevgi şımarığı olmayı her birimiz hak ediyoruz. Bırakalım sevsin diye beklemeyi sevelim de güzelleştirelim gülüşlerimizdeki küskün çiçekleri…
Yoksa sırtımızı davul niyetine kullanırlar geldiğimiz yolu silkelerler.. biz neler oluyor derken kapıların duvar oluşlarıyla karşılaşırız. Geldiğimiz yolda kim bilir neleri ıskaladık, ağaçların çiçeğe dönüşlerini görmeden yeşil yapraklarının soluşlarına da aldırmadık, bu evre içinde kaldırımlarda kaybolan kertenkelelerin peşinden de koşmadık yanlışlık kuyruklarına bastığımızda kuyruklarını hediye bırakışlarına şahit olamadık. Kelebeklerin güne dönüşlerini de yakalayamadık, ayağımıza takılan bir çakıl taşına bastık tekmeyi nereye gideceğine aldırmadık…
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman