İnanmak, okun kalbe saplanmasıyladır. Aklımızın herhangi bir inancı onaması, inanmak için kâfi değildir. Bir başka elin devreye girmesi ve sizi kendine ait kılması gerekir. Gidip görmeyi çok istediğiniz bir yeri düşünün ve cebinizde beş kuruş yok. Tüm gayretinizle bilet parasını bütün etseniz dahi, o yere gitmeniz size bağlı/dair bir şey değildir. Bileti kesen, sizi bir vesaitin içine koyan, gideceğiniz yere sağ salim varmanızı sağlayan bir başka eldir. Evet, Allah dilediğine inandırır!
Hal böyleyken, bileti kesilen ve gideceği yere varan kardeşlerimiz de, karşılaştıkları bahçenin güzelliğiyle mi ilgili bilemem, çok geçmeden bir kibir başlıyor. Bazılarında, bu güzel bahçeyi herkesle bir an evvel paylaşmak isteğinden oluyor bu. Bazılarında ise, bu bahçeden gayrı bir yer olmadığı, olmaması gerektiği duygusu, birdenbire putperest bir düşünceye dönüşüveriyor. Peşi sıra, “bahçenin sözcülüğü”, “bahçenin sahipliği” gibi, durumdan olmadık vazifeler çıkarmaya başlıyorlar. Öyle ki, sürekli olarak bir bahçede olduğunu savlayan bu insanlara baktığınızda, bir bahçede olduklarını düşünmeniz neredeyse imkânsız!
“Elhamdülillah Müslüman’ım! ” deniyor! Elbette, Allah’a bu bahçe için şükretmekte hiçbir beis yok. Lakin bahçeyi tamamen gezip tozmadığımdan, ömrümün sonuna kadar bu bahçede kalıp kalmayacağımı henüz bilmediğimden, ben “İnşallah Müslüman’ım! ” diyorum. Yunus’un dediği gibi, her şeyin yarın Hak divanında belli olacağını son nefesime kadar unutmak istemiyorum.
Müslümanlık, bir süreçtir. Bu süreç, vardığımız bahçeyi gezdiğimiz zamana ve orada tattıklarımızla imtihan edildiğimiz her ana tekabül ediyor. İnsanın, mütemadiyen Müslüman olması, bu yakıcı kulluğun merkezinde ne kadar da güç! Gayretimiz galip gelirse bu bahçenin içinde, elhamdülillah öleceğiz. Bana kalırsa yaratılan herkes bu bahçenin içinde ya… Körün istediği bir göz misali, dolanıyoruz.
Ah çekip de arkam sıra ağlar var
Bakarım bakarım sılam görünmez
Aramızda yıkılası dağlar var
Coşkun sular gibi akıp durulma