Ey güzel asker! ...
Selam sana gönül dolusu
Yurdumun, canımın, namusumun koruyucusu
Dağda, havada, denizde
Kırda, köyde, kentte
Aradığım her yerde
Düşünmeden canını, geride kalanları
Çocukluk, o derin ırmak çağrısı
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Devamını Oku
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
aylar sonra şiirlerinle buluşmak ne güzel
şimdi ben bu güzelliği yaşıyorum
iyi ki varsın iyi ki yazıyorsun
ŞAİR DEDİĞN
Şair dediğin kimsenin
Kalbi
Okyanus kadar büyük
Yanardağ kadar sıcak
Kuş tüyü kadar
Yumuşak olmalı
Şair dediğin kimse
Ahde vefayı bilmeli
Aşka mezar kazmamalı
Eleştiriye kızmamalı
Faso fiso yazmamalı
Şair dediğin
Örnek insan olmalı
Kul hakkı yememeli
Haram helal bilmeli
Şair dediğin
Hortumcuyu sevmemeli
İnançlıya sövmemeli
Bölücüyü övmemeli
Şair dediğin
Şiirin her türünü
Okumalı bilmeli yazmalı
Şair dediğin
Sen gibi olmalı
ŞAHİN ERTÜRK
NÖBETÇİ ŞAİR
(Şiirin Silahsız Nöbetçisi )
Başarılarınızın Devamını diliyorum
Asım'ın nesli diyordun ya,
Nesilmiş gerçek/
İşte çiğnetmedi namusunu,
Çiğnetmeyecek. M. Akif.
Yüce Allah, Şehitler için,' Onlara ölü demeyiniz, onlar başka bir alemde yaşıyorlar.' buyuruyor.
Duyarlı yürekleri ve kalemleri kutluyorum, saygılar.
Birol Hepgüler.
YILDIRIM TÜRKER / Radikal Gazetesi Yazarı (Arşiv)
-----
Işte bir kez daha o kutlu dönemece girdik. Geçtiğimiz hafta şehit cenazelerinden yükselen sesler alışık olduğumuzdan farklıydı. Şehit jandarma Asteğmen Zeki Burak Okay'ın babası Sezai Okay, 'Çocuğumu bu vatana helal etmiyorum' diye haykırıyordu. 'Benim yavrum neden şehit değil, biliyor musunuz? Çünkü benim oğlum Çanakkale'de savaşmadı. Yukarıdakilerin çocukları buralarda askerlik yapmıyor. Tayyip Erdoğan'ınkiler de yapmıyor. Ama bizim çocuğumuz ölüyor işte...'
Zeki Burak'ın anası da Bursa Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Baykurt'a soruyordu: 'Bir sinek dahi öldürmeyen oğlumu dağlara neden gönderdiniz? Siz değil, ben oğlumu kaybettim.'
Bir başka cenazede, şehit piyade eri Yakup Törün'ün dayısı haykırıyordu: 'Olan fakire, ortada kalana oluyor. Altta kalan ezilir. Sonuçta olan budur. Ben gideyim, param olsun, paralı askerlik yapayım. Hemen yapıp geleyim. Doğuyu kim koruyacak? Altta kalanlar koruyacak. Bu hiçbir zaman ders olmaz.'
Şehit ailelerinin şahadet mertebesiyle kendilerini avutamaz hale gelip hesap sormaya durmaları barış umudu adına son derece kutlu bir olaydır.
Bir tören sırasında asabi yiğit Başbakanın yüzüne, 'Artık şehit cenazesi görmek istemiyoruz' diye bağıran vatandaşın aldığı cevap üstüne yazılması gerekenler yazıldı. 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir', 'Şehitlik kolay kolay elde edilen makam değil' gibi cümlelerle öfkesine gem vurmaya çalışan Başbakanın sözlerine açıklık getirme tenezzülünde bulunması bile kutlu bir dönemeçte olduğumuzun göstergesi.
1996 yılının ilk aylarında Express dergisine yazdığım bir yazıya rastladım. Birkaç yıl sonra ateşkeslerle gelen barışı sindiremeyenler aynı şahadet iklimini yeniden yarattılar. O yazıdan bir bölüm alacağım. Çünkü bu konuda yazılabilecekleri o dönemin acısıyla yazarken, on yıl sonra çemberin kapanıp yine aynı noktadan başlayacağımızı beklemiyordum besbelli.
.................................
Geçen gün televizyonda Cuma Annelerinin şehit oğulların mezarı başında gerçekleştirdiği bir gösteride bir baba bu savaşa yönelik anahtar soruyu soruverdi. Biliyor olmanın, bildiğinin bunca basit ama bunca zamandır örtbas edilegeldiğini de bilmenin öfkesiyle titreyerek kameralara haykırdı: 'Neden şehit olanların yüzde doksanı yoksul? Neden ölen zengin çocuğu yok? '
Bu soru, hem de bir şehit babası tarafından sorulduğu anda savaşın sona ermesine yönelik bir umut da filizleniverdi hayatımızın orta yerinde. Çünkü, soru doğru soruydu. Artık bu savaştan söz ederken bu asal soruyu hesaba katmadan hiçbir söz üretemeyiz. Babanın sorusu, bu savaşın miladı olmuştur. Yanıbaşında, acısını kolay taşıyabilmek için şahadet mertebesinin onuru üstüne hırçın bir çaresizlikle haykıran bir şehit yakınını bir diğeri (bu kez kadın) susturdu: 'Ne şehidi be? Oğullarımızı alıp götürüyorlar...' Kadının sözünü kesiveren haber programı daha sonra mezarlıkta kocaman Türk bayraklarına sarınmış acılı insanları gösterdi. Bir kısmı 'Kahrolsun PKK' diye bağırıyor, yoksul elleriyle kurt başı yapmaya çalışıyordu.
Ama o soru sorulmuştu işte. Acılı, Türkçeyi birkaç kelime dışında konuşamayan bir ananın eline 'Kahrolsun Oligarşi! ' pankartı tutuştursanız da, onu bayrağa dolayıp 'oğlum vatana feda olsun' dedirtseniz de gerçek yoksulluk ve acının dili, gün gelecek, kendi kelimelerini bulacak, dünyasını kendi hakikatiyle seslendirecektir.
O babanın, belki hakkaniyet sınırlarını ihlal etmemek, belki ciddiye alınmak için göze aldığı tenzilatı sorgulayalım ilk. Ölenlerin yüzde yüzü yoksul. Neden?
Cevabı da korkmadan verelim.
Tabii sizin çocuklarınız ölüyor. Ölecekler de daha. Bayraklara sarınıp ne kadar ısınabilirsiniz? Bayrağınız dışında kaç kat giysiniz var? Kışa kömür tedarik edebildiniz mi? Şahadet matah bir makam olsa onun sefasını da zenginler sürerdi, hiç merak etmeyin.
Çünkü siz tüketici değilsiniz. Kıyıda yaşıyorsunuz. Ne yiyip ne içtiğinizi bilen yok. Bu dünyada tüketici olarak kayda düşemeyenlerin esamisi okunur mu? Et yiyemezsin, Maret'in seninle ne işi olsun? Allah bilir domates, biberini evinin önündeki bir avuç toprakta yetiştiriyorsun, tarhanan köyden geliyor. Tamek seni ne yapsın? Bir çakmaklık benzinin vardır. Shell, seni tanır mı? Minibüslere doluşur ya da otobüs kuyruklarında beklersin. Tofaş adını anmaz. Hayatında bir bankayla şöyle saygın mudi olarak bir ilişkin oldu mu? Beymen'i duymamışsındır, hangi pazardan alıyorsun basmanı?
Söz üretenlerin anlayamadığı, tuhaf bir denge tutturmuş, yaşayıp gidiyorsun. İnsandan sayıldığını hissetmen için arada oya çağırılıyor, konu komşuya büyüklene büyüklene gidip katillerine veriyorsun oyunu. Ya da gariban oğlunu alıp şehit ediveriyorlar. Al sana vatandaşlık.
Çünkü tüketici değilsin. Kıyıdasın. Marjinallik kelimesini duymuşsan ibnelik sanıyorsundur, ama yazık ki artık marjinalsin. Tüketim içinde, tedavülde değilsin. İşte tam da bu yüzden örnek tüketici bir hanım çıkıp askere 'Kaldırın şu boşları' diyor. Onlar da çocuklarını savaşa yolluyor. Çünkü sofrada yerin yok. Çünkü yangında ilk terk edilecek olansın. Kaydın kuydun yok. İleride Kürtlerle Türkler onca savaş ve siyasi mücadele sonucu bir biçimde birlikte yaşamayı öğrendiğinde oğullarınızın mezarı üstüne öyle görkemli bir anıt da dikilmeyecek....
Evet, ölüler hep yoksul. Bu savaşın nasıl bir savaş olduğunu anlamak için, savaşın nasıl bir şey olduğunu anlamak için doğru soruyu sormak gerek. Neden yoksul Kürtler ile yoksul Türkler öldürülüyor? Neden bu ölümler hiçbir taksidin yarım kalmasına yol açmıyor? Alışveriş dünyası neden bu ölümlerin ardında akıp gidiyor? TÜSİAD şehitleri düşündüğü için mi savaşa karşı? Tüketiciler de rahatça tüketemez duruma düştüklerinde; yiyen, içen, giyinenin de ağzının tadı iyice kaçtığında savaş duracak. O zamana dek bakalım kaç yoksul daha ölecek? Kaç aile yalınayak bayraklara sarılacak?
************************************************************************************
İçine fikir yürüterek girmedikleri bir durumdan insanları, fikir yürüterek çıkartamazsınız... ''Jonathan SWIFT''
************************************************************************************
Bu şiir ile ilgili 4 tane yorum bulunmakta