Eğer bir gün dalımdan bir yaprak düşerse
Yalnızlık ülkesinde halim nice olur
Issız yerlerin güneşi doğmazsa eğer
Dalımda bir çiçek açmazsa
Ey dost söyle! Halim nice olur
Ruh bedenden ayrılınca
Karış adlı yılan dolanınca bedenime
Ey dost söyle! Halim nice olur
Kıyamet güneşi doğunca
Sorgu sual başlayınca
Benden dünyaya gider mi bir haber
Dünyadan bir haber gelir mi bana?
Ey dost söyle! Issız dünyada ne yaparım ben
Kayıt Tarihi : 31.3.2013 14:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İnsan doğar, yaşar ve ölür. Azrail'in güler yüzünü, annem babam ve ağabeylerim gördü. Aradan yıllar geçti. Babamı annemi gördüm rüyamda. Babam: "Oğlum seni çok özledik. Kardeşin de yanımızda. Burası çok güzel. İki yüzlü insanlar yok burada, gel! " Kardeşim 1.5 yaşında iken yaylada kucağımda ölmüştü. Hastalığı kızamık. Onun ölümü kalbimde derin bir yara açtı. Öyle güzel bir kızdı ki, anlatamam. Sabah uyandım. Odamda benden başka kimse yok. Namaz sonrası ağabeyim kolumdan tuttu: "Kardeşim! Madem bir derdin vardı, niye bana söylemedin! " dedi. "Abi" dedim, ama abim yoktu. Hayal gördüğümü düşündüm ama, pek de hayale benzemiyordu. Her neyse, olağanüstü bir olay yaşadım sabah sabah. Hemen ellerimi açtım, dua ettim: "Merhametlilerin en merhametlisi Rabbim! Bir derdim var. Bana yardım et! " Duadan sonra kahvaltımı hazırladım. Tam çay içeceğim sırada kapı çaldı. Açtım kimse yok. Bu şaşkınlığım gün boyu sürdü. Akşam oldu. Bu kez kulağımda bir şarkı. Yine dua ettim, ama şarkı bitmek bilmiyor. Bu işe bir anlam veremedim. Ancak odanın içinde yankılanan bir ses beni çok etkiledi. "Bir gece ansızın gelebilirim." Mevlana Der ki; "Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi… Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla… Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim… İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu… Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi… Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu… Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra… Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana… Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi… Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi… Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta… Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım. Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun önemini öğrendim evde… Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. Gerçeği öğrendim bir gün… Ve gerçeğin acı olduğunu… Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya … Kalp durur … Akıl unutur … Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur … "Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum". Sonunda kalbim durdu. Dostuma giden yolda buldum kendimi. Ve mezarımda bir avuç toprak ve kır çiçekleri.... İşte ölüm bu! ..."
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!