Kış mevsiminin o muazzam mucizesi olan kar, usul usul yağıyor ve görenler için “ acaba tutar mı? ” sorusunu akla getiriyordu. Pelin de istisna olmayı başaramamış ve mutfak camından dışarıyı seyrederken zihninde bu soru belirivermişti. Kar yağışını çok sevmesine rağmen, bu sefer tutmasını istemiyordu çünkü sevgilisi yedi tepeli kentten gelecekti. Yollardaki en ufak bir pürüz bile buluşmalarını geciktirebilirdi.
Nasıl da heyecanlı idi genç kadın. Güneşin doğuşunu bile beklemeden kalkmış ve mutfak penceresinden dışarıyı seyre dalmıştı. Çok kısa bir süre önce yaklaşık bir yıl süren bir ilişkisini bitirmiş olmasına rağmen, kalbi yine çarpmaya ve nefessiz kalmaya başlamıştı bile.
Yeniden aşkı tadıyor, kimselere hesap vermeden, sınırsızca aşkını yaşıyordu. Korkuyordu, hem de deliler gibi korkuyordu. Her zamanki gibi rüyaymışcasına başlayan bu ilişkinin de kabusa dönmesinden ve elindeki bu değerli mücevheri ansızın kaybetmekten ölesiye korkuyordu. İşte bu sabah uykusuz kalmasının sebebi de buydu. Yorgun bir işgününün ardından evine geç saatte gelen Pelin, sancılı rüyalar görmüş, tedirgin bir gece geçirmiş ve en sonunda da çareyi kalkmakta bulmuştu.
Bugün sevdiği geliyordu. İstanbul-Ankara arasında devam eden aşk, artık tek kentte hayat bulacak; Ankara, onların kutsal aşkının da başkenti olacaktı. Saatler vardı Ercüment’in gelmesine ama dakikalar bile ilerlememek için sanki akrep ve yelkovan ile işbirliği yapmışlardı.
Yalım yalım tutuşur kardan örtüler
Yaklaşan güneşin altında
Açar kollarını pencereler
İyiliğin yolları boyunca