Biraz biyoloji hatırlayanlar bunun örneklerini düşünmekten geçikmeyeceklerdir. Üstünlükler biyolojik genetik özelleşmeler olabileceği gibi, pratik yetkinlik ve yatkınlıkları süreçleyen, alışma bulaşmaları da, olacaktır. Sineklerin sokma ve ısırıklarına karşı, ölseler bile bağışıklık sağlayan ekvatoral insanın bu özelliği, çevre koşulsal özelliğidir. Bu özellik belki hiç, Ya da çok az sinek bulunan kutuba yakın veya kutup dairesindeki insanlarının elbette zaafları olacaktır. Kutup insanının soğukta yaşama beceri ve dayanıklılığı özelliği de, ekvatoral insanın, ani bir çevresel iklim soğuması karşısında, kolayca ve çoğunlukça ölmekle baş başa olacağı bir zafiyeti olacaktır. Bu doğal evrimsel çelişmedir.
İşte bunlar, kişinin Ya da kapalı topluluk dönemlerinin, sosyolojik ve biyolojik, geçişen genom ve genomsal denebilir aktarımlarıdır. Bunlar ileride toplulukların ilişki kırılmalarında ve toplulukların karşılaşma ilişki kırılımlarındaki, ayrışan ortaya çıkma, öznellik yansımaları olacaktır. Dolaysı ile, her ayrışma birleşme ittifakı ve tolere eden yaşam biçiminide ortaya koyacaktır. Bu hal toplumsal üreti zorunluluğu ile halk öznelleşmesinin sürtüşmesidir.
Böylece oluşturacakları ittifaksal karışma, katışama, akrabalaşma, yeniden üretme ittifak düzenlenmesindeki tutumlar halksal hazım edilirlik sorunsalıdır. Çünkü toplumsal üretiş, bir bozuk transistörü değişmenizde size, çeçen sineğine bağışıklığınızın olup olmadığı üstün özelliğinizi sorgulamaz. Ancak, sağlık sorgular. Buda topluma aidiyet oluşun özelliği değil, toplumun yeniden üretimini özgür kılan tetiklemedir. Alışkanlıklara yatkın olan halk ve etnik yapı, bunlardan kurtulamama Ya da zor kurtulma zaaf travmasını yaşar. Ancak yeni değişmeleri, yeninin kendi öncesinin tutumlarını, yeni tutuma eklemlerler. Etnik yapı ve halk bunları; ritüelleştitren, sembolize, seramonize edilen, bayaramlaşan, gelenek görenek yapılarla anlar ve sidirir. Genelde KÜLTÜRLEŞEN diyeceğimiz yapıların sürdürülmesini ortaya koyar. İşte bu, zamanla bir halksal tanımlılık, bir topluluk grup aidiyetliği olarak, etnitise tanımlılığını, zaman içinde alacaktır.
Toplum aşamaları, gelişme ve dönüşümü, bir yepyeni silbaştan kuruluş değildir. Bir önceki yapı ve kurumların, düşünsel üretimlerin, düzenlenip ilişkilenip dönüştürülmesidir. Basit bir örnek vereyim: Sadaka, köleci toplum ortaya çıkmadan önce toplumların bilip uyguladıkları bir kurum ve kuruluş yaptırımı değildi. Kimseye ne vahiy edilmiş, kimsede vahiy etmemişti.
Ne zaman ki gelişme köleci toplumları kaçınılmaz kıldı, o zaman, köleci toplumun ezen ezilen ikileşmesinde; karşılanması, telafisi gereken ve topluma bela olan sefalet de ortaya çıkacaktı. Düzenin çelişkileri ortaya konamayınca, yaşamın gerçekliği doğru okunmayınca çözüm: “”rızklar eşitsiz dağıldı”” formülü ile razı edilen kesimlerle kısmen dindirilecekti. Bu sefalet, toplumun huzur ve güvende olmasını tehdit ediyordu. Bu bağlamda ve de suçların önlenmesi babında, toplumsal halksal arayışlar, çeşitli dengelenme karşılanma süreçleri içine girdi. Bu gidişin, bir çözümün telafisi durumlarından biri olaraktan da, sadaka verme olgusu ortaya çıktı.
Kuşkusuz ki, o günkü toplum düzlemi; tüm halkın rahat rahat belli bir düzeyde doyrulabilir bir üretimini sağlayacak, nesnellik ve üretim gücünden yoksundu. Bugünkü zaman zemin düzeyi ise, bu toplumsal sorunsalı çözebilecek olgunluk ve teknolojik düzeydedir. Bunun içindir ki, bir zamanların bu sadaka sosyal kurumunu, günümüzdeki toplum sosyal adalet anlayışına dönüştürmüştür. Bu kurum, yapı ve işlevle ilişkilenip, sosyal adalet kurumuna dönüşmüştür. Bu anlayışla, iş veremediği toplum üyelerine, iş sağlayana değin yaşamını sağlayacak geliri ödemekle, devleti denetlenir ve yükümlü tutulmuştur. Yardımı, kişilerin insiyatifi ve sömürüsü olmasından çıkarılmıştır. Kişi ve halk alanını içine geriletmiştir.
Bir zamanların toplumsal tedirginliğinin çözümüne çare olan sadaka, günümüz toplumunda bir adaletsizliğin, bir hukuksuzluğun üstünü şal örten, kandırmaca ve çağ dışılığı olmuştur. Basiretsizliktir. Çağdışılık ve yobazlık buradadır, dönüşen aktüelleşen sosyal kurum ve yapıları görüp, anlayıp hıfız edemeyen kafalar, eski toplum ilişki biçimini bir özlem olarak, bir ritüel ibadet olarak dile getirip, toplumun güncelin aktüel oluşumunu anlayamamaktadır.
Halk da, bu dönüşümlerini, bu esas üzerine; yani var olan yapının, kurum ve kuralların düşünsel oluşumların üzerine dönüşerek evrilir, izafelenir. Sondan bakıldığında baştaki ilişkiler görülemeye bilir. Bu nedenle de başlangıç düzenlemeler batıl ve hurafe görülebilir.
Dinlerin başlangıçtaki kurumlaşma ve kurumlaştırma işlevi; yani halk içi kişi ve grupların ve halkın, toplum aidiyetleşmesinin aracı olan inançlardır. En büyük yanlışlarından biri de, bu dönüşümü anlayamama bilgisizliğidir. İnançların yapılaşıp değişip dönüştüğü, eski toplum kurum ve kuruluşları, ve hatta bugünkü meşruiyetlikleri batıl ve geçersiz saymıştır. Böylece kendi dönüşme ve izafelendiği zemini görememişlerdir. Ve de bu yapılaşma temeli biçimi ile de, hiçbir zamanda göremeyecektir. Yine inançlar dini sistemlere dönüşünce, buna “”uluhiyet böyle buyuruyor”” deyince; iş, içinden çıkılmaz, bir arap saçına döndürülmüştür.
Toplumlar 4000 yıl önceden beri inançların kurumlaştıran yapılaşmasını, örneğin Eşnunna Hamurabi yasaları gibi, daha nesnel ve daha somut, adımla gidişlere dönüşecektir. Yinede inançlar, sistemleşmeye tamda bu seyirden 700-800 yıl sonra, sistemli dinsel kurallama ve kurumlaştırmalarına usulca dönüşecekti. Eski inançlar, sonraki inançlarında meşruiyetliği oluyordu.
İnançların yani etnik anlayışla belirlenmelerin kadük olduğu, ama mevcut zeminde bazı kuralları hala geçerli ise, yeni olan din “”biz falana, filana da böyle buyurduk”” nakli anlatım ya da söylemini yeğleyip, önce meşruiyet zeminini sağladılar. Eski olan, ama hala geçerli olan kuralları onayarak ilahileştirdi. Böylece önce kendisinin meşruiyeti onanmış oldu. Yeni olanlarıda kendi meşruiyetliği ile meşru kılacaktı. “Sizden öncekilerine de böyle demiştik, ama onlar azıp sapıttıklarından unuturulanları doğru elden gönderiyoruz”” gibi söylemlerle yeni olan kurallar vahi kaynağının kendisi üzerinde, meşruiyetlikle converte (dönüştürme) edildi.
Çok basit, anlaşılır olsun diye, süt kardeşliği kuralını örnek vereyim. Sümerler'den beri toplumlar arası anlaşma, düzenleniş ittifaklaşması farklı iki totem aidiyetin iç evliliğini yasaklayıp, karşı etnik totemler arası evliliği kurumlaştırmışlardı. Gel zaman git zaman çocuk sahibiyet velayeti ortaya çıktı. Örneğin ilk doğan erke çocuk baba ata totem biriminin olması için, ananın emzirmemesini, bebeğin baba tomlumundaki halalara verilip emzirmesi kuralı ön görülmüştü. Çocuk hala sütünü emen diğerleri ile süt kardeşi olmuştu. Dolaysı ile iç evlilik yasağı nedeni ile baba toplumu aidi biri ile evlenemezdi. Ancak kendisini doğuran kadının ata totemli bir aidi ile evlenecekti. Bu kurum sonraki dönemde başka şekillere dönerek gelişti ve ortadan kalktı. Süt kardeşliğinin toplumda gördüğü asıl işlev binyıllar içinde unutuldu. Ama kutsal bir adet olarak sütkardeşliği Asurilerde Samilerde sürdü gitti.
Süt kardeşleşme her toplumun kendi gerçegine göre yapılaşmış farklı işlevili kurumsallıktı. İbrani çoban toplumunda evlilik yapılabilmenin koşulu iken, Sümerler'de Asur ve Babil'de Samilerde evlilik yasağının olduğu bir kutsal geleneğe dönüşmüştü.
Bu uzun bir tarihi evrimdir. Burada belirtmem konu dışına kayar. Ancak toplum bireyleri böylece biyolojik anne olmayan, karşı etnik grup ve toplumdan birinde, süt emerek, hem kardeşleşiyorlar, hem ittifak ve birleşen siteler, site devletleri kuruyorlardı. Hem bu yolla ortaya çıkan miras hukuku gibi sorunları, ilkin; ilk ogulları süt kardeş yaparak, baba yerli yaparak aşıyorlar, hemde süt kardeşler kardeşleşerek meşru yasal evlenmenin de yolunu açabiliyorlardı. İbrani şarkılarında ve Davut'un şarkılarında bunları görmek mümkün.
Yani süt kardeşliği eski toplumun, bu günkü topluma, bugünkü nesep akrabalık ilişkilerine gelinebilmesi için tarihin attığı adımlardaki evrilen, gelişen ileri bir uygarlık ilişkileniş adımı idi. Ana sütü ilk oğula, haram kılınmış, mundar sayılmıştı.
Bir örneğide daha genel olmadan, özel bir örnekle tamamlayım. İlahi dinlerin kaynağı olma özelliği kazanmış Tevrat' tan misal vererek, daha somut kılayım: “””Ananla, kız kardeşinle evlenmeyeceksin”” kuralı Tevrat'ındır. Bu, o güne kadar toplumların kurumsal kuralı içinde meşruiyetlikle yaptıkları bir kuraldı. Burada anlatılmayacak kadar uzun ittifak ilişkilerinin zorunlu sonucu idi bu. İttifaki girşimlerle M.Ö 2000'li yılardan itibaren çocuğu doğuran kadın, çocuğun meşru anası oldu. Çocuğu doğurtan adamda, çocuğun meşru babası oldu.
Böylece ana baba çocuk evliliklerine peyder pey yasaklar getirildi. Musa dönemine kadar M.Ö.1200'lerde bu akrabalık ilişkisi hayli yaygındı. Civar toplumlarda da yaygınlaşmıştı. Kavimini çöllerde dolaştıran Musa, bu kuralı artık bir Tanrı emri olarak sıbıtına (aidiyet ilişkisi olduğu israiloğlu boyları) bildirecekti.
Alıştıra alıştıra, geriletilen bir önceki kurum ve kurallar, hayli yayılma, tanınma kazandıktan sonra bir geçişme ritüel sembolleri üzerinden bir tutum haline getirilmesi gerekiyordu. Yeni ittifaki düzenin en simge kılıcı kurumu yeni sistemleşen dinlerdi. İşte böyle bir geçişmenin arifesinde, birden bir yasa koyucu tarafından “”yasak sayılan”” kural, sosyal toplumsal olan yapının içine alınmasıdır. Değilse, durduk yerde; eğer halk ana ve babası ile evlenme yasağını ezelden beri, ta ilkten beri bilip de sürdürüyordu ise; Musa durup durduk yerde: ”” anan ve baban ile; kız ve erkek kardeşinle, evlenmeyeceksin”” diyemezdi.
Sürecek
Kayıt Tarihi : 14.1.2009 14:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!