Başlangıcın temasçı ittifakı sosyal yapı oluşması, çevreden merkeze doğru bir çekimdi. Sonraki süreç yine çevreden merkeze doğru çekilişlerle sürdü ise de; bu kez de, merkezden çevreye doğru milleti, devleti ve imparatorluktu ve ulusal yapılarıyla salınım veren yöneten bir süreçti.
Bu nedenle çevreden merkeze doğru olan süreçle yapı içine ve yapı temas ilişkileri içine, her biri ayrı etnik yapının, birbiri ile çelişen, çatışan, totemi anlayış ve inanışlar da gelmişti. Böylece çoğul bir politeisttik bir totemi görünüş oluşmuştu.
Yani insanlar sapıklıkla şuna buna tapmamıştı. Tekil etnik yapılar. Kendi bakışımlı bir salınımdı. Yani temasçı olmayan gruplar olduklarından, anlayışları birbirine göre aykırı olan; olaylara kendi düzlemleri içinden bakan yapılardır.
Her bir totem yapılar, benzer sosyal zemin ve insan egoizmi güdenle, seçme ayıklama zeminli oluşla benzer zaman zemin ivmelerinden hareketle oluşuyordu. Ne var ki her bir sosyal oluşum, benzer sosyo-nesnel referansları farklı yorumlayışla ve şekillenişle farklı farklı totemi olmuştular. Totemi aidiyet, sizi diğer oluşmalardan ayıklayıp seçen bir anlayıştı.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta