Et Yememenin Anlamı Şiiri - Şair Berzan

Şair Berzan
72

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Et Yememenin Anlamı

Kara Mecmu-A’nın son (9.) sayısındaki İsmail İrem kardeşimizin 46. ve 47. sayfada yayınlanan yazısında adım geçtiğinden ve bu konuda bir taraf olduğumdan dolayı cevap hakkımın olduğunu ve cevabımın bir sonraki sayınızda yayınlanması gerektiğini düşünüyorum.

Anarşist camiada vejetaryenizm-veganizm konusunda tartışma ve polemik başlatmak isteniyorsa sevindirici bir olay. Fakat bu İsmail İrem’in yazısındaki tarzıyla başlamamalıydı. Bu yazıda kötü giden bir şeyler var.

Önce kara Mecmu-a dergisi editörlerine ve çalışanlarına rahatsızlıklarımı ve eleştirilerimi dile getirmek istiyorum. Şayet Kara Mecmu-A dergisi anarşist veya anti-otoriterlerin çıkardığı bir dergiyse (ki öyle olduğunu düşünüyorum) , ve yayınlanacak yazılar konusunda bir karar alma mekanizması varsa tartışma yazılarında da dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum. Bu son sayıdaki diğer yazıları okumadım fakat İsmail İrem’in yazdığı yazı Kara Mecmu-A dergisinin genel söylemine hiç uymadığını söylemek isterim. Çünkü yazı Türk-İslamist bir fikir etrafında yazılmıştır. Bununla ilgili birkaç soru sormak isterim: Kara Mecmu-A dergisi ne zamandan beri dini bayramları kutlayan sloganik sözlerle biten yazılar yayınlıyor? Yazı dergi basılmadan önce hiç tartışılmadı mı? Neden dergide Kurban bayramı gibi İslamik bayramları kutlayan, gerici Türk-Osmanlı-İslam kültürünü göklere çıkaran yazılar çıkıyor? Acaba ben mi yanlış okuyorum..Ama yazı önümde…her şey ortada…

Karşımda bir anarşistten çok Türk-İslam örf ve adetlerine ve kültürüne sıkıca bağlı, dini bütün bir arkadaş var. Amacım küçümsemek değil ama bu eleştiriyi Kara Mecmu-A’da değil de mesela Aksiyon dergisinde görseydim anlayabilir ve ona göre cevap verebilirdim. Ama şimdi İsmail İrem’le nasıl ve hangi değerler etrafında tartışacağımızı pek kestiremiyorum. Eğer örf ve adetler gibi değerler etrafında tartışacaksak hiç gerek yok derim. Ama özgürlük gibi bir değer etrafında konuyu tartışacaksak seve seve.

Hemen yazıya geçmek istiyorum…çünkü söylenecek çok şey var. İlk önce yazının doldurulmuş önyargıyla yazılmış olduğu kesin. Yazının girişinde ve sonlara doğru özellikle Vejetaryenlik ve veganlığın bir kimliğe bürünme arzusu olanların sahip çıkabileceği fikirler olduğu yansıtılmaya çalışılıyor ve tartışmanın baştan kopmasına sebep oluyor. Çünkü burada tartışma kişisel bir boyut kazanıyor. Ve ben de aynı eleştiriyi İsmail’e yaptığımda tartışma tıkanır. (Bak! İsmail…sen anarşistliği veya her neysen bir kimliğe sahip olabilmek (yani bi baltaya sap olabilmek) için kendine yakıştırıyorsun derim.) . İsmail İrem sanırım görmüş geçirmiş, toplumda önemli bir statü kazanmış yaşlı bir arkadaşımız ki bu tarz psikolojik eleştiriler yapıyor benim gibi kimliksiz-kişiliksizlere. Burada da Gerontokrasi kokuyor.

Bir de yazının büyük bir bölümünde vejetaryenliği ve veganlığı nasıl savunmamamız gerektiği konusunda öğütler alıyor, veganlığın ve vejetaryenliğin ancak dini boyutlar kazandığında mantıklı olabileceği ve anarşist ahlakla vejetaryenizmin bağdaşamayacağı düşüncesini alıyoruz İsmail İrem’den. Ayrıca yok tarafımızdan hayvan yiyen insanlar cannibalizmle (yamyamlıkla) suçlanıyormuş da, yok insanın aslında otçul olduğunu iddia ediyormuşuz da, yok bitkilerin canı yok muymuş da, bir sürü içi boş eleştiri görebiliyoruz yazıda. Bu da onun vejetaryenleri, özellikle de anarşist veya anti-otoriter vejetaryenleri ne kadar anlamadığının bir delili. Hani birazcık daha Veganarşi fanzine veya Internet sitelerindeki tartışmalarımız takip edilseydi bu kadar yazıya gerek kalmazdı. Her bir eleştirisine verilecek cevaplarım var ama bazı eleştirileri var ki, beni bağlamıyor. Mesela Vitamin hapları önermek gibi. Vitamin hapları vejetaryenliğimizi veya sağlığımızdan çok Tıp endüstrisini iyileştirir ve bi boka benzemezler. Hangi bitki, sebze, meyve de ne kadar vitamin var onu öğrenmek vitamin eksikliği sorununu çözebilir. Ancak ilerlemiş acil durumlarda önerilir onu da doktorlar yapar.

Mesela et yiyenleri yamyamlıkla suçlamak. Böyle bir şey söylenmedi. Kimsenin de ciddi ciddi söylediğini zannetmem. Olsa olsa şakadır.

Diğer eleştirilere gelince,örneğin:“ Bunun karşısında vejetaryen ve veganların tepkilerini Türkiye’nin “çağdaşlaşmış” insanının kendi toplumunda ve toplumsal gövdesinde “kopuşa” bir işaret olarak algılamak mümkün.” Burada Türk-İslamist söylemin muhafazakar bir örneğini görüyoruz. Çağdaşlaşmış insanın Türk örf ve adetlerini bir kenara bırakıp çağdaş bir kimliğe bürünmek özentisi içinde olduğundan bir kopuşa neden olunduğu anlatılmaktadır. Yani çağdaş dünyanın vejetaryenliği ve veganlığı Anadolu kültürünü dejenere ve asimile etmek için yayılmaya çalışıldığı anlatılmak istenmekte ve vejetaryen fikir yazının başından hain ilan edilmektedir. Toplumsal gövdeden kopmak konusunda da şunu söyleyebilirim: şayet anarşist veya anti-otoritersen ve Kara Mecmu-A gibi Anadolu topraklarında marjinal kalmış bir dergide fikirlerini beyan etmeye, insanlara duyurmaya çalışıyorsan sen de zaten bu gövdeden kopmuşsun demektir. Kopmamanın bir erdemi yok zaten. Bu hiyerarşik kültüre ya dahil olacaksın ya da bu kültürü reddedip yeni bir kültür yaratmaya çalışacaksın. Ben de senin gibi ikincisini seçtim.

İsmail İrem, hayvanların deneylerde vahşi deneyler yapılmasını, anti-biyotiklerle kilolarının 2-3 katına çıkarılmayı, doğal ortamlarından çıkarılmaları argümanlarını boşa çıkarıcı, önemsiz ve saçma ilan etmektedir. Çünkü aynı uygulamalar bitkilere de yapılmaktadır. Evet doğru ama bu yapılan zulmü ve işkenceyi haklı veya meşru kılmaz. Sanırım İsmail İrem’in işkence ve zulüm konusunda pek bir sorunu yok. Bir insandan bahsedilse bu durumda aynı cümleleri kullanabilir mi? Ya biz şöyle deseydik mantıklı olur muydu? “İnsanlara yapılan işkence ve zulüm devletin ve otoritenin zalim olduğunu göstermez. Çünkü aynı uygulamalar hayvanlara da yapılıyor.” diyerek çıkalım bakalım işin içinden. Böyle eleştiri olmaz.

Bitkilerin zulüm görmesine de vejetaryen ve veganların hayvan zulmüne karşı oldukları kadar tepkili olduklarını belirtmek isterim. Çünkü anarşist veya anti-otoriter vegan-vejetaryenler için sorun “doğal yaşam”ın yok edilmesidir. Bu noktadan bakıldığında da bitkilerin hormonlarla yetiştirilmesine vegan-vejetaryenler de karşıdırlar. Fakat bu bitki ve hayvan zulümlerine karşı bir tavır söz konusu olduğunda hayvan yemek boykot edilebilir. Çünkü hayvanlar insan türüne en yakın varlık olmakla birlikte, bitkilerden farklı olarak insanlar gibi merkezi sinir sistemlerine sahiptirler ve bu zulümden doğrudan (insanlar gibi acı çekerek) etkilenmektedirler. Bu da hayvan yememek için fazlasıyla geçerlidir. Acıyı, karanlıkta veya gözlere sokulmuş aydınlatmalar altında hapsedilmeyi ve bitmeyen ağrıları düşünerek hayvanlarla kendimizi bir an için özdeşleştirdiğimize bunu anlayabiliriz. anlayamıyorsak biraz duygu noksanlığımız olsa gerek. Özdeşleştiremiyorsak, insanlara yapılan işkenceleri nasıl anlayabiliriz.

Fakat ben hayvan yemeyi daha çok hayvanların acı çekmeleri üzerinden değil de hayvanlara ve gezegene yapılan zulmün başlangıcı ve nedeni olduğunu düşündüğüm doğal ortamlarından alınma, kaçırılma ve yapay ortamlarda yetiştirme gibi uygulamalardan yola çıkarak varıyorum bir sonuca. İnsanın otçul olduğuna da inanmıyorum. İnsan evriminin 1,8 milyon yıl öncesinden bu yana avcılık yapmaya başlayan ve 400 bin yıl öncesine kadar hayvanları diğer etçiller gibi avlamayı bırakıp onları evcilleştirmesiyle başladı hayvanlara yapılan bugünkü zulümler. Acaba 1,8 milyon yıl öncesinde insan türü vejetaryen miydi? Bilemiyorum fakat ilk insanın ataları olarak bilinen Australopithecus türü meyvecildi ve alet kullanmadığından avcılık yapamıyor yani hayvan yiyemiyordu. Zaten diğer etçiller gibi keskin pençeleri, dişleri ve çeviklikleri de yoktu. Etçil hayvanların hiçbir özelliğini göstermiyordu. Fakat arada sırada hayvan leşleriyle ve karıncalarla da beslendiğini biliyoruz. Fakat sorun insan türünün aslında vejetaryen ya da etçil olduğu değil, 400 yıl önce hayvanların evcilleştirilmesiyle başlayan ve evcilleştirilmiş hayvanların evrimleşerek insana bağımlı yaratıklar haline gelmesidir. Şu an, ahırlarda hapsedilen sığırlar veya küçük başlar ve kümeslerdeki tavuklar hatta köpekler, kediler (hatta fareler de belki) tür olarak doğaya bırakıldığında türlerinin yok olmamasına ne kadar dayanabilirler. Dayanabilirler mi? Hayır. 400 bin yıl öncesine kadar hayvanlarla biyolojik sınırlarımız net çizilmişken ve doğada bir uyum varken, evcilleştirme süreciyle birlikte bu sınırlar ortadan kalmış (kötü anlamda) ve bağımlı türler yaratılmıştır. İnsan kendini doğadan ayırıp doğanın efendisi rolünü üstlenmiş ve denge bozulmaya başlamıştır. İnsan gezgende her ne varsa kendisi için var olduğuna inanmış, talan etmeye başlamış ve bu sürecin son noktası olarak 10 bin yıl önce Uygarlığın ortaya çıkmasıyla da şu anki resmi talan sistemine öncülük etmiştir.

Et endüstrisine de pek değinmek istemiyorum. Çünkü yeterince biliniyor bu zulüm tarihinin son aşaması olduğunu. Dünya’da nasıl doğrudan açlığa, kuraklığa ve hava zehirlenmesine neden olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bununla ilgili bana güvenmiyorsanız, bir çok resmi istatistikler vardır. Mesela dünyanın tarım alanlarının yüzde 60’ının hayvan otlağı olarak kullanıldığını ve o alanların tarım alanı olarak kullanıldığında dünya kıtlığını çözebileceğini, günde 30 kişinin doyabileceği kadar soya fasulyesi, mısır gibi ürünlerin sadece 1 sığır için harcanmasını, domuz endüstrisi için (bu örnek İsmail İrem’e uymasa da) San Fransisco gibi bir şehrin suyunun yüzde 35’inin harcanmasını belki biliyoruzdur.

Kısaca hayvan zulmünü insan zulmünden ayrı görmenin bir anlamı yoktur. Eko-sistemde yaşamlar nasıl birbirine bağlıysa ve biri diğerinin yokluğundan etkileniyorsa, kapitalizme ve hiyerarşik sisteme karşı çıkarken hayatın her alanına, beslenme biçimimize dahi dokunmamız ve sorgulamamız gerekiyor. Ve yaşamlarımızı dönüştürmemiz gerekiyor.

Et ve diğer hayvan ürünlerini yememek bireysel-politik bir tavırdır. Kimseye vejetaryen bir anarşist toplum dayatılmıyor. Kimse vejetaryen olmak zorunda değil. Fakat beslenme biçimimizdeki hiyerarşiye değinmek ve müdahale etmek de gerek. Tabağında her hangi bir yemeğin içinde veya ekmek arasında yediğin o lezzetli şey nasıl işlemlerden geçiyor, bu hale gelene kadar bu hayvan neler yaşadı, yaptığımız şey adil mi bunları hiç düşünmüyoruz. Mesela bir aslanın geyiği yemesiyle bizim hayvanı kesene kadar daracık ahırlarda, kümeslerde esir edip, sömürüp daha sonra zalimce makinelerle kesmemiz aynı şey mi? Kıyaslayabilir miyiz? Aslan mı cani biz mi? Bir çok belgesel programı aslanların ve diğer etçillerin cani olduğu fikrini uyandırıyor bizlerde ya et endüstrisi veya hayvan yetiştiriciliği? Etçiller veya avcı toplumlar (tabii gerçek ilkel olanları) avlarını hemen öldürürlerken, onları esir etmeyip, işkence çektirmezlerken biz n’apıyoruz? İşte bunlara cevap verilmesi gerekiyor.

İsmail İrem vegan-vejetaryenlerin ağzının tadı olmadığını söylüyor. Biz de ona ağzından kanlar damladığını ve silmesi gerektiğini söylüyoruz ona.(Bu paragrafı ciddiye almayın…)

İsmail İrem’in yazısındaki şu cümle kendisini az kalsın Sosyal Darwinizm’e ve faşizme götürecekmiş ki son anda kurtarmış kendini “Bilinir ki doğadaki besin zinciri bir canlının bir başka canlıyı yok etmesini zorunlu kılmaktadır ve bundan insan toplumlarına dair sonuçlar çıkarmaya çalışmak bizi sosyal Darwinizm’e ve hatta faşizme kadar götürür.” Burada kendini sorgulama, engelleme var. “Ulan ben napıyorum? Valla Sosyal Darwinizm’e gidecem ha. Kendime hakim olmalıyım.” gibi.

“İnsanoğlunun kolay ve daha yoğun olarak protein ihtiyacını sağladığı tek gıdadır et.” diyor İsmail İrem ve iki yanlış yapıyor. Bir, İnsanoğlu eti kolay sağlayamıyor bir kere. Aksine en zor sağladığı şeydir. Çünkü hem pahalıdır hem de hayvanların yetiştirilme süreci kolay değildir. Hayvan yetiştiriciliğini iyi bilmek gerekiyor. Buğday yetiştirmek mi zor hayvan mı? İki, et protein ihtiyacını yoğun olarak karşılayan tek gıda değildir. Mesela mercimekte etten daha fazla miktarlarda protein vardır. Bulgur, fasulye ve bir çok sebze için geçerli bu. En iyisi bir besin tablosuna sahip olmak ve bilmek.

Canlıları üstün ve aşağı canlı olarak ayırmanın bir nevi biyo-türcülük olduğunu söylüyor İsmail İrem. Kendisinden başka kimse bunu yapmıyor. İsmail İrem’e göre İnsan üstün tür, diğerleri ise aşağı tür, bütün türler insan için yaratılmış. Ispanak’la sığırı ayırıyormuşuz. Doğru…hiç ıspanağı keserken çırpındığını gördünüz mü, ya kaçmasın diye bağlandığını, hapsedildiğini? Demek ki farkları varmış di mi?

İsmail İrem yine dini öğelerini öne çıkararak diyor ki, “Hele de bunun kutsandığı dinsel ritüeller ve toplumsal manada dayanışmalara vesile olan yönleri de varsa daha dikkatli olmakta yarar vardır.” Ayrıca et yememenin oruç tutmak anlamında yapıldığında mubah olduğu fetvasını da alıyoruz İsmail İrem’den. Onun dışındaki bütün et yememe gerekçeleri caiz değildir. Ben, açıkçası İsmail İrem’i anlamıyorum. Hatta Mecmu-a dergisini anlamıyorum. Karşımda bir İslamist var sanki. Sanki değil öyle.

Türkiye’de yaşayan insanların inançlarına saygı göstermekten ve uyum sağlamaktan bahsediyor yazıda İsmail İrem. Ona yazısının yayınladığı derginin diğer sayfalarını da karıştırmasını, derginin hangi felsefeye sahip olduğunu öğrenmesini söylemekten başka diyebileceğim bir şey yok bu konuda. Çünkü Anarşizm hiçbir gerici düşünceye, kültüre saygı göstermez, yok etmeye çalışır. Yenisini yaratmaya çalışır. Kişilere saygı ayrı bir konudur. Kimse benden Türk-İslam düşüncesine saygı göstermeyi beklemesin.

Kimlik bunalımı söylemini yazının sonlarına doğru doğrudan bana yani Veganarşi’ye yüklemeye çalışarak tartışmayı kişiselleştirmiş ve olabildiğince çamura yatılmış. Ne diyebilirim? O hayvanı neden özgürleştirmeye çalıştığımızın nedenlerini de yeniden söylemeye gerek yok sanırım. Veganarşi ile ilgili açın halinden anlamaz gibi popülist bir suçlama da yapmış. Bu da yanlış bir suçlama. Çünkü et yememek ezilenlerin beslenme biçimidir zaten. Ucuzdur, lüks değildir ve ezilenlerin İsmail İrem gibi ağız tadlarını ve keyiflerini düşünecek halleri yoktur. Fakat et yemek onlarda büyük bir özlemdir. Çünkü et zengin yiyeceğidir. Fakirin amacı zengin olmaktır. Zengin olmak da onlara göre et yemek olduğu için et hep fakirlerin hayalidir. Ama yanlış mantıklardır. Anarşizm ezilenlerin, fakirlerin ve açların yanındaysa onlarla aynı düşünmeye değil, bu mantığı yani ezen-ezilen mantığını yok etmeye çalışan bir felsefedir. Anarşistlerden popülizm beklenemez. Çünkü popülizm iktidar hedefi olanların işidir.

Bir sonraki paragrafta damak tadı olayına girilip Türk-Anadolu Mutfağına övgüler yağdırılmıştır. Acaba İsmail İrem Kültür veya Turizm Bankalığında mı çalışıyor? Turizm Bakanlığının bu seneki turizm hedefi tutmadı da mı Anarşistlerin dergisinde böyle bir yazı yayınlatıyor. Bunu da merak ediyorum.

Son olarak şunları söylemek istiyorum. İsmail İrem arkadaşımızın anarşist veganizm ve vejetaryenizm konularında daha fazla bilgi sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Ön yargıyla, psikolojik kişisel ve “Bu kültürümüze aykırı, yaptığın yanlış, bu vejetaryenler kimlik bunalımında, sorunlu insanlar bunlar” gibi eleştiriler yaparak bir yere varamayacağını söylemek istiyorum.

İnsanlara, Hayvanlara ve Tüm Gezegene Özgürlük!

Ispanağa Bile…

Şair Berzan
Kayıt Tarihi : 16.6.2008 17:52:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Su Polat
    Su Polat

    Bugün vejetaryenlik üzerine konuşurken yaptığım eleştirilerin ardından 'yeni insan nesli senin gibi olacaksa hiç olmasın, lanet olsun o nesle' ve anlamsızlaşan sözler duydum ve bunun üzerine biraz google araştırması yapınca bu yazıyla karşılaştım. Konuşmak, takip etmek ve bilgi edinmek isterim. Şahsımı 'düşmüş' tüketici, geri zekalı otobur olarak niteleyen kimselere savunma yapmak için değil. Sadece tam anlamıyla öğrenmek için.

    Cevap Yaz
  • Oğul Gençay
    Oğul Gençay

    *
    Önemli Not :

    İşbu yazının kaynağı ''www.hayvanozgurlugu.com'' isimli sitenin forum sayfalarındadır.
    Söz konusu yazının altında yazarlarını ve kaynaklarını belirtmiş olmama rağmen ya sistem, ya da sayfa editörleri tarafından belirttiğim kaynaklar silinmiştir... / Suçlunun(!) hangisi olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok.../ Bu boktan durumun neden olduğundan ve de nereden kaynaklandığından da...
    Velhasıl-ı kelâm, durup dururken adımızı hırsıza çıkaracak olması ihtimalinden dahi korktuğum bu durumu ''Yetkili Şair'' olmadığım için düzeltme şansımın da olmamasından dolayı (maalesef) bu yorum kutusu altından yapıyorum...
    Yapıyorum; çünki yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi adına bu uyarıyı yapmak durumundaydım... //

    İzanınıza...
    Dostlukla...


    Dip Not : Söz konusu yazılara ve tüm kaynaklara yukarıda verdiğim linkten ulaşılabilir.../



    B E R Z A N




    *

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Şair Berzan