Aramızda sadece küçük bir şehir duruyordu seninle, uzaklığını kestiremediğim, yürüsem varacakmışım gibi gelen. Çocukluğumuzdan kalan yetiştirilmemiş toy acılarımız vardı, hayattaki tek vazifesi engel olmak olan ortak acılarımız ikimizinde.
Aşk sevgisiz kalmış kırılgan bir çocuktu içimizde. Ve hiç yabancılık çekmiyordu kalbim bir kız çocuğunun betona sürtmüş dizindeki eşdeğere düşen sızıya, hatta alışmıştı bile buna. Herşeyi değiştiren zaman bir tek acılarımı aynı bırakmıştı.
Evimin önündeki sokak, her gün önünden geçtiğim gazete aldığım bayi, şehirdeki, toplu taşıma otobüsleri ve mahalledeki evlerin duvar renkleri, her şey değişmişti. Hatta yüzünü bile hayal meyal hatırlıyordum, âşık olduğum yüzünü.
Aradan çok zaman geçmişti hem de tüm kırılgan mutluluklarımı unutturacak kadar çok zaman. Farkında olmadan ya da bile bie yalın ayak girmiştim aşkın topraklarına; bir şeyi, hayatımda eksik kalan bir şeyi tamamlamak adına hem de fazlalaştırırcasına tamamlamak için koşmuştum o topraklarda yalınayak…
Eskiden kalan eksikliklerimi.
Böyle bir şehirde seninle yaşamak huzur veriyordu bana, alışılmış bir huzur değildi benim için. Bu mevsimde daha bir şirin oluyor bu şehir, kendine hayran bırakan büyülü bir kurgusu var, akşamları ise kendini terk edenlere aldırmayan ama yinede içinde sakladığı kaygıyı belli eden bir şehir.
Ben yüzüne bu şehirde âşık oldum ve yüzünle aydınlanmıştı bu şehir o günden sonra tüm kirli duvarlarına rağmen. Ne zaman gidişin gelse aklıma kendime haksızlık etme duygusunu yaşıyordum, garip ama bu gerçek geliyordu bana ve gittikçe korkutan bir histi bu beni.
Benden daha da çaresiz, umutsuz ve eksik insanların olduğunu hatırlamamdı bu hissi yaşatan. Acaba öylemiydi gerçekten, bu şehirde benden başka da acı çeken insanlar vardıydı?
Eğer öyleyse, mümkün kılan da bu gerçekti kendime haksızlık etmemi. Ve yine bu gerçek olmalıydı beni korkutan. Çünkü en çaresizi en umutsuzu ve eksik olanı ben olmalıydım, bu şehirde yalnızca ben…
Kendimi bunun için zorluyordum, aklımda hissettiğim ne kadar gücüm varsa seferber ediyordum bunun için. Ben bu şehirde bu kadar insana haksızlık ederken; sen başka coğrafyalarda ilk iklim arkadaşlığında yeni tenlerle buluşuyordun.
Senin için hayat nedenleriyle beraber sunum yapmıyordu çünkü sade ve kıvamında bir yaşantısaldı sana verdiği.
Karşılaştığım her insan gözü yetersiz kalıyordu seni görmek için, sade ve duru bakışlarda heykelleşiyordun.
Çok uzaklarda, birileri bir şeye çok üzülmüş ve bu hastalıklı duyguyu tüm havaya yaymıştı. İçime çektiğim her nefeste bu duyguyu hissediyordum sanki.
Az ilerde yüzünü başka bir yüzle örtmüş, ellerinin üstü tüm yorgunluğuna kanıt, gözlerinde alıngan bir umut olan ve beklide önündeki üçtane selpaktan başka bir şeyi olmayan yaşlı bir amcanın; hayata karşı soğuk bakışlarında üşütmesiydi beni, bu hastalıklı duyguda bırakan…
İçimde büyüttüğüm acı beklide alıştığım bir acıydı. Bunun için diğer tüm acıları, acılı insanları reddediyordum kendimden. Çok bencilce bir davranıştı bu ama öyle olmalıydı benim için.
Babam on üç yaşında kaybetmişti babasını, hayat tam o yaşta söylemişti, beklenmedik bir zamanda umursamaz merhabasını. Bir kaybedişten daha fazlasıydı bu o yaştaki bir çocuk için. Babasının ölmeden önce kendisine aldığı ama giyemediği ayakkabısını tam kırk sene saklamıştı babam hiç giymeden. Her baktığında o ayakkabıya yeni gidişlerin muhtemel olmasıydı gözlerini korkutan. Zaman zaman görüyordum o ayakkabıyı ve ne zaman görsem sen aklıma gelirsin.
Sıradan başlayıp en başa koyduğum; yokluğum, yoksulluğum olursun o ayakkabıda…
Yokluğundu aslında beni mutlu eden; çünkü benim ancak o duyguyu yaşayabilecek kabiliyetim vardı. Hayat beni o yönde eğitmişti. Ne kadar çok benden uzak olursan o kadar çok sevmeye başlıyordum seni, sonsuz bir yokluk kaygısıyla.
Bu yüzden hep korktum, kararını değiştirip bir gün buralara gelmenden korktum. Çünkü gelirsen eğer sana olan özlemim bitecekti ve buydu seni bana sevdiren.
Biriktirip, sığınaklara gizlediğim özlemlerim eğer sen geri gelirsen açığa çıkacaktı, tüm şehri, şehirden gizlediğim arzularım saracaktı ve geriye boş sığınakların duvarlarında intihar etmiş sevgi ruhları asılı kalacaktı.
Onun için sen uzakta kal ne olur! Çünkü hiç ellenmemiş kırılganlıklarım vardı benimde senden kalan; eskide bırakılmış bir çocukluğun sakladığı o ayakkabıdaki gibi; tahammülsüz bir yarayı kanatan…
Mesut Dursun ArtvinliKayıt Tarihi : 17.4.2010 22:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!