Eski Yalnızlık Şiiri - Günay Güner

Günay Güner
1

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Eski Yalnızlık

GÜNAY GÜNER

_____________________________
ESKİ YALNIZLIK
_______________________________

KISA TARİH

henüz adı konmamışken denizlerin
izini sürdüm göçer kuşların
bir kez olsun duymamıştım
kinini barbarların

gördüm kanatlı düşlerini çocukların
ay hüznündeydi bakışları atımın
yarınsız bir anında sonsuzluğumun

KIRIK DÜŞ

Yitirdik maviyi
Uzak denizlerinde sevdanın
Bulabilmek ellerini
Anımsamak ansızın

Çağlar öncesinin esrikliği
Geçmemişken henüz üzerimden
Ördüm yorgun saçlarını
Zamanın ölümsüz dinginliğinden

Soruyorum bir çocuğa aşkı
Sözcükler sığmazken düşlere
O güldü gülecek
İki sonsuz arasında bir çağa
Yüzünde dolunay şavkı

BULUŞMA

Seni çok eskilerden bilir gibiyim
Gülüşlerin kanat çırptığı
O sevi ülkesinden
Bırak sileyim gözyaşlarını

Ellerin avuçlarımda
Isıtsın
Anımsatsın ne kaldıysa
Unutuluşun hasatından
Kuşlar göç ediyor
Çocukluğumun ilkyazına


ÇAĞRIŞIMLAR

Her gecenin tanığı vardır
Söylemese de yıldızlar ve ay
Çağımızın gerçeği yalandır

Hücrelerde firari güneşler
Pencereler gördüklerinden bitkin
Alışkın artık kulaklar
Çarpması demire demirin

Dünya küçüldü diyor radyonun sesi
Dünya küçükse bu yalnızlık niye?
Bütün saatler gece
Kilitte devinen anahtar sesi
Asırlar süren düşünce

Yüzyılları çalıyor tarihten saatler
Yaşım ne?
Kaç nötron geçti aşkların üzerinden?
Çocukluğum geliyor gözlerime


ESKİ DAĞ

Bir ömrün yorgunluğuyla
Dedem anlatmıştı bana
Işıl ışıl bir kış gecesi
Ay büyürdü dışarda

Bilir misin neden tükenmez
Çatlak ellerimde büyüttüğüm acı
Söğüt dallarınca sabırlı
Ağustos böceğinin şarkısı

O dağ oradadır
Bildim bileli kendimi
Bu pencere bu sedir
Hala ocağın başında mı kedi?

Sayılır mı yağan kar?
Bilinir mi denizin yaşı?
Bütün yıldızlar
Nehirlere mi akar?


ÖZLEM

Özlem dağdır
Munzur’sa hüzün
Sevda tenin gibi ak

Mevsim göç eden ırmak
Doludizgin bir kısrak zaman
An olur çocukluk uzayan yollar
Söğütlerin kıyısındaki yurt
Yitirilen yüzde sararan sıcak başak

YAŞAM İÇİN

özlemekle geçti bütün bir kış
ey kırlangıç ömrüm.
savrulurken tipide yaprak
uğuldarken senfonisi ölümün,
baharı ak bir gergefe
beni bir karanfil gibi işle.

belki sen de anımsarsın
sırılsıklam siyah
bir geceydi her yanım,
birlikte ağladık ardından
ölüme erken koşan
bir ceylanın.

saklıyorum en derin gökyüzüne kendimi
sarı rüzgarların bozkır yalnızlığından.
ne zaman sorulsam
ansa beni dağlar
denizleri anlatıyorum.


GÜZ VE ÖLÜM

Ölüm
konuğudur güzün

kasım 1989

İNCİNİRSİN

Sen
Bir incecik çiçeksin
Üzerinde
Seher çiyi
Anlatsam yansam derdimi
İncinirsin

ocak 1983

HASRET

Yad ne bilir ne anlar ağyar
Ağlayan gözümden, lalolan dilimden
Bir sen varsın, gülen hayalin ey yar
Ağman bendedir zulüm revadır elinden.

ANIMSAMA

Eski bir sırrı bölüşürüm dalgalarla
Kıyılar çekip gideli
Deniz kaldı bir başına.

GECE VE DENİZ

Nasıl da kızgındı atlarımız
Sürmüştük doludizgin uyuyan aya doğru
Taramıştı yelelerini yel ve deniz
Şimdi ne sen, ne atlar...
Vaham çöl, çadırım ıssız

YANGIN

Döker de gözyaşını ağaç acıyla
Yakar çiçeklerini zemheri
Çabuk büyür çocuklar hüznün koynunda

YALNIZLIK

Bugün sularla birlikte
Çekildi aşkın kıyısından sözün hükmü de
Şimdi sıra hüzündedir

TOPRAK

Toprakta tüm yükü dünyanın
Tohumun doğumu
Ölümü yaprağın

İnsan nasıl da duymaz
Döl kokusunu yağmurun
Sıcaklığını o büyük şiddetin
Kavgaların, kıyımların

ÇARESİZLİK

Üleşir kaygıyı ezgiler
Suskunluğun da dili var
Söylenir şey değil keder
Çaresizlik dört yanda duvar

KİMSENİN BİLMEDİĞİ

Sızarken içime ilkyazın sıcaklığı
Bir bereketli yağmur olur da
Düşersin aklıma
Okşarken ıssız tepeleri gün
Kimsesiz yolları
Garip meseller anlatırım sana
Kimsenin bilmediği

temmuz 1987

YAZIDA KALAN

Ben değilim artık
Kırlarda seğirten
Yazılarda kaldı o çocuk
Bilmem ki kime seslenem

Tipiler sildi izimi
Uzun, ağır kervanlar
Unuttum kendi yüzümü

YORGUN BAHAR

Böyle midir her zaman usta
Hep güzle mi başlar ayrılıklar
Anlatır esen rüzgar gözlerime bakarak
Onu yürür artık tüm çocuklar
Her şehir, her sokak

Her güz koynumda gizlerim yorgun bir bahar


GİZEM

Belki de gizemdi her şeyin başlangıcı
Bilinmezlik
bir o kadar susuş
Bekleyişlerden sormak
Yanıtlanmamış ne varsa
Hayata ve ölüme dair
Bir çocuğu koklarcasına

AKŞAM

Göle düşen şiir
Geceyi bırakıyor ardında
Yalnızlığım
Ezgisi dinmeyen bir lir


KUŞ

Boyadın geceyi kedere
Aşka nedensiz düşülen
En gebe bulutları sevdaya
Ölüm ki bir alışkanlık ve sesin kadar yakındır bu topraklarda

eylül 1987

YAŞAMAK

Salınmak saçmayla anlam
Dirimle ölüm
Aşkla yokluk arasında
Paylaşabilmek çılgınlığını bir ağacın
Okşamak yüzünü rüzgarın
Bir denizin adında


Bir kentin çığlığı olmuşsa sirenler
Sabahı olmayan sokaklarında
Saatler
Yokluğu çalıyorsa her an
Ölüm baharla da gelir artık
Denizler tufan
Bulutlar kıtlık

Alınır gözlerinden gülüşleri çocukların
Alınır ömürleri düşlerinden

PİŞMANLIK

Her şey mümkündü
Sevebilirdik belkide
Karşılayabilirdik gün ışığını
Kaygılardan uzak, haz içinde
Her şey mümkündü


Gecenin bu terkedilmiş saatinde
Ninni söylüyor en kederli sesiyle bir anne

Bilmemki nasıl anlatır bir ozan sevdayı
Yitirirken bir bir
Sözcükler anlamlarını


Anımsayabilsek
Gülmek nasıl bir şeydi
Yeniden koklayabilsek çiçekleri
İlk kez dinlercesine esrik
Dinleyebilsek dalgaların sesini

BEN VE ZAMAN

Salkımsöğüt suya sarkan
Dönülmez anıların yansısı
Ben ve zaman

DAĞDA GECE

Rüzgar uğuldar
Uluşur köpekler
Uyku yalnızdır

aralık 1989

Ellerin anılarca gizli
Kaldı yağmurlarıyla dost olduğum şehirde
Dağlara götürdü bulutlar beni
Büyüdüm
Hangi ıssızlıkta bulurum kendimi
Özgür kuşları gördüm yalnız kokunda
Derin gökleri ölümüme uzayan
Düşündüm
Bizde çoğalan her şeyi
Kim anımsar
Antik bir zamana eriştiğinde gençliğimiz
Kalır mı sonsuza şarkılarımız?

YALNIZ ZAMAN

Yağmur dinmişken henüz
Göçebe umutlar düşer yeryüzüne
Günbatımlarından sağılırken hüznümüz

Bulutlar ne dosttur ne düşman
Unutulur suskunluğun dili konuşmamaktan

Yağmur hangi yaz biter
Yalnız zaman duyulur


GÖRÜŞ

Seni çok eskilerden bilir gibiyim
Gülüşlerin kanat çırptığı
O sevi ülkesinden
Bırak sileyim gözyaşlarını

Ellerin avuçlarımda
Isıtsın
Anımsatsın ne kaldıysa
Unutuluşun hasadından
Kuşlar göç ediyor
Çocukluğumun ilkyazına

ekim 1987

BEKLEYİŞ

En son konuğum yaşamın ve sevinin ülkesinde. Öpüyorum sevincini evrimimin. Söndürüyorum güneşimi. Anladım. Hiçbir yerde yok aşkın karşılığı. Bencil şarkılardır söylenen. Her şey unutmak için ölümü. Sıkı tut zamanı. Yoksa kıyar kendine sevda. Bulutlar erir. Gül damlayıverir.


ALIŞKANLIK

Avluda çocuk sesleri
Hoparlörde bir bozlak ezan
Vakit öğle
güneş bedevi
Uykuda
Damda kedi tarlada saban

Gölgelerin alınları terli
Çeşmenin şırıltısı sessiz
Konuşmalar yağmur duası
Dağlar kimsesiz


YANILSAMA

Biz hep pembe sevdalar düşledik
Bilmedik sensizliği
Dalında sevdik goncayı
Gökyüzünde martıyı
Fener olduk koylarda
Yaktık ağıtlarını eşkıyaların

Oysa her şey dün gibi
Mavi ve kederli
Yüreklerimizde yok en küçük bir kuşku
Sanki dağda bir akşamüstü
Heybemizde kalan en son şiir
Bütün destanların sonu utku

KUĞU VE ZAMAN

Mutlu olunan zamanlar
O kadar az ki
Ancak çocuklar bilir
Çiçeklerin dilini

Dün denilen hiçlik
Bellektir yalnızca
Beni süzer kuğular
Su boyunca

BOŞLUK

An gelip de
Sonuna eriştiğimizde bu yolculuğun
Çılgınca aramaktan
Her zaman başkası olmaktan yorgun
Hangi boyutunda oluruz boşluğun?

DALGALAR

Bıraksalar kaçacağım dalgalarla
Alıp güzelliğini yanıma
İzin kalsın diye
Deniz basacağım yarama

21.6.1995 Didim


SONYAZ

Vefasızca tükenen sonyaz
Bırakmadan gökyüzüne çıplak
Esrik uçtuğu çocukluğunu.

Kıysaydı kendine kanatlı düşlerinde bellek
En sonsuzunda rahmin
Acılar büyümezdi sınırlarında varoluşun
Büyümezdi aşk, ölümcül kelebek.

Yalnız kendine sığınır evren
Tarih ki en derin boşluk
Sessiz ezgisiyle gezegen

İÇ KANAMALAR
Ölüm orucunda yitirdiğimiz canlara
Yüzlerinde nehirlerin gülüşü
Çocuklar
Ey mavi yeri yüreğin

Öfke sönmeyen nar
Kaçıncı milat ömre sığan
Her isyan rüzgar
Bu kadar çok sevilir mi ölüm ey can

Aşkı vahdet-i vücut
Yanarak akan an
Umudu bir gizli sükut
Birikir gizli sular
Sorar yüreğin en genç yerine titreşen lir
Soluktaki iz
Kaç ömür daha ertelenir bahar?


ARDINDAN

Masalsız
leyleksiz bir bahar
Engin maviliğe ömrümü bıraksam
Hep şu ağlamak hali içime dolan

Bileydim
Ben de gelirdim ardından


KIYI

Vurulmuş bir tayım
Yorgunum yitik anılar kadar
Bilmem dayanır mı akıntıya kollarım


LİR VE NEHİR

Arar şiir bilişim çağında
Ayırmışlar ezgisinden sonsuz denizi
Hangi yorgun nehir getirir
Suyun sabrında yitik
Derin şarkısındaki gizi

SORU

Mars’ta da keder var mı hocam?
Orada da çocuklar ağlar mı?
Genç diri demeden
Ölüm oraya da uğrar mı?


BÜROKRASİ

Solum sağım önüm arkam bürokrasi
İnisiyatif: pasif
Kızakta memur
Onur: süresiz izinli firari asi
Özgürlük mü? Görüldüğü yerde vur!
Köle: yığın. Müdür: efendi
Aşınır habire ceketlerin düğmesi.

IRMAĞIN SÖYLEDİĞİ

Öperken sesini at
Akıyor dolunaya
Yalnızca bir andı hayat

ANNE VE ÇOCUK

Ne tez büyüdüm anne
Bir yanım dağlar bir yanım kar
Sahi o kadar oldu mu
Gideli akasyalar?

Duyarım çağırırsın hala pencereden
Bense o yalnız çocuğum dalgın bahçemde.

23 / 7 / 1997


BİR ŞEHRİN SONBAHARINDA YÜRÜYÜŞ
Mehmet Zaman Saçlıoğlu’na
Anlatır zaman
Sevi ırmaklarını cennetin
Bakışlar çocukluk
Sesi ya da sessizliği bir köyün
Giz içinde kardelen.

Solgun rüzgarın yaktığı ateş
Yalnız bir keman
Öpülür kesik elleri kalbimin
Akarken sonsuza içimizdeki an.

Çağını öldürüyoruz ihanetin, kıyısında geleceğin
Akşamın şarabında
Sonbaharında bir şehrin.

Ne çok keder bu gülüşündeki
der gibiydi gözleri yıldızlı bahçenin
Zamansa akıyordu
Saçlarında ayın

SEN KONUŞTUĞUN ZAMAN
Gürhan Uçkan’a
Sen konuştuğun zaman
Sevinçli şarkılar söyler ağaçlar
Bereketlenir ülkem, mavilenir gecelerim
Bütün köylerim bahar.

Sen konuştuğun zaman
Döner gelir tüm kayıplar
Kovulur sınırlarımdan yalan
Nehirlerim can.

Sen konuştuğun zaman
Yitiririm kimliklerimi
Gülüşün ki
Çocuklara armağan
Işır gözleri
Barışa susayan.

Sen konuştuğun zaman
Döner dünya
Cinnetin kıyısından.


İSKENDERUN

Dolaştım kutlu bir günle
Kazındı anılarıma bastığım kaldırımlar
Dokundu omzuma ansızın Triandafilis
Seslendi en hüzünlü sesiyle: “Gitme! ”.

KIYILARIM

Alır da gizlerimi
Vurur kıyılarıma enginliğim

Beni çağırır o sonsuz sularda
Ulaşamadığım ne varsa


ÖZGÜRLÜK

Örerken kordan raylarını içimde sevdan
Delerek dağlarını sabırlı tarihimin
Eritir tacını, tahtını zulmün
Siner dokunduğun her şeye her an

Duyumsadım ilk kez, geçerken ömrümden nehirler
Birikmesini suskun suların, sözcükten bulutların
Benliğimin, kavgasında güzelliğin
Gözlerinde yüzyıllık keder

Martı olmak nedir bildim seninle
Dansetmek dalgalarıyla sonsuzluğun
Mavisinde derin umutların
Esrik bir geminin düşünde

BARIŞ

Masalsız, martısız gözleriyle
Ölüm seyirlik,
Alışır mı çocuklar cesetlere

Günlük güneşlik bir dünya
Yaşamak şenlik
Denizlerce birarada

EŞİTLİK

Mavi masallarla emzirdi halkım
Tanıdım tarlalarında
Alın terini sevdanın
Öfkeyi
Kurşun hüznünde ağıtların

Güneşi sağdık
Sırılsıklam siyah bir gecenin içinden
Doyulmazdı o sabahın seyrine

Yazıldı ilk kez en mutlu şiir
Harç taşıdık o kutlu güne
Kadın erkek, köy şehir, nehir nehir
Bütün ellerde imece

Bitireceğiz bu kitabı, yenilgi yok
Sızar aydınlık her karadan
Yeter ki toplansın atlıları emeğin
Bekliyor düşmeyi bir daha, kalesinde düşman

BİRİKEN

Meğer biriken
Bir volkanmış öfkem
Bilmemişim
Lavdanmış
Geçen ırmaklar içimden

Sesleniyor gece kuşları
Sığındığım düşlerimde
Bütün adreslerim yanlış
Çoğalmalarım linç

SON BAKIŞTA AŞK (*)
Hüseyin Peker’e

Kaç ömrün sığdığı an
Geçen yıldız düşlerden

Sessizce biliyorum, aşkı ve bilinci
Yiterken gün, ufkunda bakışların

Gülüş ki nehir
Sınanır ezgisinde lir

Solgun çağlar akıyor göğümüze
Haykırabilir her an, en yalnız yerinden öfke

_________________
(*) Walter Benjamin

AKAN GÜZ
Akıyor anılara güzün ırmağı
Denizine açılan gül akıyor
Tutkuyla devinen ten
Soluyor huzursuz bulut
Soluyor yiten bakışlar, girdabında bulvarın
Monitörde esen ses donuyor.

Ne çok kaygı, alıp götüren
Yokluk, söğüt, kuşlar, derin gök
Ne acı unutmak
Bin yıl önceki insanı
Ağlayışı, gülüşü, “sensiz olamam”ı, “güzel kardeşim”i
“kanatlı sözler”i
Sessizliğime uzayan
Sonsuz iskeletimi.

Gene de her alevde açan karanfil yüreğim
Kuruyorum sarkacını zamanın, yitmeyen kimliğime
Yadigar kalemimde elyazılı keder
Mektuptur ömrüm ölü çocuklara
Uçurtmalı bir resim.

ÇOCUKLUK
Tozlu yağmurların iç sıkıntısı
Cama vuran geçmiş
Kasırga kopan akşamüstleri
Başakların ağırlığındaki çağrı

Bitevi göçerlik kışla gelen
Zamansız duvarlar
İklimlerde düşler, kindar tanrılar
Dışarısı ben

Kaldı çay bahçelerinde
Taş plakların böldüğü dalgınlık
Sinemaların leblebi tadı
Kokusu doğan kardeş’in

Yağmurun kutsadığı dağ.
Uykuya karışan korku
Bakıştaki deprem

Kavaklar dallar yapraklar
Sürer sesinde suyun
Yorgun tarlalarda horozun sözü.
Tedirgin tadı bahçelerin

Günay Güner
Kayıt Tarihi : 28.1.2004 16:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
ÖNCEKİ ŞİİR
SONRAKİ ŞİİR
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Günay Güner
    Günay Güner

    Sayın B. Gültekin Ertan,
    İletim büyük olasılıkla sizi şaşırtacak.
    Şiirlerimin Antoloji adlı sitede yıllar önce yayımladığım bölümü için beğeninizi belirtmişsiniz.
    Yeni gördüm. Bu uzun ara için bağışlayın.
    Çok sağ olun, var olun.
    Sözkonusu bölümün de değişerek yer aldığı şiirlerim 2010 yılında "Lir ve Nehir" adıyla yayımlandı. Yaklaşık on, on beş kadar diğer yazarlarla ortak kitaplarımız yayımlandı.
    Öykülerim bugünlerde "Yaşamak Sızısı" (Telgrafhane Yayınları) adıyla kitaplaşacak.
    Daha geniş bilgiye İmge Yayınevi bilgisunar (internet) sayfasından da ulaşabilirsiniz.
    Tanışmaktan sevinç duydum.
    Hiçbir iletişim girişimini yanıtsız bırakmamalı. İlkelerimden biri desem yeridir.
    Esenlik dileklerimle.
    Saygılar, selamlar.
    Günay Güner
    Telgrafhane Sanat Bilgisunar Yazın Dergisi
    Yayın Yönetmeni

    Cevap Yaz
  • Behcet Gültekin Ertan
    Behcet Gültekin Ertan

    Şiirleriniz çok harira. Çok çarpıcı. Yayınladınızmı. Bilgi verirmisiniz. İyi günler dileğiyle başarılar
    B.GültekinErtan '[email protected]

    Cevap Yaz
  • Behcet Gültekin Ertan
    Behcet Gültekin Ertan

    Şiirleriniz çok harira. Çok çarpıcı. Yayınladınızmı. Bilgi verirmisiniz. İyi günler dileğiyle başarılar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Günay Güner