el yordamıyla köpüren lezzet
Bazen sular çağırır insanı, bazen güneş… Bazen yaprak çağırır, bazen eski bir şehir…Bir bilet alır gidersin peşinden yolların, dostlarını alırsın yanına. Çünkü yol yârsız olmaz. Yol çoğalmaz bölüşmedikçe; içini ısırır karıncalar, gözlerine çöker dehlizi.
İşte böyle bir gün düştüm yollara. O gün öylesi yoğun bir iş günüydü ki benim için; akşam olduğunda Eskişehir’e gitmek için bineceğim otobüsün kalkacağı yere kendimi nasıl dertop edip getirdiğimi bilmiyorum. Yolculuğum işten ayrıldığım anda başlamıştı çünkü otobüsüme yetişmek için dakikalarım sayılıydı ve ben metroda doğru çıkışı doğru zamanda bulabilmek için gördüğüm tabelâları bile okuyamayacak denli kafası karışık ve yorgun bir hâldeydim. Neredeyse el yordamıyla vardım diyebilirim Esentepe’ye. Nihayet beni bekleyen arkadaşlarımla birlikte kendimi içine atmayı başardığım otobüs, usul usul yol almaya başlamışken hâlâ iş yerinden gelen telefonlar hükmünü sürüyordu. Oysa yola çıkış anlarının lezzetini damağımda eze eze köpürtmeyi ne çok severim.
Otobüs yolculuğumuz, frenleri tutmayan kalorifer yüzünden pişerek geçti. Gece geç saatlere kadar sesi çıkmadığı halde ısrarla açık duran televizyonun gözleri hedef almış fosforu nedeniyle uykuya kaçmak da pek mümkün olamadı. Hiç kimsenin seyretmediği televizyonu kapattırabilmek ise deveye hendek atlattırmaktan zordu. Televizyon izleyen müşterilerin olasılık düzeyindeki varlığı, seyretmek istemeyen reel müşterilerin varlığını dövüyordu ve söylendiğine göre; televizyon gece 12’den önce kapanamazdı. Bu durumda cadılığı ele alıp hakkını istemeye kararlı bir müşteri tonunda konuşmaktan başka çare yoktu. Ben de mecburen öyle yaptım. İşe yaradı.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla