Yıllar sonra aralanan yanlış bir kapının eşiğinde düşürdüm kimliğimi.
Kulaklarımı zabıt tuttuğum bir türküydü sensiz yaşam, eşlik ettim.
Adımlarıma not düşen bu gidiş, tasviri imkansız acılar doğurdu içime.
Yinede, şikayet dilimden uzak, şükür aklıma yakındı.
Bozmadıkça adabımı, uysal bir koyun gibi asmak istediler bacağımdan,
atlamak istediler üstüme. Ne varsa içimde yağmalamak istediler.
Bilmediler, içimin ateşi onları da yakacak kadar derindi.
Bir öğüt gibi bildim seni, sustum. Susmak, aseletimden değildi belki
ama kadınlığından yırtılan bu astar dilime küçük geldi.
Kaburgamdan söküp, dilime iliştirdim ne kadar kemik varsa göğüs kafesimde.
Dudaklarımı buruşturarak kurdum gelecek cümlelerini.
Tembel sigaralar içtim hep, daha da körükleyerek içimin yangınını, sustum.
Anladım ki susmak, öznesi devrik bir yüklem,
bir yük,
bir elem..
Onca duvar yığını arasında yaşamaktan yorgun düşüyor bedenim.
Kerpiç bir ses tonuyla atlarken uçurumuna, canımı aklına emanet edişimi hatırlıyorum.
Yüreğinin sofalarından geçerken, uyanmayasın diye parmak uçlarımda soluduğumu..
Ben böyle sevdim.
Meşberimden artan küfürleri, küflenene dek salandırırken dağarcığım da,
işitmeye korktuğum ne varsa, kulak zarıma çekiçle çivilediler.
Örsüme ezberlettiler vazgeçiş repliklerini.
Vazgeçmenin de vahşi bir tadı olduğunu benimsetmeye çalıştılar dilime.
Gözlerini aklıma getirmeden okuduğum ayetlerin, hiç okunmamış gibi yavan geldiğini bilmiyorlardı..
çok görmedim bunu onlara.
Uz bitmedim, az gitmedim. Seni.. Seni hiç terk etmedim..
Halini hatırını sormadığım insanlar çoğalıyor şimdi olay yerimde.
Kekeliyor sana söyliyeceklerim aramızda.
Aksak bir cümlede, topallıyorum sana yara berem.
Adını, bir merhem devasıyla nöbetlerken acılarıma,
bu yangını da söndürebilecek bir kelamın yok mu?
Ne yani, şu mesafelerin de ağzını burnunu kıracak bir selamın yok mu?
Elbette, yaşama tuz biber olan bu kavgaları ihanetten sayacak değilim.
Gözyaşlarının şekerli tadı, yanaklarına süzülüyordur, biliyorum.
Şimdi çenende bir süzgeç olup, teninin kavrukluğunda yaşlarını silmek vardı.
Tam da gırtlağıma kadar dolmuşken,
hiç bir meteroloji kuruluşuna haber vermeden ağlayasım var.
Tüm Arama Kurtarma Kurumlarına inat şehri sele boğasım var.
Son reddesine gelmişken bu ayrılık, hayatın sen reddesine, kendimi raptiyeliyesim var..
Er geç dinecek bu yağmurlar biliyorum.
Belki o zaman küle yüz döner içim.
Sakallarımdan tüten bu acı, yerini doldurulması zor boşluklara bırakır.
Sonra, hiç bir teselli cümlesinin işe yaramadığını anlarım.
Kadınım, bu yangın bizi aşar, Batı Şeria bile yanar.
Adamlığıma etek giydiren bu soğuk ne de tezat düşüyor yangınıma.
Yokluğun, bildiğim en serin mevsim.
Estikçe, organ yangınlarımı daha da körükleyen.
Şimdi, yeni bir yüzyıl daha, seni unutmam için eşiğin diğer tarafında.
Bu yanlış kapı ardına kadar açılmışken harabeliğime,
bana kızma.
Adım atıyorsam, sakarlığımdan..
Yaşıyorsam, kendimi ıskaladığımdan..
Hiç bir yüzyıl çare olamayacak bu yangına.
Hangi Tıp, ilaç bulabilmiş ki iç ağrısına?
Kemal GÖKKAYA
Kemal GökkayaKayıt Tarihi : 13.8.2011 23:23:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Kemal Gökkaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2011/08/13/esik-sancisi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!