Hikmet BALIOĞLU(1933-2003)
ERZURUM YANIYOR
(Tarihi ve Milli Senaryo)
DEVAMI...(71 – 102 /102)
KUMANDAN – İyi ama...
İHSAN – (sahte bir hayretle) İyisi iyi de aması ne oluyor çelebi? (Sert) Şimdi, sen onu bırak da, söyle bana bakayım; siz misafirlerinizi her zaman böyle mi karşılarsınız? Eğer böyle karşılarsanız, yanınıza benden başka konuk gelmez. Bize gelince; biz kanaatkar ve alçak gönüllü insanlarız. Dostlarımızdan canımızı esirgemeyiz. Yalnız, topraklarımızı namusumuzu son nefesimize kadar müdafaa ederiz o da başka.
MÜŞAVİR – (Gerilerken küstahça) Fakat senin namusun Memiş’ in kötü arzularına ram olurken, sen neredeydin acaba?
(İhsan’ ın suratı fırtınalı bir deniz gibi karışır. Gözleri ateş püskürmektedir. Odanın ortasından şiddetle müşavirin üzerine doğru yürür.)
İHSAN – Şimdi sana......
(İhsan, üzeri halıyla kapalı tuzaktan yürürken evvela ayakları altındaki halının, sonra kendisinin aşağı düştüğünü ve haykıran haykıran sesinin gittikçe azaldığını duyarız. Bu tuzak, odanın altındaki mahzene açılan döşeme değildir. Delik açılır açılmaz odaya aşağıdan bol bir ışık fışkırmıştır. Odadakiler deliğin başına üşüşürler. Kamera, kapak deliğini tam tepeden görür. İhsan, ışıklı mahzende yan üstü yatmaktadır. Tabancası, çukurumsu bir yere fırlamış olarak görülmektedir.)
MÜŞAVİR – (Aşağıya bağırır) Yerin pek iyi olmadı ama kusura bakma. Mahzenin zemini, her ne kadar tüy döşeğe benzemezse de, sen öyle farzet. Gaye; murat değil, niyet olmalı. Gördün mü, erkeklik ve kahramanlık neye denirmiş...
(Müşavir, sırtlan kahkahalarıyla güle, güle doğrulmaktadır. Kamera, onu evvela uzaktan ve cepheden alacak, sonra o, elleri böğründe, başı havada katılırken zum objektifle yaklaştırıp sadece ağız halinden çıkan ağzını görecek, sonra bu imaja denk tarzda açılmış, kahkahalar atan bir ağıza geçecek, bu sefer yavaş, yavaş uzaklaşacaktır. Yeteri kadar uzaklaştığı zaman ellerini beline dayamış, izbandut gibi bir cellatta karşılaşırız. Kafası yeni usturaya vurulmuş olan bu insan azmanının ayakları dibinde ve baygın vaziyette ihsan yatmaktadır. Cellat yamakları, Dadaş’ ın bileklerine urgandan bilezikler bağlamaktadırlar. Bileziklerin birer uçları tavandaki demir halkalardan geçirilmiş, İhsan’ ın silahları alınmış fakat çukura düşen tabancası fark edilmemiştir. Dadaş, gözlerini açmak için zorlanıyor. Onları aralayabildiği an evvela; başucundaki çizmelere, sonra yukarılara bakıyor. Celladın kahkahaları arasında tekrar kendisini kaybediyor. Cellat ve yamakları kısa bir zaman zarfında onu bileklerinden tavana asıp bir işkence pozisyonuna sokuyorlar. Mahzen kapısı açıldı. Kumandanla yanındakiler içeri girdiler. Cellat reverans yaptı. Kumandan alev, alev yanan ocağa yaklaştı. Cellat kahkahalar savurarak, kollarından tavana asılı İhsan’ ın göğsüne düşmüş başını saçlarından tutarak kaldırıp baktı ve sertçe bıraktı.)
CELLAT – Baygın.
KUMANDAN – Ayıltın...
(Cellat, yamakların uzattığı tahta kovanın suyunu boca ederek onu kendisine getirir. Kamera, buradaki gurubu önce flu, sonra net görecek, netleşince portre resmi geçidine başlayacaktır. İhsan kendine gelmiştir.)
KUMANDAN – İsyanın, küstahlık ve cür’ etinin cezasını işkence çekerek ödeyeceksin...
İHSAN – Hakkını korumak, topraklarını düşmana vermemek için çarpışmağa sizde “isyan” mı diyorlar? Alçaklar. Gafil avladınız beni... Tuzağa düşürdünüz. Fakat unutmayın ki, yüzbaşınız esirimdir. Bana yapacağınız kötülüklerin ona da aynen yapılacağını aklınızdan çıkarmayın.
KUMANDAN – Sen, yüzbaşıyı düşüneceğine kendini düşün! ..
İHSAN – Sen de benim halimi merak edip yorulacağına, kendi akibetini düşünsen iyi olur.
KUMANDAN – Az sonra görüşeceğiz seninle. Bize tatlılıkla çete arkadaşlarınla yüzbaşıyı sakladığın yeri söylersen kılına bile dokumayacağız.
İHSAN – Bunu ne ile temin edersiniz?
KUMANDAN – Namusumuzla temin ederiz.
İHSAN – (Güler) Bu sözünüze inanamayacağım çelebi.
KUMANDAN – (Kızar) Alay etme! ..
İHSAN – (Alayla) Alay etmiyorum. Kumandan, eğer siz, hakikaten namuslu, sözüne güvenilebilir, itimada şayan bir kimse olsaydınız, beni böyle tuzağa düşürmezdiniz. Erkekliğin şerefini ayaklarının altına alan, kalleşliği mertlik telakki eden insanların, namustan bahsetmesi, ne kadar da gülünç oluyor. Hangi milletten olursa olsun, her askerin muhakkak bir askerlik şerefi, askerlik haysiyeti ve askerlik namusu vardır. Asker, tükürdüğünü yalamaz. Biz, tükürdüğümüzü yalamayız. Sizi de öyle zannettik. Yanılmışız. Bizde ise; bir zabit, ağzındakini tükürmeden evvel, tüküreceği yeri iyice ayarlar. Neticelerini iyice düşünür ve bir daha yalamamak üzere tükürür. Tıpkı şöyle; tuuu! ..
(İhsan, bütün hıncıyla kumandanın suratına tükürür. Kumandan kudurmuşçasına İhsan’ ın yüzüne bir tokat vurur. Suratını siler ve Dadaş’ ın cepkenini bir çekişte koparır ve gömleğini yırtar.)
KUMANDAN – Şimdi sana gösteririm! .. Söyleyecek misin saklandıkları yeri? ...
İHSAN – (Gayet mütebessim)
Erkek demek: mert demek,
Mert demek, Türk demektir.
Bizde sabrın adı
“Yılmadan beklemek” tir...
Biz Türkler’ de dostunu
Yoktur vurmak arkadan
Bildiğinden bir nebze
Geri kalma kumandan! ..
KUMANDAN – (Cellata) Tatlılıktan anlamadı. Anlayacağı bir usule baş vuralım. Kırbaçlayın! ..
(Cellat, kırbacını birkaç kere şaklatır. Savurduğu kırbaç darbeleri, İhsan’ ın çıplak sırtına inmeğe ve indiği yerlerde kan izleri bırakmaya başlar. Bir müddet sonra, kamera sadece kırbaç savuran celladı alır ve direkt bir geçişle mutfaktaki odun yığınlarına başını dayamış, uyumakta olan Salih’ i görür. Bu an Salih, birden uykudan fırlamış, deli gibi etrafına bakınmaya koyulmuştur. Aşçı birden başını kaldırır.)
AŞÇI – Sakın kaçayım falan deme velet. Niyetini anlıyorum. Haydi zıbar bakalım! ..
(Salih, tekrar başını, odun kümelerine dayar. Gözlerinden birkaç damla yaş dökülür. Kamera, mahzene döndüğü zaman, İhsan’ ın baygın başı, göğsüne düşmüştür.)
MÜŞAVİR – Bayıldı ekselans.
KUMANDAN – İpi gevşetin! .. (Kendi kendine) Amma da inatçı ve dik başlı adam.
MÜŞAVİR – Türkler’ in hepsi böyledir ekselans. Ölürler fakat arkadaşlarını ele vermezler. Daha, kırbaçlatmaya başlamadan evvel söyletemeyeceğimizi biliyordum.
KUMANDAN – (Sırıtmaktadır) Benim, insanı söylemek için daha başka usullerim de vardır. Söyleyip söylemeyeceğini sonra göreceğiz. (Cellada) Başından bir dakika bile ayrılmayacaksınız. (Kuyuyu gösterir) Her yarım saatte bir şu su kuyusuna daldırıp çıkaracaksınız. Sabaha kadar kuzu gibi olmalı. Anladın mı? Kuzu! ..
CELLAT – Emredersiniz ekselans. Kuzu gibi ederiz sabaha kadar.
KUMANDAN – (Müşavire) Yüzbaşıyı bulmak için hemen harekete geç. Bu herifin de evini yaktırın; sığınacak yeri kalmasın. (Çıkarlar)
1.YAMAK – Onun yerinde sen olsan yerlerini söyler miydin?
2.YAMAK – Söylemez de dayaktan bayılır mıydım, bunun gibi?
CELLAT – Kesin gürültüyü geveze herifler. (Gülerek) Dır-dır edeceğinize, çıkarın kuzuları da gönlümüzü hoş edelim! ..
1.YAMAK – Başüstüne usta. Yeter ki sen emret! ..
(Yamaklardan biri ocağın arkasından üç şarap kupası çıkarırken diğeri kuyudan şarap damacasını getirir. Kahkahalar arasında kupalarını doldururlar. İçmeye ve birbirlerii dürterek şakalaşmaya başlarlar.)
(Zincirleme)
SEKANS: 20
(Karargah civarında)
HARİCİ: Gece
VAKİT: Sabaha doğru.
(Osman karargah civarında geziniyor. Gene deli rolü oynadığı halde kimsenin görmediği zamanlar ciddi ve heyecanlıdır. Üstübaşı kar içindedir. Gözleri kumandanın ışıkları yanan pencerelerine dikilmiştir. Nöbetçiler onun zararsız bir deli olduğunu sandıkları için alaya almaktadırlar.)
1.NÖBETÇİ – Yahu, bu herif deli olmasına deli ama vücudu da soğuğa alışık. Baksana; dolaşıp duruyor yağan karın altında.
OSMAN – Sen durmuyon mu ağa? Baksana, sen de duruyon...
1.NÖBETÇİ – Benim vazifem var.
OSMAN – (Aptalca) Benim de vaaa....
1.NÖBETÇİ – (Kahkahayla) Öyle ya, bu olmasa, bu kışta kıyamette caddeleri kim arşınlayacak?
OSMAN – (Safça) Beeen! ...
1.NÖBETÇİ – (Kahkahayla) Kaşki senin kadar akılsız olsaydık! ..
OSMAN – Oluuun! ..
NÖBETÇİLER – (Kahkahalarla) Olamıyoruz işte.
OSMAN – “Olamıyoruz” dimeyin beee! .. (Biraz durur) Ağaaaa! ..
2.NÖBETÇİ – Nedir?
OSMAN – Ben üşüdüüüüm! ..
1.NÖBETÇİ – (Alayla) Vah vah vah! . Demek üşüdün.
OSMAN – Yaaaa! .. Üşüdüüm! ..
1.NÖBETÇİ – (Alayla) Gel kaputumun altına.
OSMAN – Ben orada ısınamam ki.
1.NÖBETÇİ – Ya nerede ısınırsın?
OSMAN – Mutfaktaaaa! ..
1.NÖBETÇİ – Olmaz.
OSMAN – Mahzendeee! ..
2.NÖBETÇİ – Mahzende İhsan Dadaş adında bir misafirimiz var. Orada asılacağı saati bekliyor.
OSMAN – İnsan asılmayı bekler mi heeeç? ...
2.NÖBETÇİ – (Kapıdan çıkan subayı görür) Haydi bakalım, sen uzaklaş buralardan. Subay geliyor. Görürse fena olur sonra.
(Zincirleme)
SEKANS: 21
(Karargah civarında)
DAHİLİ: Gece.
VAKİT: Sabaha karşı.
(Ocak sönmeye yüz tutmuştur. Cellatla yamakları zil-zurna sarhoşturlar. İhsan, ipleri gevşetildiğinden yere yığılmış vaziyettedir. Ayık olduğu halde baygın rolü oynamaktadır. Onun aralık gözlerle baktığı tarafta tabancası görülmektedir. İhtiyatlı hareketlerle o tarafa doğru sürünüyor. Bu sürünme biraz devam eder. Kamera, gah onu gah sarhoşları kaydeder. Nihayet tabancasına kavuşan İhsan, onu bilezikli elleriyle alıp göğsünün altına saklar.)
CELLAT – O herif ölmüşe benziyor. Kırbaçlanan bir adam bu kadar baygın yatar mı hiç? Kalkın şunu bir dürtün. Kendisine geldiyse kuyuya sarkıtıp eğlencemize bakalım.
YAMAK – (Zil-zurna) Başüstüne usta.
(Yamak yalpalayarak ve arada bir hıçkırarak İhsan’ a yürür. Diğeri, damacanayı kavramış, ustasının uzattığı kupayı doldurmaya çalışmakta. Arada bir sarhoşluk tesiriyle yerlere dökmektedir. Beriki eğilip İhsan’ ı çevirmek ister. Tam o anda İhsan çevik bir hareketle ayağa fırlar. Yamak haykırırken diğer yamak şarabı yerlere dökmeye başlar. Cellat geri dönünce kupası elinden düşer.)
İHSAN – Kıpırdamayın bre! .. Ses çıkarırsanız mahzenden cesediniz çıkar. Geçin bakayım şu tarafa. (Yamağa) Haydi bre. Çöz şu bileklerimi! ..
(Az sonra İhsan bağlarından tamamen kurtulmuş, yamaklardan birinin elbiselerini giyinmiş, don-gömlek kalan yamağı ipe çektirmiş, diğerini bağlatmış, celladı da mahzendeki su dolu kuyuya yuvarlamış ve bağırmasınlar diye yamakların ağızlarını tıkaçlayarak ayrılmıştır.)
(Zincirleme)
SEKANS: 22
(Karargahın önü)
HARİCİ: Gece.
VAKİT: Gecenin sonu.
(Karargahın bütün ışıkları sönmüştür. Nöbetçiler, yağan karın altında Osman’ la alay ediyorlar. Karargahtan bir düşman askeri çıkmaktadır.)
1.NÖBETÇİ – Hayrola? Nereye gidiyorsun bu saatte?
YAMAK – (Başı öne eğik) Usta gene şarap istedi.
2.NÖBETÇİ – Bu cellad da çıldırdı mı nedir? Bu saatte şarap olur mu?
YAMAK – Ustanın huyunu bilmiyormuş gibi konuşuyorsun. (Güler) Mahzende misafirimiz var da eğlence tam olsun diye hani?
1.NÖBETÇİ – (Güler) Sizi leş kargaları sizi.
YAMAK – Yalnız, sokakları pek iyi bilmiyorum. (Osman’ a bakar) Bu herif bana rehberlik edemez mi?
2.NÖBETÇİ – Aklının iyi tarafına gelirse eder. (Güler)
OSMAN – (Delice) Edemem beee! .. Ben yolları bilemem ağaaa! ..
YAMAK – Haydi bakalım. Uzun etme! .. Yürü! ..
(Osman kendisine göz kırpan yamağa bakar. Bu İhsan’ ın ta kendisidir.)
OSMAN – (Şaşkınlıkla) Bulduk deliyi beee! ..
(Nöbetçilerin kahkahaları arasında köşeyi kıvrılıncaya kadar yürürler. Orada sarmaş dolaş olurlar. İhsan’ ın atı orada beklemektedir.)
OSMAN – Amma geciktin İhsan. Sana bir oyun oynadılar sandım.
İHSAN – Oynadılar. Az daha pisi-pisine can verecektim. Sonra anlatırım. Sabah olmak üzeredir. Ortalık ağarmadan Abdurrahman Gazi Türbesi’ ne varmalıyım. Seni mağarada beklerim. Sen Fatma’ yı getirmenin yolunu bulmaya bak.
OSMAN – Merak etme. Bizimkiler Fatma Bacı’ yı kurtarmışlar. Şimdi emin yerde. Yarına kalmaz getiririm. Salih’ in de burada olduğunu içeri girince gördüm. Askeri vurmasaydım saklandığımız yeri söylemişti bile. Salih’ i kurtarmalıyım. Mutfakta olduğunu sanıyorum. Sen vakit geçirme hemen yola çık! ..
İHSAN – (Atına atlar) Allah seni korusun Necati! ..
OSMAN – Yolun açık olsun! ..
(İhsan atını mahmuzlar ve aydınlanmaya başlayan sokaklara doğru vurup gider. Osman neşeli bir halde karlarını temizlemeye koyulur.)
(Kesme)
SEKANS: 23
(Abdurrahman Gazi Türbesi civarında bulunan bir mağara)
DAHİLİ: Gündüz
VAKİT: İkindi.
(Mağaranın oyuklarında meş’ aleler, dipte de bir ocak yanmakta. Dışarıda ıslıklar çalan kış rüzgarı hızını artırarak mağaranın içinde uğuldamaktadır. Sekansın sonuna kadar da uğulduyacaktır.)
DEDE – (İhsan’ ın yardımıyla ocağın yakınına oturur.) Allah senden razı olsun oğul. Sen olmasaydın, ben şimdi kara topraklar altındaydım. Ölseydim, öldüğüme değil de, bir hainin baltası altında can verdiğime yanardım.
İHSAN – Allah göstermesin baba.
DEDE – Zaten göstermedi oğul. Zaten, bütün uğraştığımız, bütün çabaladığımız Allah’ ımız içindir. Cenab-ı Hakk öyle ulu bir varlıktır ki; ona inanan vatanını sever, ona inanan vicdan sahibi olur ve ona güvenen kendine güvenir.
(İhsan, mağaranın kapısında ayakta, dışarıdaki fırtınaya bakmaktadır.)
İHSAN – Haklısın baba. Allahsız toprak vatan sayılmaz. Allahsız insan, namusun, şerefin, vicdanın manasını bilmez. (Geri döner) Toprağa değil, toprağı toprak yapana bak. Aziziye Tabyaları’ nda erkekçe, mertçe vuruşan, ölümün kan damlayan dişlerine, ecel dolu pençelerine, yumruklarıyla, taşlarıyla saldıran, düşmanın dağları dolduran top ve makinalı tüfeklerine, iman dolu göğüsleriyle atılıp, bağırlarını, vatanın bağrına siper yapan adsız kahramanların kanları aktıkça Aziziye Tabyaları daha aziz oluyor. Onların, toprağa akan sıcak kanları, tabyaları birer yanardağ hararetine sokuyor! .. Kasap Hatice Bacı’ nın delik-deşik edildiği topraklardan şehit feryatları yükseliyor.
DEDE – Yattıkları yerler nur olsun! .. Ruhları şad olsun! ..
İHSAN – (Mavzerini temizlerken) Amin. Büyük Türk Ulusu, bugünleri unutmayacaktır. Gelecek neslin asil çocukları, bugünleri okurken haritalar dile gelecek., tarihe nal sesinden altın sahifeler, kan ve barut kokusundan destanlar yazanların “ALLAH! .. ALLAH! ..” nidaları kulaklarını dolduracak ve bu sesler, onların temiz yüreklerindeki kahramanlık ateşini körükleyecektir.
DEDE – Ve onlar, kadınlarının gözleri önünde çocuklarını, çocuklarının yürekler parçalayan gözyaşları önünde, analarını, babalarını kesenlerin iğrenç nağralarını duydukça, oluklu süngülerin üzerine takılan masum yavruların, karınları parçalanan hamile kadınların, gözleri oyulan, kulakları kesilen, bağırları deşilen ihtiyar dedelerin uğradıkları zulümleri öğrendikçe, vücudlarını ateş gibi yakan intikam hisleri alevlenecek ve bu alev, büyük bir yangın gibi, insanlık, namus ve dinin ezeli ve ebedi hasmı olan düşmanlarımızı, yayıldığı yerlerde herbir tarafından sarıp kan, alev ve ateş içerisinde boğacaktır! ..
İHSAN –
Silecek bu intikam, yüreklerdeki yası,
Boğacaktır düşmanı, bu ateş, kan deryası! ..
İman; Türk’ ün yıkılmaz, alınmaz kalasıdır,
Bu ateş, kan deryası; din-iman deryasıdır! ..
DEDE –
Bir yanardağ ağzından lavlar gibi fışkıran,
Gönülleri kavuran bu ateş ve bu iman
O azılı yılanı deliğinde boğacak
Ve kanlı tabyalardan yeni bir gün doğacak! ..
İHSAN – Bir milletin mazide uğradığı işkenceler, gördüğü zulümler ve döktüğü kanlar, sadece tarih sahifelerine münhasır kalmayacaktır! .. Milletler, acı günlerinin kinini güttükçe yükselirler. Alınmış bir intikam, yerine getirilmiş bir öc, geçmişteki işkencelerin ateşiyle her gün biraz daha kavrulan yürekleri serinleten en soğuk bir sudur! .. Benim kalbimi, senin gönlünü ve zalim bir işgalin bütün mülevves ve hayasız icraatına maruz kalan ekmeksiz ve silahsız insanların yüreklerini yakan bu intikam ateşi, üzerine; yeni, yeni işkence ve zulümler eklendikçe alevlenecektir. Bugünleri bizlere gösteren feleğin kahrını, kahpeliğini, Allah’ ın adaletinin sileceği günler yakındır.
DEDE – (Rüzgar uğultuları arasında) Evet oğul, yakındır. Ulu Tanrı, bir daha bugünleri göstermesin bizlere. Türk, her işgal ettiği yeri abad eder. Bunların ise, tek marifetleri yakıp yıkmaktır. Aylardır, şehirde ne kadar işe yarar ev, bark varsa; ateşe verdiler. Sokaklar, canavarca parçalanan masum yavruların, iffet ve ismeti tecavüze uğradıktan sonra parça, parça edilmiş bacıların eşiklerde doğranmış eli silah tutmaz ihtiyarların cesedleriyle dolu. (Hınçla) Ah düşmaaan! .. Ah, canavar yılan! .. Dünyanın herbir ikliminde at oynatan Büyük Türk Ulusu’ nun ahfadı, seni bir gün, kanlı Aziziye Tabyaları’ nda yorgun, ac ve susuz kahramanları uykuda bastırıp hançerlediğin gibi hançerlemezlerse emdikleri süt haram olsun. Her bir karış toprağı, kanla sulanan bu vatanın ekmeği gözlerine, dizlerine dursun.
İHSAN – Bugünleri unutacak ve bunun kinini beslemeyecek evladı, analar doğurmaz olsun! ..
(Kesme)
SEKANS: 24
(Karlı dağların etekleri)
HARİCİ: Gece
VAKİT: Akşamdan sonra
(Karlı tepelerden parlak ve değirmi bir ay yükselmekte. Rüzgar, kayalıklarda uğuldamaktadır. Etrafa kar tozakları savruluyor. Kayalıkların altında kalan bir oyuktan fırlayan çeteci, elindeki mavzerle, aşağı tarafta bir siluet halinde koşan insan hayaline bir-iki el ateş eder. Resme sarp kayalıklarda gürleyen mermilerin sedası ve köpek havlamaları düşer. Her biri birer çoban köpeği azametindeki hayvanlar durmadan havlamaktadırlar. Aşağıdaki siluet kayalar arasında kaybolunca köpekler arasında dimdik bir heykel gibi duran çeteci mavzerini indirerek karlı kayalara doğru koşup kapısı nöbetçili mağaraya girer.)
(Zincirleme)
SEKANS: 25
(Mağaranın içi)
DAHİLİ: Gece.
VAKİT: Akşamın devamı.
HAKKI – (Heyecanla girer) İhsan Dadaş! .. Yüzbaşı kaçtı! ..
DEDE ve İHSAN – (Heyecanla fırlarlar) Kaçtı mı? ..
DEDE – Hakkı, oğlum, ver şu mavzerini bana! ..
İHSAN – Olmaz baba. Sen ihtiyarsın. Hakkı, Babama göz kulak ol! ..
HAKKI – (Dışarı fırlayan İhsan’ a) Başüstüne İhsan Dadaş! .. (Dedenin oturmasına yardım eder) Hele şöyle otur Hacı Efendi. Sen işi, İhsan Dadaş’ a bırak. Evel Allah Yüzbaşıyı Türbe Deresi’ ne inmeden yakalar, ya da bir-iki kurşunda oralara seriverir.
DEDE – Hiç ümidim yok Hkkı. Vakit gecedir. Karlı kayalıklarda bir iş eder İhsan’ a. Gece, sabaha varmadan İhsan’ ın cesediyle karşılaşmaktan korkarım.
HAKKI – Korkma Hacı Efendi, belki yakalamıştır bile! ..
(Dışarıdan evvela bir-iki kurşun sesi, sonra aksisedaları duyulur.)
HAKKI – Hah bak. Vurdu bile. İhsan, bu kayalıkların adamıdır. En sarp ve karlı kayalarda bile bir keklik gibi seker. Gözleri hepimizden iyi görür. Pireyi gözünden vuru evel Allah.
DEDE – (Telaşla) Hakkı, oğlum, gelen-giden yok. Yüreğime bir kurt girdi. İhsan’ a bir şey olması? Torunumla gelinim elden gitti, bağrım yanıyor. İhsan’ ı da kaybedersem artık yaşayamam.
(İhsan, yorgun ve üzgün girer, Mavzeri elinde başı önündedir.)
HAKKI – (Heyecanla koşar) Nerede vurdun İhsan Dadaş? Çok gitmiş miydi?
DEDE – (Yerinden kalkar) Vurabildin mi oğul?
İHSAN – (Ocağın karşısında üzgün bir tavırla ve mavzerine dayanarak) Ay buluda girmişti. Hiçbir şey görünmüyordu. Bir-iki el ateş ettim ama beyhude oldu...
(Kesme)
SEKANS: 26
(Başkumandanlığın mutfağı)
DAHİLİ: Gece.
VAKİT: Akşamın devamı.
(Aşçı yamağı uyumaktadır. Salih’ i yerinden doğrulurken görürüz. Sessizce yanında uyuyan yamağa bakıp ocağın dibinden sürünerek ilerlemeye çalışmaktadır. Yamak, horlamaktadır. Birden horultu kesilir. Salih, nefes bile almadan durur. Yamak sadece yan değiştirmiştir. Salih, heyecanla elindeki mutfak bıçağının sapını sıkar. Mutfağın, bahçeye bakan penceresinin kanadını yavaşça açar. Yarı beline kadar dışarı çıkmıştır ki; içeri hücum eden rüzgarın te’ siriyle uyanan yamak evvela Salih’ in yattığı yere bakar. Oranın boş olduğunu görünce, başını derhal pencereye çevirir. Salih’ in aşağı sarkan ayaklarını farkeder farketmez yıldırım gibi yerinden fırlar ve bağırarak pencereye atılır. Bir ayağını yakalarsa da sadece çarığı kopup elinde kalmış, Salih bahçeye fırlamıştır.)
YAMAK – (Haykırarak) Koşun! .. Yakalayın! .. Kaçıyor! .. Tutun! ..
(Zincirleme)
SEKANS: 27
(Bahçe ve sokaklar)
HARİCİ: Gece.
VAKİT: Geceye yakın.
(Salih, bir ayağı çarıksız karlı bahçede koşmaktadır. Bahçeye askerler dolmuştur. Ellerinde meş’ aleler vardır. İzleri kovalamaktadırlar.)
ASKER – Koşun! .. Şu tarafa gitmiş! ..
(Askerler izlerin istikametine koşarlar. Birden sola dönen kamera, duvarın üzerindeki Salih’ i görür. Geri, bakan çocuk, korku ve heyecanla askerlere bir nazar fırlatır. Askerlerden biri mavzerle ona nişan alır.)
SUBAY – Ateş etme aptal! .. Diri yakalamalıyız onu!
(Salih, duvardan dışarı atlamış, koşmaya başlamıştır. Soluk, soluğa ve perişan bir haldedir. Sokakların birinden çıkıp diğerine dalmakta, arada bir dinlenmekte, göğsü körük gibi kalkıp inmekte, meş’ alelei askerleri görünce tekrar ileri fırlamaktadır. Bir ara kapaklanır. Tekrar kalkıp koşar. Karanlık bir sokaktaki bir çukura atlar ve orada saklanır. Koşuşan kalabalık, bağırtılar arsında çukurun yanından geçip yandaki sokağa dalınca Salih korka, korka çıkar. Aksi istikametteki bir sokağa dalar. Az sonra bir köşede onu elleriyle çarıksız ve karlar içindeki ayağını ısıtmaya uğraşırken buluruz. Göğsü hala inip kalkmakta korkuyla etrafına bakınmaktadır. Bir ara ayağını bırakır, koşmaya başlar.
(Kesme)
SEKANS: 28
(Mağaranın içi)
DAHİLİ: Gece.
VAKİT: Geceye yakın.
(Çeteci Hakkı, oturan dedenin yanındaki ocağa kütük atmakta, İhsan, mağaranın kapısından dışarıya bakmakta ve üzüntülü olarak konuşmaktadır.)
İHSAN – Ah, kansız oğlu. Bir kerre elime geçseydi ben ona gösterirdim.
DEDE – Üzülme oğul. Bir defa kaçmasın. Kaçtıktan sonra ne gelir elden?
İHSAN – Benim üzüldüğüm, onun kaçtığı değil baba. Ben bu herifleri çok iyi anladım. Bunların damarlarında mertlik, yüreklerinde erkeklik yoktur.
(Rüzgar hızını artırmıştır. Köpek havlamaları duyulmaktadır.)
HAKKI – Ne demek istiyorsun İhsan Dadaş?
İHSAN – (geri döner) Demek istiyorum ki; o kumandan vicdansızı, yüzbaşının avdet ettiğini görünce Salih’ i astıracaktır! ..
DEDE – (Doğrulur) Olamaz! .. Astıramaz benim torunumu! ..
HAKKI – Buna bal gibi “vicdansızlık” derler.
İHSAN – (Alevlere dalar) Sen istersen “ vicdansızlık” istersen “vicdanlılık” de. O, bunu yapacak kadar çamurdan bir yüreğin sahibidir. İş, bu kadarla da kalmaz. Hemen, buraya binlerce asker, top, tüfenk ve makinalı yollar.
HAKKI – Saklandığımız yeri bulamazlar.
İHSAN – (Döner yürür) Bulamazsa; bütün mağaraları topa tutturur. Ne yapmalı, ne etmeli bilmem ki? Gidip teslim olsam....
HAKKI – (Sözünü keser) Herşey aklımdan geçerdi ama İhsan Dadaş’ ın gidip teslim olacağı aklımdan geçmezdi. Gidip ne diyeceksin onlara? “Artık beni arayıp yorulmayın. İşte, ben kendim geldim. Babamla çete arkadaşlarım da Abdurrahma Gazi civarında falan mağaradalar. Onları da orada topa tutun. Benim, babalarını şehit vermiş oğullar, kardeşlerini bu vatanın selameti için kimbilir hangi tabyada ecele kaptırmış bacılar kadar sabrım, metanetim ve döğüşecek kadar kudretim kalmadı.” Mı diyeceksin? ...
DEDE – (Elini oğlunun omuzuna koyar) Oğul, Salih’ i ancak sen sağ kalırsan kurtarabiliriz. Teslim olsan bile o kafirlere güven olmaz.
İHSAN – (Üzüntüyle) Aaah Hakkı, ne yaptığının fakında mısın? .. (Başını eğen Hakkı’ ya bakar) Ne ise, ben biraz dışarıyı kontrol edeyim. Sen de dinleniver.
(İhsan mağaradan çıkar. Dede, ocağa yakın oturur. Çeteci ayaktadır.)
DEDE – Hakkı, oğul, nasıl ettin de kaçırdın yezidi?
HAKKI – Hacı Efendi bir gaflettir oldu işte. Yüzbaşıyı hapsettiğimiz mağaranın kapısında uyuya kalmışım. Yerimden fırladım. Arkasından ateş ettimse de vuramadım. Kafir, mağaranın ağzına kapattığım taşı yuvarlayıp deliği açarak kaçmıştı bir yol.
İHSAN – (Dışardan haykırmaktadır) Heeeey! .. Kimsiniz! .. Ses verin, yoksa yakarım! ..
NECATİ – Benim İhsaaaan! .. Ben Necati! .. Yanımda da Fatma Bacı’ m vaaaar! ..
DEDE – (Hayretle) Ne dedi? “Fatma mı var.” dedi?
HAKKI – Necati Bey olacak, zahir.
(Önde Dede, arkada Hakkı kapıya ilerlerken İhsan Dadaş içeri girer.)
İHSAN – Hakkı, nöbete sen geç! .. Dadaşların hepsini uyandır. Hazırlansınlar. Erzurum’ a ineceğiz! .. Sen de gözünü aç biraz! ..
HAKKI – Başüstüne İhsan Dadaş! ..
(Bu esnada Fatma’ yla Necati Bey –Deli Osman – girerler. Necati’ nin üzerinde Dadaş elbisesi vardır. Fatma, ihtiyara koşar elini öper.)
FATMA – (Ayaktadır) Efendi Baba! .. Necati Bey, senin sağ ve burada olduğunu söyleyince çok sevindim.
DEDE – Evet kızım! .. Güya sağız. Yüreğimizi kavuran ızdıraplarla her saniye biraz daha ölen bizlre “sağ” demek de doğru değil ama tamamen de ölmedik sayılır. O namertler, seni de şehit ettiler diye korkuyordum. Allah’ a şükürler olsun; sağsın.
NECATİ – Evet Hacı Efendi, sağ ya. Cafer onu düşman askerlerinin elinden kurtardıktan sonra, Kezban Nine’ ye teslim etmiş. O da, kimseler ilişmesin diye yüzünü-gözünü kül ve isle boyamış. Buraya kadar karların içinde benimle beraber gah saklana; gah koşa geldi. Çok yoruldu zavallı.
DEDE – Otur kızım. Ayakta durma. (Devamla) O Memiş haininin ettiklerini gördün mü? O nankör başımıza neler açtı bizim. Eve düşmanları o getirmiş. İhsan’ ın kaçtığını o uydurmuş. İhsan’ a da benim kendisini evlatlıktan reddettiğimi o söylemiş.
İHSAN – Baba, tekrar açma eski yaraları. Necati, Allah senden razı olsun. Sen olmasaydın Fatma ner’ den gelir, ner’ den bulurdu bizi.
NECATİ – (Ayağa kalkar) Ben sana, daha karargah civarındayken, Fatma Bacı’ mı muhakkak getireceğimi söylemiştim. Pek kolay olmadı ama neticesi iyi çıktı. (Bir an durur sonra hayıfla) Dinsizler! .. Aylardır, her tarafı yakıp yıkıyorlar. O, canım Erzurum’ un yerinde taş ve toprak yığınlarından başka hiçbir şey kalmamış. Manzarası, yıllarca içimizdeki kini körükleyecek bir harabe! ..
İHSAN – Yaa?
NECATİ – Evet. Bugün öğrendim. Murahhaslar, Ayastafanos’ ta imza koydukları barış andlaşmasının şartları yerine gelsin diye, doğudaki düşman ordularının kışı, Erzurum’ da geçirmesine ve bizim askerin Bayburt ve civarına çekilmesine karar vermişler. İşte, bunun yüzsuyu hürmetine şehri işgal eden düşmanlar da kışı zulm ederek geçiriyorlar.
İHSAN – Askerimizin emre itaat için bayrağını bağrına basarak İstanbul Kapısı’ ndan Ilıca’ ya doğru çekildiği o günün acısını unutmayacağım. Tarih, İstanbul’ da ki saray penceresinden Erzurum’ da ki kanlı ölüm-dirim savaşını seyretmeye çalışanları hayırla yadetmeyecek. Bu silahsız halka yardım yerine sadece emir gönderenler, düşüncesizliklerinin günahından kurtulamayacaklar.
(Kesme)
SEKANS: 29
(Erzurum’ un İstanbul Kapı tarafındaki karlı tabyaları)
HARİCİ: Gece.
VAKİT: Gece.
(Türk askerinin şehre girmek üzere olduğu haberi üzerine düşman, çekilme hazırlıklarına başlamıştır. İstanbul Kapı Tabyaları’ ndayız. Ortalık kan, alev ve barut içinde. Düşmanın ön hatları çekilirken geri hatları, çekilmeyi kolaylaştırmak için çarpışıyorlar. Gecenin karanlığı gündüze dönmüş. Top ve kurşun sesleriyle ufuklar inliyor, ihtiraklı mermiler göğü çarşaf gibi yırtıyor. Patlamaların ardı, arkası kesilmiyor... Her tepede, her siperde ölüm geziyor. İşte, tabyaları sel gibi aşan Mehmetçikler... İşte, her tepede, ufukları göstererek “İleriiii! ..” diye haykıran kalpaklı kumandanlar... İşte, siperden sipere atlayan imanlı asker... İşte, süngülerle, yetiştiği düşmana saldıran kurtarıcı... İşte, dinmek bilmeyen “ALLAH! .. ALLAH! ..” sesleri. İşte, dağı, taşı kana boyayan kahraman ordu... İşte, namusunu kurtarmaya gelen kahraman ırkın evladı... İşte, dalgalanan şanlı Türk Sancağı... İşte, aktığı yerde düşmanı boğan sel... İşte, o engel dinlemeyen lav deryası... İşte, kaçan, süngülenen, “Aman! ... dileyen düşman askerleri ve işte, alevler içindeki Erzurum...
(Kesme)
SEKANS: 30
(Abdurrahman Gazi etekleri)
HARİCİ: Gece.
VAKİT: Sabaha doğru.
(Salih, karlı yamaçlardan, yorgun, heyecanlı, nefes nefese koşmakta. Gah, kapaklanıyor, gah kayıyor, gah koşuyor, gah tıkanıyor. Fakat tek arzusu; koşmak, durmadan koşmak. Kamera, bu sekansta bir fon müziği refakatinde hep onu takip edecektir.)
(Kesme)
SEKANS: 31
(Mağara)
DAHİLİ: Gece.
VAKİT: Sabaha doğru.
(Mağaradayız. Ocak canlı yanmakta, dışarda köpekler havlamakta)
NECATİ – (Hançerini çeker) Artık sabrım kalmadı, İhsan. Müsaade et de, bunların öcünü bari şu yüzbaşıdan alayım! ..
İHSAN – (Üzüntüyle) Elimizdeki son kozu, yani yüzbaşıyı da bu gece kaçırttık.
NECATİ – Nasıl, kaçırttınız mı? ... Kaçtı mı? .. Kurtuldu mu yani?
İHSAN – Maalesef kaçtı. Nasıl kaçtığını bilmiyorum! .. Hakkı içeri gelip haber verdi. Dışarı fırladım. Bir çılgın gibi, günlerdir avını kovalayan deliye dönmüş bir avcı gibi kayalıklara koştum, durdum. Nafile! .. Giden gitti bir kere.
NECATİ – İşte bu çok kötü oldu. (Hançerini yerine sokar) Çok geçmez; Palandökenler’ in karlı kayalıklarında tüfekler patlamaya başlar. O sinsice ve muvaffakiyetli kaçış; yeni, yeni felaketlere açılan bir kapı oldu. Bu kapının arkasında en korkunç tuzaklar, önünde de şerefli, namuskar ve kahramanca bir ölüm var.
(İhsan, derinden gelen top seslerini merak ederek dışarı bağırır.)
İHSAN – Top seslerini duyuyor musun Hakkıııı! ..
HAKKI – (Dışarıdan ve uzaktan) Düşman kudurmuş, şimdi de köyleri topa tutuyoooor! ..
İHSAN – (Üzgün döner) Belki; birkaç dakika sonra düşman askerleri ve yardakçıları, kayaları topa tutacaklar. Leş didiklemeye hazırlanan kargalar gibi saracaklar etrafımızı.
(Fatma, İhsan’ a doğru koşup ellerine sarılır ve önünde yere diz çöker)
FATMA – Onlara bırakma! .. Beni, kendi ellerinle öldür ağam! ..
DEDE – Fatma! .. (Ayağa kalkar) Kızım! .. Azıcık sabırlı ol! ..
NECATİ – Dur Hacı Efendi, Hayırlısı budur.
(Necati Dede’ yi teselliye çalışırken İhan Fatma’ yı kaldırıp alnından öper ve öbür duvara doğru ilerler. Oradan, metanetle duvara dayanan Fatma’ ya döner.)
İHSAN – Allah senden razı olsun Fatma’ m. Namuslu ve ces’ urane bir ölüm; en şerefli bir ölümdür. En yüksek şehitlik mertebesidir. (biraz durur) Yazıklar olsun, lanetler olsun o kurşuna ki; bunca yıllık saf ve temiz hayat arkadaşlığımızı söndürecek. Ve ne mutlu o kurşuna ki; namusumuzu, iffet ve ismetimizi düşmanın hayasız elinde lekelenmekten kurtaracaktır.
(Mavzerini doldurup kapatır. Kaldırıp Fatma’ nın kalbine nişan alır. Üst üste iki el silah sesi duyulur. Fakat ateş eden İhsan değildir. Silah sesleri dışarıdan gelmiştir. İhsan mavzerini indirirken köpek havlamaları arasında ve elinde mavzerle Hakkı mağaraya girer.)
HAKKI – İhsan Dadaş! .. İhsan Dadaş! .. Bir casus vurdum! ..
İHSAN – Nerede Hakkı? ...
HAKKI – Teeey kayalıkların dibinde. “Duuur! ..” diye bağırdım. Durmayınca bir el ateş ettim. “Ah anam! ..” diye acı bir feryat koparıp yere yuvarlandı. Çok yiğit adamdı. Gene de buraya doğru yürümek istiyordu. Bir el daha ateş ettim. Kapaklandı. Kalkamadı.
İHSAN – (Bir meş’ ale kapar, fırlar) Al bir meş’ ale gel benimle.
HAKKI – (Meş’ ale alırken) Başüstüne İhsan Dadaş! ..
NECATİ – (Bir meş’ ale kapıp) Ben de geliyorum, İhsan! .. (Çıkarlar)
FATMA – Acaba düşman baskın mı yaptı, Efendi Baba?
DEDE – Hakkı’ nın sözünden anlaşıldığına göre tek adammış.
FATMA – Sakın o yüzbaşı dönmüş olmasın. Vurulan ya oysa?
DEDE – İnşallah. Eğer Hakkı’ nın vurduğu casus o yüzbaşıysa işler yeniden düzelecek demektir.
FATMA – Ya değilse? (Üzüntülü) Of, Hakkı da neden, azıcık gecikmeden içeri girdi sanki? İçerimde derin bir sıkıntı var Efendi Baba. Sanki iki çelik kıskaç, kalbimin damarlarını sıkıyor, sıkıyor, koparacak gibi sıkıyor.
DEDE – “Hayırdır inşallah” de kızım. “Hayırdır inşallah” de.
(Bu esnada, mağaranın meş’ alelerle aydınlanan kapısında kucağındaki göğsünden ve ağzından kan gelmekte olan Salih’ le İhsan Dadaş girer. Salih’ in başı ve kolları geriye sarkmıştır. İhsan’ ın yüzü fırtınalı bir deniz gibi karmakarışıktır. Sağında, son derece üzgün bir vaziyette meş’ ale tutan Necati Bey, solunda elinde meş’ aleyle Hakkı yürümektedir. Fatma haykırarak oğluna atılır. Dede de bağırarak fırlayıp koşar.)
FATMA – Salih! .. Yavrum! .. Evladım! .. Seni mi vurdular? ... Bunca zaman hasretini çektikten sonra seni böyle mi görecektim? .. Yavrum! .. Çocuğum! ..
DEDE – Oğul! .. Torunum? .. Salih’ im! .. Aslan yavrum! .. Demek seni vurdular! .. (Hüngür, hüngür ağlar.) Allah’ ım bana biraz sabır ver.
(İhsan, Salih’ i kerevetin üzerine koyar. Bu anda Salih’ in solmuş yüzünü daha yakından görürüz. Dudaklarından kan sızmaktadır. Zavallı ana deli gibi feryat etmekte, Dede hüngür, hüngür ağlamakta, Hakkı, ihtiyarı, Necati de Fatma’ yı teselliye çalışmakta, İhsan yaşlı gözlerle ocağın alevlerine dalıp gitmiş bulunmakta, çocuğun ayağındaki çarıksız ve yırtık çorabından soğuk te’ siriyle morarmış ayak parmakları görünmektedir.)
NECATİ – Üzülme bacım! .. Allah’ ın emri böyleymiş. Emr-i İlahi’ ye karşı gelinir mi?
FATMA – Tahammül edemiyorum kardeş. Elimden gelmiyor. (Hıçkırır)
(Salih’ in yüzünde bir seğirme, kanlı dudaklarında bir titreme, göz kapaklarında bir kımıldama olur. Gözlerini aralar. Dedesini farkeder.)
SALİH – (Mecalsiz) Dede! .. Dede! .. Beni vurdular! ..
DEDE – (Onun saçlarını okşar) İyi olacaksın yavrum. Üzülme! .. (Ağlamaktadır) Yalnız, hiç kıpırdanma evladım! ..
SALİH – (İnler) Ama hiç yıkılmadım... İki kurşun attılar... Göğsümden vurdular beni... Ahmet Emmi; “Ne kadar zor ölürsen, o kadar çok şehit sayılırsın.” demişti. Şimdi ben... Şehit sayılır mıyım? ...
DEDE – (Boşanır) Elbette sayılırsın ama sen iyileşeceksin. Sen, Şehit Salih değil, Salih Gazi olacaksın, benim kahraman yavrum.
SALİH – Aşağıda! .. Vurulduğum yerde çok kanım aktı, dede. Orada, ekin bereketli olur mu?
DEDE – (Hüngür, hüngür ağlayarak) Elbette olur yavrum. Şehit kanı dökülen toprakta ekin bereketli olur.
FATMA – Salih! .. Oğlum! .. Yavrum! ..
SALİH – (Annesini farkeder) Anne, biliyor musun, benim... Benim Dadaş’ ım kaçmamış...
DEDE – Yok oğul, kaçmamış! .. Bak, Dadaş’ ın da burada. O Memiş haini yalan söylemiş. Dadaş düşmandan kaçar mı hiç?
(İhsan’ ın yüzünü görürüz. Alevlerin dolaştığı gözlerinden yaşlar düşer)
SALİH – (Zorlukla) Necati Dayım! .. Necati Dayım düşmanların yanına geldi. Deli Osman’ a benziyordu. Buralarda... Olduğunuzu ondan öğren... öğrendim...(Biraz durur) Bana soğan soydurdular...
DEDE – Namertler! ..
SALİH – Dede! .. Döğerek ağlatamadılar da, soğan soydurup ağlatmak istediler.
DEDE – (Hınçla) Vicdansızlar.
SALİH – Sonra mutfağın penceresinden kaçtım... Buraya geldim... Ama, vurdular beni...
DEDE – Çabuk iyi olacaksın yavrum. Şimdi yarana merhemler bulup sürdüreceğim! ...
SALİH – Dede! .. Benim yarama en iyi merhem... Türk Askerleri’ nin nal sesleridir. Kulaklarım “ALLAH! .. ALLAH! ..” sesine ve tekbir getiren nağralara hasret kaldı. Kulaklarım minarelerden ezan sesleri duymak istiyor! ..
(Kamera, Salih’ in solgun yüzünü daha yakından görmeye başlayacak ve aynı kompozisyona, hücuma geçmiş Türk Askerlerinin imajlarını sürpresse edecektir. Şimdi, Salih’ in yüzünde, süngü takmış koşuşan, düşmanları süngüleyen, siperden sipere atlayan kalpaklı askerler, “İleriii! ..” diye ufukları gösteren kumandanlar, dalgalanan bayraklar, cesedlere basıp geçen kahramanlar, velhasıl tam bir savaş sahnesi görürüz. Bu arada resimlerde, evvela hafiften ve koro halinde başlayan “ALLAH! .. ALLAH! ..” seslerinin arasında, kalın ve te’ sirli bir başka ses “SALİİİİİİİİH! ..” diye bağırmaktadır. Sesin sahibi alnındaki sargısı kanlar içinde kalmış, saçları sargıya kadar inmiş iri-yarı bir askerdir. Bu asker, Salih’ in fon mesabesindeki yüzünde daima, karlı kayalıklara tırmanmakta ve her tırmanışında, ellerini ağzının kenarlarında boru gibi yapıp semaya doğru “Saliiiiih! ..” diye bağırmaktadır. Bir ara, hayaller kaybolur. Salih, gözleri bir noktada olduğu halde, doğrulmaya savaşır.)
SALİH – Dede! .. Anne! .. Dadaş! .. Duyuyor musunuz? ...
DEDE – Neyi yavrum, Salih’ im? ..
SALİH – Asker... Asker seslerini... “ALLAH! .. ALLAH! ..” diye bağırıyorlar, tekbir getire, getire koşuyorlar... “SALİİİİH! ..” diye haykırıyorlar. Tabyalar kan içinde kaldı.
DEDE – Yat oğul, yat yavrum, yat sen hele.
SALİH – Dede, askerlerimiz geliyor! .. Kalpaklı, kalpaklı Türk Askerleri geliyor... Beni kucaklayın... Dışarı çıkarın... Onların ellerini öpmek için boyunlarına sarılmak için atlarının ayakları altında ölmek istiyorum... Cebimde peksimet var. Onlara vereceğim; yesinler. Askerlerimize saklamıştım. (Babasına) Dadaş, beni dışarı çıkar. Ezan seslerini yakından duymak, yurdumun kurtulan topraklarını görerek ölmek ve Mehmetçikleri karşılamak istiyorum! ..
Dinlenmeye, uykuya muhtaç mısın? ..
Vah Mehmed’ i! .. Yorgun musun, ac mısın? ...
Sana simit saklamıştım; yemedim,
Canım çıksın; susuz musun Mehmed’ im? ...
(İhsan, gözleri yaşlı olarak Salih’ i kucağına alırsa da yavru ruhunu teslim etmiş, başı ve kolları geriye düşmüştür. Fatma, korkunç çığlıklar atmakta, hepsi ağlamaktadırlar. İçeriye hızla bir çeteci girer. Bağırır.)
ÇETECİ – İhsan Dadaş! .. Erzurum kurtuldu. Asker şehre girmiş! ..
(Çeteci durumu anlayınca olduğu gibi kalır. Önde İhsan Dadaş sağ ve solunda meş’ alelerle Necati Bey ve Hakkı, arkalarından mecnun kahkahaları atan Fatma, hüngür hüngür ağlayan Hacı Hamdullah, kameraya arkalarını döner ve mağaranın kapısından yeni yeni ağaran ufuklara doğru çıkaralar.)
(Zincirleme)
SEKANS: 32
(Mağaranın önü)
HARİCİ: Gündüz.
VAKİT: Şafak.
(Kamera, evvela mağara önündekileri arkadan görür. İlk planda şahıslar, fonda, uzaktan alevler içindeki Erzurum görünmektedir. Kamera, bu defa, rüzgar ıslık ve uğultuları, köpek havlamaları arasında kucağında Salih bulunan İhsan’ ı ön-aşağıdan, mümkünse yüksekçe bir kaya dibinden alır. İhsan’ ın gözleri ufukta sabit bir noktadadır. Sağ, sol ve arkadan on-onbeş meş’ aleli Dadaş görülmektedir.)
İHSAN –
Kopasıca dilim, feryat etmiyor! ...
Gücüm yalnız Azrail’ e yetmiyor! ...
Al canımı benim bugün, Allah’ ım! ...
Dinsin acım, öldüğüm gün, Allah’ ım! ...
Yavrum gitti! ... Gitti yavrum elimden! ...
İhsan Dadaş korkmaz artık ölümden!
(İhsan Dadaş, aşağı doğru yürür. Hepsi kamera önünden geçerler. Kamera, bulunduğu yeri terk etmeden alev, alev yanan meş’ aleler arasında karlı kayalıkları inmekte olan topluluğu takibe başlarken Fatma’ nın dört bir tarafa ve yücelere baş kaldırarak savurduğu mecnun kahkahaları “Saliiiih! ...” diye yankılar yapar. Topluluk, kameradan gittikçe uzaklaşmakta ve karanlıklara karışmakta iken resme yakıcı bir gazel sesi düşer.)
- BİTTİ –
Eser ve Senaryo:
Hikmet BARLIOĞLU
Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) ‘nun
Erzurum Yanıyor isimli Tarihi ve Milli Senaryosu’ ndan > 71 – 102 /102)
Gökhan HEPARSLAN
İsmet BarlıoğluKayıt Tarihi : 18.4.2006 03:59:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İsmet Barlıoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/04/18/erzurum-yaniyor-devami.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!