Bak yine akşam oluyor, hatıraların seni soracak… Bu sefer ne yalan söyleyeceğim onlara? Bu akşam yine ağlayacaklar; nasıl, nasıl susturacağım onları söylesene nasıl! ?
Beni bırakıp gittiğin günü hatırlıyor musun? Beni parçalayıp, yakıp gittiğin günü... Ben hiç unutmuyorum şafağıma sapladığın o soğuk sesli kurşunu, unutamıyorum.
Allah’ım ne çaresizdim, çareler içinde çaresizdim. Biçare olarak seni görüyordum, ama gururum... O ne olacak peki?
Sen gittiğinden beri hiç uyumuyorum, gözlerim sensizliğinin o vicdansız kızarıklığına bürünüyor, dünyam her geçen gün kararıyor.
Kalbimin o densiz çarpıntısına uğrayan güçsüz merhamet seni seslense de sanırım artık bitiyor... Güneşi sevk ederken gözümden sendeleyen aşkımızı da götürsün istedim. Teferruatlar üzerine kurulmuş aşkımızı... Ve son kez anladım ki seni sevmek bana, yüzmeyi bilmeyene deniz, gülmeyi bilmeyene mutluluk ve derdi bilmeyene derman gibi... Anlamsız, çağrısız! Artık baktığın yer kaygım, gözlerin ise umudum değil. Sensizlik bensizlikten üstün değil anlasana! Seni, seni benden ayıran neydi? Ayrılığın yanlış adresi doğrulanmış gözlerinde.
Şimdilik hissiyatlarımızın ayrılığa yaktığı sinyale yoğunlaşırken bir kelime arıyorum, tüm suçu onun üzerine yükleyeceğim bir kelime. Ve bu bazen sen oluyor, bazen sen hariç her şey, bazen de “Sen Sen! ” diye çıldıran ben... Çareyi çaresiz sende arayan ben... İzahı yok ayrılığın kastettiği şeylerin. Takip edebildiğin sadece zaman, nasıl geçtiğini bilmeksizin, gördüğün yalnızca hayal, gözlerini kırpmaksızın ve kavrayabildiğin yalnız sorular, cevabını alamamaksızın. Ve artık seni ayrılığa emanet ediyorum. İşte şimdi göğe doğru bakışımın sertliğine müteakiben zavallı bir ses...
NEDEN..?
Günaydın sensizliğin korkusu, günaydın başucumda duran tozlu fotoğraf ve günaydın dertlerimin her geçen saniye yara aldığı bu savaş. Bugün yine kahroldum içimden sessizce. Çünkü mantıksızdı senin arkandan hüngür hüngür ağlamak! Senin bana vaat ettiğin tek şey yazdırdığın şiirler oldu bu aptal filmde. Senin yokluğun çok şey öğretti bana; ben sigaramın dumanında ısınmayı öğrendim sabahsız gecelerde, ben gözyaşı dökmeden ağlamayı öğrendim, ben bir kâğıda seni sığdırmayı öğrendim yokluğunda... Islanmadan kurumayı, içmeden sarhoş olmayı, yaşarken ölmeyi öğrendim sen ne yapıyor diye düşündüğünde... Meğerse ne karanlıkmış senin dünyan ne kadar kan kırmızımsıymış hayallerin... Senin gözlerin kahpe hayallerinin aynasıymış, kalbinse duygularının esiri. Sana bedduayı kalbin ediyormuş aslında, işte bende bu oyuna geldim. Çok pişmanım çok her şeyimle pişman; gözlerim sana bakıp ağladığı için, ellerim sana dokunup şiirler yazdığı için ve kalbim de sana inanıp sevdiği için pişman. Sana seni armağan ettiğim kâğıtlar pişman, kısık sesle yazılan onca şiirler pişman, bize şahitlik eden vefa dolu geceler bile pişman...
'Hani pişman olmazdım ben, ne büyük lafmış o! Hani hayatta pişman olacağım bir şey yapmazdım ben! Yaptım işte; Seni Sevmeyi Sevdim...'
Bir gün terk edip gidersen beni, görürsem gözündeki hırsı ve kıyarsam kendime içimdeki gururu bastıramayıp! Beni sensizliğin ardındaki soğuk kan lekesiyle yıkasınlar; belki toprak kurular? Ve son bakışındaki nefreti görürse kalbim, hani kıyarsa sana sakladığı cana ve sana verdiği söze. Ya da gökyüzüne her baktığında seni yıldızlar kadar seviyorum dediğini hatırlarsa yıkılmaz mı gözyaşlarıyla yıkadığı hayalleri, hicran olmaz mı hayatının baharında! Ve hazince bitmez mi gecelerce uykusunda sana ettiği firarlar. Ve adîce olmaz mı senin hayallerime işlediğin cinayet
OLMADI GÜLÜM OLMADI... Şimdi bana bir yazı yaz, hatta kaderimi çiz içinde sen olmayan. Bana kendini yaz içinde kalbinin olmadığı ve hatta bana beni yaz içimde senin olmadığı... Ben seni yine bekleyeceğim aynı yerde; DUYGULARIMIN AKLIMA SAVAŞ AÇTIĞI YERDE...
Aynama yalnızlığın amatörce çizilmiş resmi.
Ve gözümde sevginin her geçen gün biraz daha yalnızlığa çalan anlamı... Tüm duygularım konuşmama izin vermeyen o gözlerine odak.
Kalbimin en güzel köşesini yalnızlık kiralamış. Düşüncelerim karma karışık... Neredeyim bilmiyorum, aklımda senden bir kare fotoğraf, gözlerim karanlık, dizlerim tutmuyor, yüreğim parça parça...
Bahanelerimin arkasına siper olmuş cesareti firari gecelerde ararken, saçlarım meydan okurcasına rüzgârı kırbaçlarken ve ciğerlerimi parçalarcasına, yüzümü aşındırırcasına ağlarken bul beni.
Gözlerim seni ararken bul beni ararken...
Hayallerimi kurcalarken seni bulmak için terkedilmiş beni buldum, yıkılmış ben... Her şeyini kaybetmiş ben.
Artık bana bakışlarını çok iyi anlıyorum. Hüsrana bürünmüş bakışlar; mutsuz, umutsuz, fersiz ve çaresiz.
Bana iade ettiğin bir şey var sanki. Ben, ben değilim artık; hüviyeti kaybolmuş bir cenaze misali yenik, sensin bu yüreğimin iktidarı! İster yönet, ister çökert, istersen de bu kalbime bir çelme tak..?
Nedense her akşam mütemadiyen hatırlıyorken seni, ağlamamı gördüğünü düşünürken buluyorum kendimi ve tanışıyorum kendimle kısaca; biraz vurgun, biraz solgun, biraz da yorgun. Ve hatırlıyorum apansız, penceremin buğusuna gözlerimle çizdiğim hayalini, görüyorum kalbimi tam ortasından yaran o gözlerini ve hissediyorum ürpererek, senle başlayıp bitmeyen cümlelerimi... Sevgimizin boynuna bıçak dayayan ayrılığın sahtekâr yüzüyle buluştum senin gittiğin gün oysaki her şeyden muaftık ayrılığa ilişkin. İşte yine yarım mutluluk virgülden sonrası yok birlikte görüntülendiğimiz cümlelerin. Korkuyorum artık senden; sen kadar yalnızlıktan, sen kadar bırakılmışlıktan ve korkuyorum ayrılığın sen kadar müptelağımız olacağından... Bu da geçer diyenler oldu şimdi bana dalga geçer gibi farkında olmadan ayrılığı bağrıma saplar gibi... Aşkı tanımlar oldu bilmesen de gidişin. Seni uyurken seyretmenin doyumsuz zevki miydi aşk? Ya da seni ağlarken sakinleştirmek, dualarımda sana da yer vermek miydi aşk, belki de gülün önce dikenini sevmekti bilmiyorum ama ayrılık ölümden daha yakın bana... Keşke diyorum şimdi kendi kendime; her şeyin sınırı ölüm olsaydı da sınırları zorlasaydık, ölüm olsaydı da ayrılığın kollarında tabutumuzla kaysaydık... Kelimelerin bittiği yerdeyim, işte aynen bu şiir gibi...
İşte gidiyoruz bir yol, sen masumane bir tren, ben ise usanmış vapur... Hasret uzun; sensiz geçen zaman israf. Henüz şekillenmemiş bu yol. Yılgın bir sevda mı bizimkisi? Yoksa kesintisiz bir bekleyiş mi? Ya da yağmurdan sonra mıyız?
Belki faili meçhul bir aşk... Adını hatırlamamışız ne fark eder. Ne yazık ki giden sadece ömür olmuş yanağı kurumayan bizden... Aldanmışız, hayatın bize yaptıklarına ahenkli bir tebessüm etmişiz ve ayakta alkışlamış bizi sevgimiz, ne yazık! Kaderimizin kurguladığı bu tiyatroda başrol oynamışız sadece.
Hani bazen susup hayale dalarsın kaybolur, yok olursun... Bazen de anlamsız birkaç damla gözyaşı gelir gözlerinden ve üzülürsün. Sonra üzüldüğüne yanarsın, neden ağladığına. Ve biraz sonra ayrılık kokan ılık bir rüzgâr dalgalandırır çiğdem sarısı saçlarını... Yüreğin burkulur, gözlerin dolar ve sen onları dalıp gittiğin yerde unutursun. Kendine geldiğinde zamanın seni aldattığını ve sen bir sonraki güne kapak attığını anlarsın... Bana gelince, dediğim gibi usanmış vapurum. Sana âşık oldum; o beton kalbine yüzüstü çarptım. Evet, ağır yaralıyım, hem de ne yaralı...
Oysa seni ne sevmiştim; bütün gün o denizi andıran gözlerini seyre dalacak kadar, yanımdayken bile seni özleyecek kadar ve beyazın siyaha olan tahammülü kadar sevmiştim seni. Ne olur kurtarma beni, kurtarma ki isyanım olsun. Bırak bu da seni sevebilmenin cezası olsun...
Düşüncelerimi bağlasam mı, onları parçalayıp dağıtsam mı? Ya da bir köşede ömür boyu saklasam mı? Yoksa onları kendimden nefret mi ettirsem? Her şey ve herkes gibi...
Şimdi şuracıkta ölsem kim ağlar bana?
Haykırsam şöyle dağlara kim duyar beni?
Çekip gitsem buralardan kim yanar bana?
Ya da çaresizce bakakalırken dünyaya kim beni sımsıkı sarar?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!