Puslu bir gündü. Canım, havanın etkisiyle sıkkın bir şekilde, camdan dışarıyı seyrediyordum. Bulutlar kendi içinde birbiri ile bütünleşmiş ve şekiller oluşturmuştu. Arasından, dünyaya ışınlarıyla hayat veren güneş, cılız da olsa aydınlatmaya çalışır gibiydi.
Birden kendimi dışarıya atmak ve sokaklarda öylesine, avare ve amaçsız dolaşmak geçti. Her istediğini yapan biriydim ben. Yağmur yağacağını bile bile sokakta yürümek delilikti bazıları için. Ben de deliydim zaten. Deli olduğumu hiç inkar etmedim ki.
Kendimi hiçbir konuda kısıtlamamıştım bugüne kadar. Aklıma eseni yapardım her zaman. Çevremdekiler, ilk zamanlarda beni yadırgamış, sonra da o şekilde kabul etmişti. Bir kural vardı ve ben o kuralı bozuyordum. Bir kişi, topluma uymak zorundaydı. Toplum o kişiye değil. Ama umurumda bile değildi o kurallar zinciri.
Kızlar etek giyerdi doğal olarak. Ben pantolon. Annem kızardı bana. Başlardı söylenmeye;
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.