Erkek Arkadaş Arayan Çinli Kız (Cuma ya ...

İbrahim Durmuş
169

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Bizim yazınımız sözlüydü. Diğer toplumların ilkel dönemlerinde olduğu gibi. Önce halk yazını vardı. Zamanla elitler halktan koptu. Kendilerini sırça köşklere hapsettiler. Vampirleşip kitlelerin kanını emerek yaşam sürdüler.
Zamanla kitleler bilinçlendi. Sağduyu egemen oldu. Asalaklar ve vampirler her keresinde başkalaşarak kan emmeye devam ettiler. Ne yaptılarsa, ne denli dalaverelerini geliştirdilerse de sonunda hep sağduyu kazandı.
Gene sağduyu kazandı. Gene sağduyu kazanacak..

Din ve iktidar nerdeyse tek elden yönetilirdi. Yöneten halkın dinini de belirler, üstelik dini lideri de olurdu çoğu kere. Bizim de tarih geleneğimizde var. Hele ortaduğulu olup da Arap kültür baskısına girdikten sonra, iyiden iyiye bu olgu kemikleşti. Osmanlı’nın hilafet aşkı da buna bağlı olmalı.

Uzak Asya’da, Afrika’da, kim bilir daha nerelerde büyücüler, din adamları, rahipler (her ne kadar etkilemiş olsalar da) reis yani yönetimin başı olmamışlar. Ortadoğu’da ise göksel din kurucularından peygamber İsa var, diğerleri gibi hükümdar, komutan olmayan veya bu şansı yakalayamayan.

Tamamını Oku
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 13.04.2010 - 16:44

    emek konusunu şimdilik bir kenarda tutarak Sevgili Kasapoğlunun yazdıklarına dair çağrışımlarımı not etmek istedim..

    kapitalizm zor günler yaşıyor...N:K

    kapitalizm ve sosyalizm sanayi devrimi ortam ve koşullarına,hem eleştirel hem de fütürolojik projeksiyonlar yapan sistemlerdi

    Bugün zahiren, dışbakışla sosyalizmin tükeniyor gözüktüğü, yanıltıcı bir şekilde kapitalizmin kazandığı sanısı hakim kitlelerde..

    felsefi karşılaştırma yapıldığında sosyalist dünyanın insanlığın hayallerine dair hala bir çok şeyi karşıladığı benim açık bir kanaatim..

    Ama bilgi çağında yapılan ve yapılacak analizlerin ve geleceğe dair toplumsal tahminlerin bu iki ideolojinin de üstüne çıkacağını düşünüyorum.

    yeni fütürolojik kurguların, bu iki ideolojiyi yeniden ve derinden eleştireceğini düşünüyorum.

    Yeni demiyorum- yepyeni sözcüğünün yeni sözcüğünden farkını işaret ederek söylüyorum- insanın anlam konusunda yepyeni,bambaşka temellendirmelere geçeceği düşüncesini taşıyorum..

    ''evrende başka dostlar da var oysa''

    örneğin bu çıkarsama çok ilginç..muhafazakar veya dederminist köklerle bağı bağlantısı kurulamayacak olan ''yepyeni'' bir ifade

    belki de çok ama çok üzerinde durulması gereken bir konu.....

    insan yaratmak sözcüğünü kavrayan ve bu sözcüğün davranışını, eylemini dışa vuran bir varlık...

    makina...

    sanayi devriminin bu yaratığı şarlo tarafından dehşetengiz bir şekilde ele alınmıştı..

    bahriye mektebinde birlikte okuyan insanlar da sanayi nefise de okuyan insanlarda bu konuyu çapın çevreyi göreceği ölçüde tartıştılar

    nazım hikmet, necip fazıl, fahri sabit korutürk bahriye mektebindeydiler...

    aynı okulda öğretmenler yahya kemal edebiyat, elmalılı hamdi yazır felsefe dersleri hocası

    aydınların bir piyasa içinde değil bir çevre içinde olduğu istanbul ''makinayı'' enine boyuna tartıştı elbette..yaratmak kavramının makina ile bağ ve bağlantısını kurarak üstelik...

    Bir adam yaratmak çağdaş konuların şekspiryen tiyatro tekniği ile muhsin ertuğrul oynasın için yazılmıştı necip fazıl tarafından..

    ideolojik kastların sıvı geçirmez stoplazmasıyla birbirinden ayrılmamış istanbulunda elbette oldukça hararetli tartışmalar vardı..

    interaktiv (karşılık etkileşimli) kopmamış bir diyalog ortamında çöken osmanlı, kurulan cumhuriyet, filizlenen nazizm, sömürgelerden ismini amerikaya doğru değiştiren okyanus ötesi konular, enine boyuna, dostun hatırı fikrin hatırından üstün olamaz anlayışı içinde tartışılıyordu...

    işte bu noktada söylemem gereken şey şu..

    Cumhuriyet entelektüeli şu veya bu ideoloji farketmeden söylüyorum fikrin ciddi ve hasssa takipcisiydi

    felsefe başta olmak üzere sosyoloji vazgeçilmez bir mesele olarak vardı


    bugün ise neokoncular ile ergenokoncuların trübünlere oynayan zoomlu ve gonglu haber programları içinde kaybolup giden bir şey fikir, düşünce ve felsefe

    çarşı grubunun gerçekten trübünler için söylediği duvar yazısı kabilinden sloganlar ve ekşi sözlüklerdeki rapçi isyanlarda olmasa artık insanların düşündüğünden endişe etmek gerekiyor...

    sevgili yazar burayı agoraya çevirmemizden umarım rahatsız olmuyordur

    Ancak biz onun hanesinin konuk ağırlamaya oldukça teşne olduğu hissiyle selamsız sabahsız gelip kuruluverdik bu yazsının altındaki şiltelerinin üzerine

    dağınık laflarımın bir yerlerde yankı bulacağı ümidiyle yazara ve okuyuculara sevgiler..sevgiler herkese...

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 13.04.2010 - 14:06

    Döndük, geldik sözümüz üzre yazının gölgesine.....

    Gördük ki bazı dostlar da uğramış yazının saçak altına bu arada..

    Aklı olanın dikkatle dinlemesi gerektiğine inandığım şeyler yazmak istiyorum...En ufak bir alçakgönüllülük yapmadan söylüyorum düşünenlerin ,düşüncelerine tramplen olacak şeyler yazacaklarım...

    Eskiden romanlarda ''sonun başlangıcı'' tarzı kurgulama teknikleri vardı..Öyle yapmayı düşünüyor ve yazarın toplumcu düşüncenin -besmele hamdele salvele- si olarak kabul edilebilecek ''emek '' sözcüğünden başlamak istiyorum konuşmama..

    Emek, toplumcu düşüncenin yüzyılı olan 20 yüzyılın ''tütsülü'' sözcüğüdür..Kutsanmış bir sözcüktür...Kutsanan her kavram gibi ''yerinde say'' komutuna uygun, frenleyici bir özelliği vardır..

    Niçin?

    İnsanlar, diğer canlılardan farklı olarak yapılacak bir işlemi ,başkaları ve başka şeyler vasıtasıyla yaptırma eğilim ve istidadında yaratıklardır..

    İnsanlar bunu alet kullanarak yaparlar ..Ve aletlerinin niteliğini sürekli geliştirirler.

    İnsanlar ''insan olan aletler ''yaratmak isterler aslında...


    nazım daha da ileri giden şeyler söylemiş insanın makinayı taklit etmesini...yani makinanın disiplin ve soğukkanlılığını istemiş..

    trum trum trum...makinalaşmak istiyorum..şiirinin bu bakımdan dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum


    trrrrum,
    trrrrum,
    trrrrum!
    trak tiki tak!
    makinalaşmak istiyorum!

    beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
    her dinamoyu
    altıma almak için çıldırıyorum!
    tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
    damarlarımda kovalıyor
    oto-direzinler lokomotifleri!

    trrrrum,
    trrrrum,
    trak tiki tak
    makinalaşmak istiyorum!

    mutlak buna bir çare bulacağım
    ve ben ancak bahtiyar olacağım
    karnıma bir türbin oturtup
    kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!

    trrrrum
    trrrrum
    trak tiki tak!
    makinalaşmak istiyorum!

    nazım hikmet, 1923.

    Konuyu dağıtmamak için aletler konusuna dönersek....

    İnsanların konvansiyonel aletleri , 1731 yılına kadar insan beyni ve pazusuna , adelesine muhtaçtı...

    1731 yılında James Watt'ın buluşuyla ''piston'' denilen bir mekanizma ile buharla bir sopayı kendi kendine ve monoton bir süreklilikle hareket ettirmeyi başardılar ..Kısa sürede bunu tekerlekle (volan) irtibatlandırdılar...

    1. sanayi devrimi dedik buna...

    Böylece insan vücudu dışındaki enerjiyi (yani iş yapabilme yeteneğini ve kapasitesini) emeğin yerine ikame etmeyi ilk defa insanın dışında ve kontrolünde başardılar..

    Yeryüzünde, coğrafyada, eşyada; insanın hakimiyetinde dev adımlar atılmasına ve eşyaya tahakküm konusunda emeğin öneminin anlaşılmasına yol açtı bu yeni alet..Otomasyon özelliğine sahip yani kendini geri besleyen bu alete , beyni olmayan ama insan kaslarının yapabildiği şeyleri yapan bir yaratığa sahip oldular böylece insanlar..

    enerji, insan bedenine ait emeğin yerine geçebiliyordu demek ki ..hımmmm dediler

    İnsanların ''bir insan yaratma '' serüveni durmuyordu elbet..

    Viyanada ecol olan bir grup bilim insanı , genel bilgi kavramından somut bilgiye sıkı bir şekilde yürüdü.

    Ölçülebilen ve aynı şartlar altında tekrarlandığında aynı sonuçları veren deneyci bir mantığa (logic) geçiş matematiğinin peşindeydiler..

    Boole cebirini geliştirdiler. Bu matematikte ikili sayma sisteminde (anlamlı /anlamsız) iki rakam vardı. Bir ve sıfır

    Bu arada ,elektriği bulan ve yönetmeye başlayan insan, bu enerjinin , beyni taklit edebilecek temel enstüman olabileceğini sezdi

    Elektrik enerjisini, artıdan eksiye iletmeyen, akım yönü dediğimiz eksiden artıya doğru ileten ''diyot''ları bulunca; ilettiği yöne (bir) iletmediği yöne (sıfır) diyerek bilgisayar dünyasına adım attı

    Böylece 1. sanayi devriminden yaklaşık 200 yıl sonra bilgi çağı dediğimiz çağı başlatacak kendisinin beyinle yapabileceği işleri yapma yeteneğinde yeni bir alete sahip oldu insanlar

    Siborg denilen ve sibernetik artı organik kelimelerinden oluşan kavramın eşlik ettiği yolculukta yeni safha ve tartışmalar burada başlıyor..

    fütüroloji (gelecekbilim) bu bilgi ve buna dayalı bilgisayarlı otomasyonlu alet evresinin yeni yaşamları ne türde şekillendireceğini tartışıyor artık..

    emeğin 19. yüzyıl sonlarında içerdiği anlam ile bugünkü anlamı arasında büyük farklar var şimdilerde..

    Bu farkları da daha sonra yazmalı belki de..

    görüşmek dileğiyle..




    Cevap Yaz
  • İbrahim Durmuş
    İbrahim Durmuş 13.04.2010 - 11:57

    düzeltici ve tamamlayıcı katkılara sevindim.

    genelde bilgilendirme amaçlı değil de düşündürme amaçlı oluyor galiba benim bu kübik denemeler.

    düşünerek ulaşmak...

    saygılar

    Cevap Yaz
  • Naime Erlaçin
    Naime Erlaçin 13.04.2010 - 09:53


    Öncelikle yazarı, meramını arı-duru bir dille anlatan ve kompozisyonu gerçek bir düzyazıya benzeyen yazısından ötürü kutlamak istiyorum. Düşündürücü bir konu seçmiş. Karşılaştırmalar yapmış.

    Sonra da bazı görüşlerimi eklemek istiyorum: Dilimizin bu denli oturmamışlığı, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ve tarihsel gelişimimizin de doğal bir sonucudur. ABD, azınlıkların da alfabelerini (Fransızca, İspanyolca, Çince gibi) dikkate almış ve hatta okullarında okutmaktadır. Ancak İngilizceyi resmi dil olarak kabul etmiş, halk da buna itiraz etmemiştir. Çünkü resmi otorite dili kendi haline bırakmamış, seçilen dili özenle koruyarak; suyun kendi akışında gitmesi yerine kontrollü akmasını sağlamıştır. Ayrıca orada kökleşmiş ve kafa karıştıran kültürler yoktur. Topu topu 250 senelik bir geçmişten; homojen değil ama heterojen bir yapıdan söz ediyoruz. Bu yapı kendini oluşturmak için tek dilde toplaşarak bir uzlaşma sağlamıştır. Oysa Anadolu’da Türklerden önce yerleşmiş bir dolu kültür ve sonrasında da çok sayıda etkileşim faktörleri vardı. Sadece dil değil, din ve kültür açısından da çeşitlilik görülmekte, bu durum elbette sorunları daha karmaşık bir hale getirmekteydi. Bu coğrafyada, yazılı kültür yerine sözlü kültürün hâkim olması da işin cabası…

    Çin’e gelince, her ne kadar son yıllara dek anlamaya çalışmamış ve yalnızca tarihte savaştığımız bir devlet olarak algılamışsak da karşımızda 2500 yıllık bir uygarlık durmaktadır. Büyük hanedanlıklarca yönetilmiş; felsefi kökenleri oldukça sağlam; '1900'lü yılların ortalarından başlayarak kanlı ve müthiş bir devrimden geçmiş bir devlet bu. Hepsinden önemlisi yerleşik ve sınırları belli… Bir göçebe toplumun handikaplarıyla baş etmek zorunda değil.

    Bunlara ilaveten Çin başbakanının sarf ettiği cümleye dikkat çekmek isterim.

    “Biz gelişmemizi, başkalarına hegemonya kurarak yapmayacağız.”

    Gelişmenin, büyümenin, egemenlik kurmanın sömürü düzeniyle mümkün olacağının onlar da farkında. Bu yüzden hegemonyalarını başkalarının üzerinde değil ama kendi halklarının üzerinde kurarak büyümeyi seçmişlerdir. Bugün büyüme oranları çift haneli rakamlarda dolaşıyorsa eğer, bunu günde 1 dolara çalıştırdıkları işgücüne borçludurlar. Ve tabii üretimdeki taklit ekonomisine de… Cumhuriyet döneminde çağdaş bir sosyo-ekonomik düzene geçmiş olan ülkemizde ise buna olanak yoktur. Doğru da değildir ayrıca…

    Tufeyli yaşama karşı durmak, emeğin hakkını verip hakkını almak, bizden sonraki nesillere örnek olmak, birikime değer vermek konusuna ise aynen katılıyorum.

    Meraklı olmaktan zarar gelmez, ancak merak, sebat ve kararlılık bir ömür boyu sürmeli. Ne yazık ki sınıfta kaldığımız derslerden biri de bu…

    Teşekkürlerimle İbrahim Bey… Sabah sabah düşündürdünüz beni.

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 12.04.2010 - 17:24

    dönülesi yeniden okunası bir yazı..hatta biraz hasbıhal bile olabilir..ama şimdi o kadar dar ki zaman...

    sosyolojiden yola çıkarak coğrafyaları felsefe eşliğinde dolaşıyor, kıyaslar yapıyor,temellendirmeler çıkarsamalar yapıyor..

    sesli düşünüyor..birilerine değil sanki kendisine notlar alıyor..

    içindeki bilgilerin kıyasların çıkarsamaların doğruluğu yanlışlığından önce yazanın hasbi liği aldırışsızlığı ve hesap kitap gütmeyişindeki içtenlik sizi cezbediyor..

    gırgır dergisinde bir zamanlar bir bölüm vardı..

    ''nasıl oluyor da oluyor''

    bazan yok artık bu kadarı da olmaz denilen şeylerin oluşunun tabanındaki esrarengizliklere vakıf oluyor insan zamanla

    hatta bir adım ileri giderek bak şimdi şu şöyle oldu ama bu olan tam tersi olacak bir şey için aslında şike yapıyor bile diyebiliyorsunuz..


    murathan mungan

    kaçınılmaz tesadüfler diyor

    ben artık bazı olan biteni böyle yorumluyorum

    topluma normal akış hissi verilerek tesadüfen olmuş gibi olan olayların arkasında çok derin kurguların , çok derin toplum mühendisliklerinin bulunduğunu düşünüyorum...

    Bu yüzden bu tarih coğrafya ve bilinç eksenindeki üç boyutlu yazıya basamaklarla çıkmak gerektiği kanısındayım

    umarım unutmam ve dönerim yazıya

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 5 tane yorum bulunmakta