Farkında olmayarak erişilmiş ise bir şeylere, erişilişin de neye erişildiğinin de farkında değilken kişi, erişmiş sayılamaz hiçbir şeye.
İdrak gerektirmekte erişim; idrak için ise eşikten en azından bir miktar taşılmalı, ötede beride etraflıca eşelenip kokuları nefesleyip ayırt etmeli ve konuyu hakkıyla vakıf için burnu bazı gizemli deliklere iyice bir sokmak gibi kulağı da dayamalı uhrevi kirişlere.
Hissettiğim yaştaysam ve hislerim yaş almıyor diyorsam, ki hâlen kendimce bebeksem, eriştiğim yaşlılığımın o erişmemişlik hissiyatiyle mutlu mesut yaşayıp gidebilir-mişim gibi gelebilir ise de... bu erişimin bilgisi yine de erişişimi doğrular bir nevi erişmişliğe.
Eğer yaşlılık ise ama sayabilmek zor değil iken henüz dil ile şu koskoca altmış iki yıl, yılların yığılımını yine de hissetmeliyimdir bedenen, ruhen ve kafaca. Öte türlü, ne ağaç farkındadır yine, yine ne sen farkındasındır olmuş olacaklığın.
Kafa da -işte- kafa hani, durmadan birşeyler der durur, ama ayrımı ne 'demenin dememekten'... orası muamma. Desem bir türlü sonuç, demesem başka bir türlü... desem... o da değil sanki.
Buna da şöyle diyebiliyorumdur anca:
Yapmak, eylemsellik yani, dönüştüren bir oluş halinde bulunmak.
Yapmakla dönüştürülür, dönüşür şeyler, şeylere. Bir şeyden binbir şey olur iken diken de binbirinden bir şey olarak bana denk gelip bir batışta yapışıvermiş, dikenli telle çerçeve içine alınıvermişizdir. Dönmüş dolaşmış mızmız dönüşüvermişimdir beklenmeksizin işte bu şu ya saklı, ya yasaklı şeye.
Hep ola gelen şeyler sır olmaktan çıkar akıldan, kıldan ince kılıçtan keskin akıl sır ermeyen nedenselliği bâki kalsa da, sır değildir insana gençlik çağından yaşlık çağına dönüşmüşlüğü. Güneş hep böyle neden batar, neden doğar, soru olmaktan çıkmıştır giderek artık. Nasıl olduğunu bilelim yeter, neden olduğunu sorgulamak bizi aşmıştır çünkü 'nedensizlik kökü' kötü etkiler yaratmıştır daima.
Aslolan, benin beni dönüştürmesidir oysa.
Ama yine de bu benin değildir ki, işte şu zamanın işi, zaman işi.
Ki zaten Zaman, tüm canlığa aynı etkiyi sunan.
Başımıza hep bu şu iş geldi ki zaman ile.
Yine de bazımız aklınca inatla idraktik erişimi öteleyebileceğini sanır. Erişimi reddediş bir bilinç işi ise bu bir biliş işidir de. Erişimi reddettiğimi bildikten kelli istediğim kadar erteleyeyim, öteleyeyim, iteleyeyim fark eder mi, değişir mi sonuç? Eni sonu aynı, erişmişimdir işte. Yapçak bişi vamı?
Böle gonuşünce de, bu ağaz parleveriyo!
Üslup yaratamıyorsundur yine de dilediğince, sündürüp uzatarak, bir ciklet gibi ağızda lafı döndürüp durup geviş getiriyorsundur sadece. Ama 'özütünü emdiğin de bir mesel' yok değildir yutkunarak belki, kim bilir.
Ama işte yalandan yalana, yalancıklara sıçrayıverekten, erişmişliği erişmemişlik ile ters yüz ediverekten, saçta pişen bazlama masalı, düşünme yalanına, hatta düşündüğümüzü düşünmeme yalanına, 'sahi bunu hiç düşünmemiştim', hopp! alt üst kafa! ; 'düşünmüyorum ki hiç!' dediğimiz noktaya düştüğümüzü düşünmüşüzdür bile.
Ah, ah!
Kendimizi kandırmamaya çalışmaktan başka bir şey olmayan bu şeyi anlamaya çalışıyorumdur işte.
İnsan oluşumuz bizim yapışımız, eserimiz değil.
İnsanlığın ölçümlerini koyabilmişizdir belki ama o da sonradan sonraya. Bundan ötürü demişizdir ki kendimize biz insanız.
Başka bir şeyizdir de diyebilirdik!
Anladığım, zorunlu varlığımızla zorunlu olmayan birşey yapmamız ve beni birşeye, beni benden hiç umulmayacak birşeye dönüştürebilmemiz gerekmiştir. Buydu yapmak. Ama kim söylüyor bunu? Yine Ben.
Benden, benim beklediğim ne?
İnsan dile niye gereksinim duymuş? (İnsan ilişkilerinin sesli hâle gelmiş biçimidir dil. - Uygarlık Süreci -1- syf.214.)
İlişki için.
Varlıksal ihyaya açılım değil mi bu bir manada da.
Şu kelimelere bak, bu kelimelerin gelişi nerden? Neredense işte oraya bağlıyız.
İlişiğimizden kaçarımız yok.
Hükmetme meselesi idiyse eğer ta ilk baştan itibaren, benim meselem miydi ki bu mesele de?
Peki, neden böyle, anlamaya çalışalım:
Meselem kendimi her türlü zorunluluk alanımdan tüm zorunluluğuna rağmen yine de ensesinden tuttuğum gibi çekip çıkartmak, tüm zorluğuna rağmen; ama denebilir ki bu da hükmetmenin başka bir versiyonu. Galiba Asıl İş'de, işte bu: Hükümsüzlük.
İyi de, benin hükümsüzlük içeren versiyonu, acaba nasıl olabilir?!
Bir yatkınlık, meselâ, bu zorunluluğun ince zayıf, delinme kırılma, çatlama noktası olaydı, olabileydi, bulanabilirdi de belki deneye yanıla, olaydı, olabileydi muhakkak bulurdum ben de belki ama bulamadığıma göre bulunamaz mı demek idi, ki, yok diye kestirip atıyorum.
Kesinlikle yok.
Yokmuş.
Yatkınlığım da yokmuş, bu zorunlu alanın zayıf ince bir noktası da.
Ya da var ama ben hâlâ bir türlü bulamadım.
Bilisizim ki, idraksizim ki, bulamıyorum.
Dolayısıyla erişemiyorum.
Yine de gayretle, çok ama çok büyük bir gayretle inceltilebilir, zayıflatılabilir, yatkınlaştırılabilir ve yetkinleştirilebilirdi de.
Delinmez dağlar delindi böylesi gayretler ile, aşılmaz denilen çok şey aşıldı.
İnsanlar nice şey yaptı, yapabildi.
Bunların hiçbirinde insan üstü bir güç de yoktu, sadece insan vardı ve insanın temel güçleri aklı, zekası, inancı ve inadından ibaretti.
İnsan insana öğretti her ne bildi ise. Her ne buldu ise İnsan insana işaret etti. Öğrenemediği bir konuda bir fikre ulaşamadığı gibi öğretemedi ve bir fikre ulaştıramadı o konularda insanlığını. İnsanın öğretmeni de öğrencisi de hep kendi oldu.
Yine de kendinden başka bir başöğretmen aradı durdu hep.
Hepsinin kendi kafasının ürünü olduğunu kabullenemedi bir türlü.
Varlığın bu dönüşsel oluş haline yakıştırmalarla hesapta daha temkinli bir duruş kazandı, evet, ancak, doğruyu da yanlışı da pekâlâ karıştırabileceğini, yanlışı doğru bilip, yanlışlığını bile bile de yalan da söylenebileceğini öğrenmiş ve öğretmiş oldu.
Ve şimdi merak ediyorum, İnsan nasıl öğrendi ki bunca yalanın arasında İnsan oluşunu? Ya insan olduğumuz da bir kanmacaysa?
Olur mu canım öyle şey?
Olur mu olur!
Bir zamanlar dünya da yuvarlak değilmiş ve herkes, kutsal kitaplar bile bunun doğruluğunu savunurmuş.
Ortada henüz ibadet mibadet yokken inanma duygusunu keşfeden insan, bu keşifle her şeye ibadet kılıfı icat etmedi mi?
Hah, işte, aslında... herşeyin herşeyle ilgisi var demek hiçbir şeyin hiçbir şeyle ilgisi yok demekle aynı kapıya çıkmış oldu şimdi.
İlk öğretmen de inanmasın ya da inansın deneye yanıla öğrendi ve öğrenmeye devam ediyor.
Vücut bulmuş İnsan, deneye yanıla insanlığını buldu. Deneye yanıla vücudunu bilmeye, anlamaya, ruhsallığını duyumsamaya başladı. Kavradığını tanımlaya ve adlandırmaya girişti.
Bir süreliğine dönen bu yerkabuğunun üzerinde düşmeden dolaşan İnsanlar olduk kendimizce. Bu kavramın yerine başka bir kavram uydurana dek de bu böyle gelmiş ve böyle gitmiş olur.
İnsanın tüm yaptırım gücü aslında yine kendi güçsüzlüklerine dayanıyor. İnsan kendi kendinin hem yaptırımcısı hem yapanı. Kendini zora koşturan, kendi kendine hükmeden-hükmettiren kendisi. Kendi boyunduruğunu kendine yine kendisi vurabilenin genel adı olmuş oluyor İnsan.
Yine aynı zamanda kendi vurduğu boyunduruğuna gün geliyor yine kendisi isyan ediyor, tıpkı benim şu an insan benliğime başkaldırışım gibi, bir yerlerde birileri de tek tek dikleniyor ve başkaldırıyorlar belki benim gibi. Peki şimdi böyle bir zamanda, ne olur bizim adımız bundan sonra? Diklenenler mi? Diklenmişler mi? Dikler mi?
Ben bir ad koyucu, kavram oluşturucu olsam, Varlığımızın bu kavramsallığı değişse Ne Yazar, değişmese Ne, diye sormakla başlardım işe.
Bu varlığımın adı İnsan olmuş ya da Robot olmuş ne değişirdi?
Robotları daha da insaniileştirmeye çabalarken, kendimize benzetirken, kendimizi neye doğru eriştirmeye çabalamamız gerekir? Yine orasını bilmek de bize kalıyor.
Kendi güçsüzlüklerine, zayıflıklarına, zaaflarına karşı da, kendi zorbalıklarına baskılarına karşı da daima savaş halinde oluşu bu varlığın, hem çok normal hem de yadırgatır yani bi yandan. Bu çelişkiler yumaklığı tümden türsel.
Baskısız ve iradesiz, yine de korkusuz yine de iyiye iyi olunması beklenebilir şey değil görünüyor yani biz olan şeyin.
Peki ya bu beklenilmeyen şeye dönüşmek ise Asıl İş?
O hali bulmak ise gerçeğimize daha yakınlık?
Gerçekten eriştik diyebileceğimiz o şey ne ise, nasıl bir hâl ise artık; henüz yapamadığımın ve olamadığımın bilgisine eriştiğim içindir ki belki de şimde de sıra buna geldi:
Kendimden, Baskısız ve İradesiz, yine de Korkusuz, yine de İyiyeiyi, Savaşmaksızın kazanılamaz öğretisini ters yüz edip savaşmaksızın kazamak için bir akıl yürütme ordusu kurmayı getirmiş bulunuyorum akla.
Bugüne kadar kazanmak için savaşmak zorunda kaldıysak hep, bundan sonra bunu teryüz etmek mümkün müdür, bilahare bir de bunu irdeleyelim:
Bundan ötemizi yapmak, şimdiki erişim hedefimiz Yine bir kısmım bilisiz, bir kısmım yine bile isteye Eriştiğimiz şimdilik budur.
Şimdiden sonra bundan da öte başka şeylere eriştirmeyi umarak.
Bilinmez mefhumlara erişmenin bir faydası da bu işte: En kalın en sert sandığımız tabakamız bir miktar daha erimiştir diyerek ve bir kısmımız daha erişime yatkınlaşmıştır diyerek...
Öyleyse şimdi bundan yine kendine dair,
yeni bir ad ve bir kavram türet kendine, Şair.
Kayıt Tarihi : 18.9.2024 13:36:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!