(yapayalnız bir kuş ayrılığa ağlarsa ayrılık önemsenir... “Celil Oker”)
/yoğunluğuna yaşamak hayatı... bize karşı hiç cömert değilken bile... ve onun, asla cömert davranmayacağını da bile bile... kaldı ki biz, olabildiğince büyük hayallerimiz olmasına rağmen/ gül yerine onun dikeniyle bile mutlu olabildik hep... belki yalanlar söyledik kendimize... simülasyon mutluluklar ile kandırdık kendimizi şimdiye kadar... bu bir pollyanna tavrı değildi kesinlikle... derininde daha içerikli bir felsefesi vardı bu reflekssel tavrın esasında... rol değildi yaptığımız...
“bazen, kendim bile kendime kalabalık geliyorum” diyor ya şair... yani mutluluk için aslında üçüncü şahıslar sadece bir sebep/ yalnızca... hayat... kendimize bile tanımlayamadığımız, yaşanırlılıkların toplamı... belki de sadece bizden ibaret bir şey... belki de yaşama anlam katan tek şey bizim varlığımız yalnızca... her şeyi anlamlandıran... evet... tek mumluk hayat... (gibi...) sadece kendimizi bitirmek ve başkalarına ışık olmak için... ve kendi ışığımıza kör... bizim gibi insanlar kendileri için / kendi hayatlarını yaşalar daha çok sevinirlerdi büyük bir ihtimalle... mutsuzluğumuzun kaynağı kendimize ait bir hayatımızın olmaması aslında... başka acı dolu yaşamlara endekslenmiş bir hayat çünkü ceplerimizdeki... kan bağımızın dahi olmadığı ya da olduğu insanların tenceresini - açlığını - ölümünü - dirimini düşünebilmek... sanırım bizleri insansal kılan bu... insanlığın tanımı da bu; kendi hayatı olmayan mumlar! ../
tanımsız duygular içinde karaltı yitirdiğim gurbetsözlü hayat çölünde
bir vahaydı kendimle boğuşma nedenim.
gürül gürül çağlayan mavi suların ibrasında
serinleyip arındım ilk gençlik acemiliğimden
topladığım tatlı meyvelerdi
gizlenip de acı kabuk altına /
bir büyük suskuda yüreğimi besleyen...
ve sordum erik çiçeklerinin gözlerindeki acıya;
adı sanı bilinmeyen yollarda yankılandı sesim
“bana da yer var mı aranızda? ..”
daldım, ağaçların gölgesinde kurşun sesli rüyalara
örselenmiş bir umudun sedef kakmalı rengini gördüm.
gördüklerim serap, yaşananlar yalandı sanki
şarkılar söylüyordu tunç kanatlı kuşlar,
diyarbakırlı bir çocuğa...
ellerimden kayıp giden yitik gülüşlü canpalazımı düşündüm,
yaşasa; şimdi kaç yaşında olacaktı? ..
/ y a ş a m a k? .. /
ve ben yılların ağır kokulu mahzeninde
onun yüzünün ikonunu görecektim her yıl biraz daha yaşlanırken
nasıl da erirdi içim ateşten dokunuşların izdüşümünde.
{ kimbilir; kendimi mi aldatıyorum yoksa? ..}
belki hüznüme yeni bir yüz çizmeye çalışıyorum şu anda
bir yanılsama,
bir oyun belki bu kendime oynadığım...
biliyorum, kaderimi kimse değiştiremez benden başka...
gözlerimin önünde/ her tebessümü, her gülüşü,
her kahkahası yüzündeki çizgileri derinleştirecek,
konduramadığım yaşlılığın solduracağı/
onun parça parça yokluğa terk edilen yorgun tebessümü
benim ciğerime kızgın yağ dökecek...
/ d ö k e r _ m i y d i? ../
{ kendi nefesimi yakalamak değil istediğim...}
- belki nefes almak da değil, bu atpazarında! .. -
(bilmiyorum... ama dökerdi yılan zehri bir zaman... hem de öyle bir dökerdi ki çöreklenerek yüreğime... bütün güzellikler inkar edilirdi günün en güzel vakti... dağlanırdı kalbim dönerken içimdeki mahpusluğa... yaşlılığını görmeye tahammülüm olmadığını şimdi daha iyi anlıyorum... {ben yine kendimi kandırıyorum/ ki buna ihtiyacım var} üstelik benim de yüzüm gülerken ona karşı... ellerimdeki koklayamadığım çiçek gibi... her gülüşünden sonra onu kendime saklarcasına sarılırdım, gizliden bir umutla... sarılırdım adının her hecesine... ölürdüm... ki zaten öldüm; gömüldüğü tenhalıkta, gözden ırak uzayan saçlarında...)
güneşimi kaybettim silinmiş yedi aksi sedada
bir avuç kordan sonra sessizliğe battı kızıl gurup
karlar yağdı yüreğime/ çözülürken kırılan sarkıtların kastında...
yeryüzü dinlerini özümsedim kelebeğin kanadında
ama kanmadım hiçbirinin yalancı baharına
ağzımda acı/ kekre bir tat, başımda akbabalar
kendime geç kaldığım bir yalnızlıktı artık benimki, yeşerttiğim toprağında.
içimde savaşlar verirken
acılardan türemiş, bir tinsel pasif direnişçi
yozlaşmanın keskin virajında terk ettim haresi erik izi dudaklarımı.
ben hep aynı yerde/ uçuşan ak polenler misali
kendi çölümde susuz sevgisiz, kurutmaktayım şimdi vahamı...
(ve beni hayatın en derin/en karanlık ve en korkunç dehlizlerinde çırılçıplak tek başıma bıraktığı için ona teşekkür ediyorum... vedaların en kısasını, en uzununu, en acısını yaşattığı ve beni her şeye rağmen kendimle ayakta tuttuğu için...)
/ a r t ı k _ h i ç b i r _ ş e y _ y a k a m a z _ c a n ı m ı, _ a c ı d a n _ t a ş a _ d ö n d ü _ k a l b i m! ../
Mehtap Yasin
19.Ocak.2007.Cuma
Manisa
Kayıt Tarihi : 24.1.2007 20:34:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bir çok şiirimde olduğu gibi bu yazımı da henüz on iki yaşındayken, elli dört yaşındaki bir bahçevan tarafından ağaçtan topladığı bir avuç erik için vurularak öldürülen kardeşime ithaf ettim...
![Şair Ay+güneş+mehtap](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/01/24/erik-agaci-17.jpg)
''Kale düşerse,
..şehir de düşer/miş...''
Eyy sevgili;
biz sana féth-î mübin açtık!..
/
Nefis bir iç döküm okudum Mehtap hanımdan. Yürek sesinize hayran kaldım. Kutlarım.
Çok büyük tepki. İnsanın kendini yitirmesi gibi bir şey.
İnsanın kalbi taşa dönerse, yeniden kendini elden geçirmelidir. İnsan olma olgusunda, kalp cesedin insanlık vurgusundan başka bir şey değildir.
Aklımın ötesinde çalışmamı ziyaret etmenizi dilerim.
TÜM YORUMLAR (19)