Dicle gibi süzülüp,
Fırat gibi gülüyorsun ya.
Kıskanıyordur seni,
Mezopotamya.
Sen çatık kaşlarınla geçip giderken,
Bulunduğum gemide yanmışları attım denize
Yanıma aldım benim gibi korkmuşları
Ve bir kaç eksik harf vardı adımda
Ömür, edebi yanlışlar tadında.
Eşrefin saati kolunda yine
İnsafım bir mangal kömürüne kurban gitmiş,
Gayretli gayretsiz aklım ömrümü tüketmiş.
İlk gülüşüm martıların gagalarına takılmış, uçmuş
Gün aydın olmuş, ne olmuş?
Kahvaltı saatinde derin öksürüşlerim
Tabi sen bilmezsin,
Ya da ne bileyim, umursamazsın gerçeği.
İçimde ateş, bir tutsak gibi kapana kısık
Kapına çorak topraklar olmayı yeğlerdim
Sen değerdin buna
Ben diğeriydim oysa.
Bir kadın
Değiştiriverir adamı.
Aşık olduğu sürece kadına.
Kokusu olmadan yaşayamaz hale gelir adam.
Bir kadın gelir ve
Tüketiverir azotlu havayı.
Bazı akşamlar ağırdan içiyorum
Çok sevdiğim bir filmi tek gözümle izlemek istiyorum.
Sabah arkadaşıma sonunu soruyorum,
''Senden sonra ben de uyumuşum '' cevabını alıyorum.
Kanıma karışıyor hadi bir nebze cehalet.
Hiç oyuncak görmemiş küçük bir çocuk gibi
Öyle yabancıyım Ankara'ya.
Havası nasıl sahi?
Yazları sıcak ve yalnız, kışları yalnız ve soğuk mu?
Hangi bitki örtüyor Ankara'yı?
Boğazımı yakar mı sabahları?
Mutlu bitecek değil ya her film,
Ağlamaklı kareler bırakırlar bazen.
Hani delikanlıyız biz gökyüzüm,
Ağlayamayız ya zaten
Tozunu yutarken kalın gövdeli otobüsün,
Dön ulan deli dünya ben içinde sabitken.
Anana avradına sövüp durayım elimde şişelerle.
Sen dön ulan, dibine dök sefaletimi.
Ve de aşka olan açlığımı.
Elimde okunmamış kitaplar
Dilimde küfürden hitaplar.
Susmuş… Sessiz kalmış çocuk kendi içinde.
Küçükken dinlediği masallar kadar pembe değilmiş düştüğü kaldırımlar
Sararmamış henüz yağmur bulutları.
Hüzün dediği şey annesinin gözyaşlarıydı oysa
Görmezden gelirken umarsız yarınları
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!