İnsan katli gibi büyük suç sayılmalı mana katli de! Çünkü bir “anlamı” öldürmek de; bir adamı öldürmek gibi, istikbale zarar vermek demektir!
Şimdi bunun bir acayip örneğini yaşıyoruz ki; köklerimizdeki çürümenin vesikası, hatta vesikalık fotoğrafıdır:
-Ergenekon ne demek? Diye sorarsanız şimdiki öğrencilere, konuşma şöyle devam ediyor:
-Terör örgütüymüş.
Çocukluk, o derin ırmak çağrısı
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Devamını Oku
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Sultan Yürük arkadaşım harikasınnnnnnn..
bu yazının altına imzamı atarım...
Selamlar...
Sultan Hanım,sanırım sayfamı gezmiyorsunuz. Ergenekon Savcısı ile ilgili yazılanları okuyun.ABD insanlığın yüz karasıdır.Puşt bunu iyice gösterdi.Yerine gelecekler de onlardan farklı olmayacaklardır.Bulduğu bir kaç satılmışa her şeyi yaptırıyor.O' nun verdiği ünvanla övünüyor adamlar. Yazıklar olsun ki onlara, insan olamamışlar. Bakın nasıl da hedefine adım adım ilerliyor.Barzani (Talabani) ile görüşmeyiz, görüşürsek Kürt devletini tanımış oluruz diyorduk. Aktütün saldırısını da sınunda yaptırarak nasıl görüştürtttü ya?! Tanımş olduk mu şimdi kürt devltini?.İşte böyle.Her ne kötülük gelirse ABD ve İsrail' den gelir. Bakın Mortgage krizi nereden çıktı?ABD' ye AKP' ye karşı olan Ergenekoncu^dur. Değil mi? Tuncay' ımı da okuyun yazacağım. Selamlarımla hoşça, dostça kalın.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Dağlarca: “O Ses
Yûnus Emre’nin Sesiydi”
Mehmet Nuri Yardım
Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca ile 9 yıl önce, 1999 yılında bir röportaj yapmıştık. Şairimiz artık sonsuzluk yolculuğuna çıkmış bulunuyor. Ama 9 yıl önce söyledikleri bugün hâlâ önemini koruyor. O zaman gerçekleştirdiğimiz bu konuşmayı şairimize saygı ve rahmetle yeniden siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz:
Kendine özgü bir şiir dünyası meydana getiren Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1939’da yayımlanan Çocuk ve Allah kitabındaki şiirleriyle haklı bir şöhrete ulaştı ve bugüne kadar pek çok kitaba imza attı. Çocuk ve Allah, Doğu ve Batı kültürlerinin müşterek duyarlığını ve birikimini veriyor. Batı’ya getirdiği sert eleştirilerle haklı duyarlığını kabul ettiren şairle Kadıköy’deki Hayat Kahvehanesi’nde görüştük.
O, Cezayir’den Vietnam’a, Asya’dan Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyanın türküsünü söylemek, sesini “bir masal devi” gibi bütün dağlara, ovalara duyurmak istedi:
“Ben cihanın altın terazisinde
Ağırlığımca sevgi vermişim
Ses edin uzak milletlerin gençleri
Bütün antenlerimi germişim.”
“Türkçem, benim ses bayrağım” mısraıyla ünlenen şair, dilimizin bugünkü durumu konusunda umutsuz. Konuyu açtığımızda epeyce dertli olduğunu görüyoruz, “Bu bitmez tükenmez bir konudur. Türk olmak önce Türkçe olmak değil midir? Ne yazık ki ülkenin yöneticileri bu gerçeği görmüyorlar, yaşamıyorlar diyor. Dili aşırı derecede arılaştırdığı yolundaki eleştirilere ise hiç kulak asmayıp kendi yolunda yürüyor. Temmuz 1970’te Behzat Ay’ın yaptığı ve Varlık dergisinde yayımlanan bir röportajda geçmiş şairlerden Yunus Emre, Fuzûlî, Bâkî ve Şeyh Galib’i “önemli” bulduğunu söyler. Dağlarca, kendi dönemindeki ve kendinden sonraki şairleri en çok etkilemiş şairlerden biri olarak genç şairlerle ilgili sorumuza cevap vermiyor. “Çoğunu okuyamıyorum” diyerek yeni şairler hakkında yorum yapmıyor.
Son dönemlerinde çocuk edebiyatında önemli eserler veren şair, bir konuşmasında, “Çocuk şiirleri yazmaktan büyük tat alıyorum. Beni kaç çocuk okursa, onca çok yaşarım.” diye görüşünü açıklıyor. Nasıl bir şiir dünyası oluşturmak istediğini sorduğumuzda ise “Gördüğünüz gibi” karşılığını veriyor. “Çanakkale Destanı”nda Batılıların kandırdığı, sömürdüğü ve Çanakkale Harbi’ne sürüklediği Doğulu milletlere dostça çıkışır ve “Türkü”sünde “sömürülen kardeşlere” sitem eder:
“Sen ne gelirsin yiğit Senegal’im
Malını verdiğin yetmez mi yıllar yılı
Onca canını da mı vereceksin
Sen ne gelirsin yiğit Avusturalyalım
Senin dağların ne ister
Benim dağlarımdan?
Sen ne gelirsin yiğit Hintlim
Sevinecek misin seni yiyen beni de yese?
O kutsal sularında Ganj’ın?”
İşte Dağlarca’ya sorduklarımız ve cevapları.
YARDIM: Nurullah Ataç bir yazısında sizi “yeni bir anlayış getirenlerden biri” olarak tanımlıyor. Şiire getirdiğiniz bu anlayışı açar mısınız?
DAĞLARCA: Yazar getirmekle götürmekle ilgisizdir. O, kendi iç evrenini, dış evrenini ayırdına varmadan söyler. Eleştirmenler bu söylemeyi getirmek diye tanımlıyorlar. İlk günlerimden beri Türkçe’nin sonsuz olanaklarını sezmekle mutluyum. Yazı yazmak, bana yurdumu sevmeyi öğretmiştir. Sözcükler yurdun görüntüleridir. Sözcükler derken Türk soylu sözcükleri anlatıyorum.
YARDIM: Siz Çocuk ve Allah isimli kitabınızla edebiyatımızda büyük bir çıkış yaptınız. Bu eserin yayımlandığı 1939’dan 60 yıl geçti. Pek çok eseriniz arasında en çok yine bu eseriniz seviliyor, sözü ediliyor. Bunun sırrı nedir?
DAĞLARCA: Küçüklüğümü anlatmakla başlamak isterim. Üç yaşlarındayken evimizde bir öğrenciler masası vardı. Bu masada ablalarım, ağabeyim, teyzenin çocukları ders çalışırlardı. Üç yaşındaki çocuk masayı aşmayan boyuyla o yazı çizi okuma yazma aydınlığını solurdu. İşte Çocuk ve Allah o çocuğun anlatılmaz aydınlığa değmesidir. Yıllar sonra yazılırken o tansık yaşanmıştır. Çocuk ve Allah’taki gölgeler, karanlığa varan, anlatımlar, üç yaşındadır. Evde o masanın hemen karşısındaki odada büyük annemin sesi duyulurdu. O ses Yunus Emre’nin sesiydi. Onun ilahileriydi. İşte bu karışık güzellik bir yandan çocuğu bir yandan Allah’ı dile getirir. Bu yapıtımla yeryüzünü dolaşabilirim. Bir çok arkadaşım bu yapıtımı başyapıt sayarlar. Ben Çocuk ve Allah’ı da besleyen Havaya Çizilen Dünya (1935)’yı çıkış sayarım.
Bir anımı da eklemek isterim. 8-10 yıl önce bana bir din hocası geldi. Dedi ki Kur’ân-ı Kerim’den sonra içinde “Allah” sözcüğü geçen ikinci yapıt Çocuk ve Allah’tır. Bu yüzden kitabını ezberledim. Ben de şiir yazmak istiyorum. Günah olur diye korkuyorum. Ne dersiniz?”. Dedim ki: “Onu senden büyük hocalara sor.” Sevinçliyim, Çocuk ve Allah’ın seveni çok, sevmeyeni yok.
YARDIM: Geçmişte önemli eserler bırakmış usta şairler, büyük ozanlar vardır. Siz şiir yolunuzu seçerken bunlardan hangilerinden yararlandınız?
DAĞLARCA: Benim bir yolum vardı. Okuduğum her şiiri nasıl yazılmış diye incelerdim. Okuduğum her şiiri kendi ölçütü içinde düzeltirdim. Bu düzeltme işi bana şiirin gizlerini vermiştir. Okuduğum bütün şairler ve onların dizelerini düzeltirken onlar benim parmaklarımı eğitmişlerdir. Hepsine yerden göğe kadar saygılarımı sunarım. İçlerinde ayırt ettiklerim var. Bir saygısızlık olmasın diye onların adını belirtmiyorum. Yazılarımı iyice okuyanlar, o büyük ozanların kimler olduğunu bulabileceklerdir. Şiir en ulusal yapıdır. Uluslar, öz dillerine dayanan bu yapıyı korudukça ölümsüzleşir.
YARDIM: “Yeryüzü Saygısı” başlıklı şiirinizde “Atalarıma bin saygı bin kutsama / Ayırt etmemişim kara deriliyi altın saçlıdan / Ben de ülkeler almışım doğudan batıdan / Ama sömürmemişim” diyorsunuz. Bu şiirin yer aldığı Batı Acısı isimli şiir kitabınız1958’de yayımlandı. Burada Batılıların yüzyıllar boyunca yeryüzünün geri kalmış bölgelerini sömürmesini kınıyorsunuz. Osmanlı’nın fetih anlayışı ile Batı emperyalizminin sömürge zihniyetini karşılaştırır mısınız?
DAĞLARCA: Bu soru için teşekkür ederim. Kitap çıktığı yıllarda Yakup Kadri Karaosmanoğlu sağdı. Türk Dil Kurumu’nun Yönetim Kurulu masasında birlikteydik. Batı Acısını kendisine imzaladım. Bir hafta sonra beni görür görmez “Aferin sana” dedi. Biz Batı’yı hayranlık gözlükleriyle görmüşüz. Eleştirmekten çekinmişiz. Sen tam yerinden bakmış ve görmüşsün. Batı’yı kendi değerlerine indirmişsin. Yüreklendirdin beni.” dedi.
Batı şımartılmıştır. Giden aydınlarımız anlayamadığım bir nedenle Batı’daki tekniği görmüşlerdir. Batı Acısında söylediğim gibi 1789’un Fransası Afrika’da ele geçirdiği kara parçasına ‘Fransa Afrikası’ demekten utanmamıştır. Paris’te bir İnsanlık Müzesi var. Orada her ülkeden o ülkeye özgü bir belge sergilenmekte. Ölüme karşı, insanın ölüsüne karşı bundan büyük saygısızlık olabilir mi? Bu sergiyi düzenleyenler nasıl insancıl olabilirler?
YARDIM: Kimi edebiyat tarihçileri sanatınızı anlatırken şiirinizin temel duygusunu, kozmik âlemle insan arasındaki münasebetin teşkil ettiğini yazdı. Buna katılıyor musunuz?
DAĞLARCA: Buna katılırken Mehmet Kaplan’ın tek bakışlı olduğunu da söylemek isterim. Yapıtlarımda bin bakış varken Kaplan’ın öbürlerine değinmemesi bilgisizliğinden değil...
YARDIM: İkinci Yeni şairlerinden Cemal Süreya bir değerlendirmesinde eserlerinizi sezgi ve akıl dönemi olmak üzere ikiye ayırdı. Yaşar Nabi ise böyle dönemleri kendi hesabına kabul etmediğini, 1945’ten sonra dünya görüşünüzde bir değişme görüldüğünü, ancak sürekli değişme ile birlikte şiirinizde yeniden eskiye dönüşlerin var olduğunu öne sürdü. Ne dersiniz?
DAĞLARCA: Bütün bunlar özel bakışlar. Bence ozanlar şiirlerini yaşarken ister istemez büyük bir coğrafya içindedirler. Bu coğrafya yeryüzünün anlam bölgelerini kapsar. Ozan yaşadıkça, gezdikçe, gördükçe, okudukça, kendini yeryüzü ile birlikte sanki yeniden bulur. Elindeki sıcaklık ilk dizelerinden gelse de avucunu dolduran yeni günlerin yeni yılların ışığıdır. Böyle olmayan ozanlar, yineleme içine düşerler. Daha doğrusu ozan olamazlar. İlk dizesinden son dizesine dek değiştikçe, kendi kalabilen kişilere saygı.
YARDIM: Cemal Süreya bir gün sizin kendisine “Ben şiiri koklayarak bulurum.” dediğinizi, Oktay Akbal ise “Bence şiir bir oyundur.” ifadesini kullandığınızı anlatıyor. Bunları nakleden Yaşar Nabi “Dağlarca için şiir bir tutkudur.” der. Sizce şiir nedir, şiiri nasıl yakalarsınız?
DAĞLARCA: Üçü de doğru üçü de yanlış. Geçenlerde bir konuşmamda söylediğim gibi ben küçücük biriyim. Şiir bana egemendir. Ben onun yemeğini suyunu veren bir bakıcıyım. Onun bakıcısıyım. Şiir 24 saatimde nereye baksam, nerede soluk alsam oraya bakan, orada soluk alan biridir. Onun çalışmasına uyduğum için, ona çalıştığım için mutluyum. Eleştirmenlerin düşündükleri gibi, ozanlar yazdıklarına yüzde yüz egemen değillerdir. Yukarıda söylediğim gibi şiirin egemenliği, ozanları kapsar.
YARDIM: Cezayir ve Vietnam gibi geçmişte dünya gündemini işgal eden konulara geniş yer verdiniz? Bugün Bosna ve Kosova’da işlenen cinayetlerin, yapılan zulümlerin şiirimizde, edebiyatımızda yeterince ele alındığı söylenebilir mi?
DAĞLARCA: Bu soruyu iyi ki sordunuz. Yok Edilen Çok Uluslu Olmak kitabımda Tito’nun Yugoslavya’sının, Sovyet Komünizminin yıkılmasından sonra nasıl parçalandığı, nasıl ayrı ayrı yutulduğu gösterilmiştir. Bu arada 8-10 kez gittiğim Yugoslavya’nın eski günleriyle son yıllardaki durumu okuyucunun gözlerinin önüne bırakılmıştır. Tito büyük bir başarı ile Balkan uluslarını kardeş kılma denemesine girişmiş ve başarılı da olmuştur. Ne yazık ki Batı yüz bin dişli ağzıyla, çirkin dişleriyle Tito’nun güzel meyvasını da yok etmiştir.
(Türk Şiirinden Portreler, Nesil Yayınları)
Saygılarımla...
Ve esen kalınız.
bu ülkenin çivilerini sökmek için hiç bir dönemde bu kadar çarpıtılmadı sözcükler.birileri toplum psikolojisini yönlendirmek üzere daire kurulmuş sözcükler üzerinden toplumda yıkım yapmak için arı gibi çalışıyorlar.geçenlerde ilk milli maç öncesi İzmirin belediye ilan duvarına dev bir afiş asılmıştı aynen şu yazıyordu.MİLLİ TAKIM YENİLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ.nerden çıkmıştı bu vatan bölünmezle bir maçın sonucu ne olaçağı bilinmez bir maçla ne ilgisi vardı ve ardından milli takım yenildi bez afiş yine günlerce orada özellikle asılı kaldı ne oldu peki şimdi ........düşünmesini size bırakıyorum yapılmak istenen bu sinsi oyunun..kutluyorum duyarlılığınızı..
Ergenekon denililince atalarımızın ana yurdu gelir di aklımıza. Şimdilerde ise maalesef konu düşündürüyor. Birbirimizi sevmemiz saymamız gerekirken.'Ve şu gün, sırtında çantasıyla okul yolunda olan çocuklarımıza Türk oğlunun Ergenekon destanını anlatmak, öğretmek ve demir dağlara karşı tek başına kalsa bile nasıl mücadele etmesi gerektiğini öğretmektir! saygılar.Sutan hanım
Çok doğru bir görüş.Bir takım milletler köklerinin derinleştirmeye çalışırken bizim habire köklerimizi budamamız anlaşılacak şey değil.
Bu inceliği keşke bu davayı yürütenler düşünüp hem milletimizi üzecek hem de milletimizi dünya kamu oyu önünde küçük duruma düşürecek bu adı kullanmasalardı ne iyi olurdu.Ancak bu saatten sonra bu ad değişikliği fikrinin bir işe yaracağını sanmıyorum...
Hangi milli meselemizde aydınlarımız, yayıncılarımız fikir birliğine varmışlar ki bu konuda fikir birliğine vararak aynı adı kullanmaya başlasınlar?
Hele de bir kısım yazar çizer bu adı düşman bellemiş, zevkle siyasî hınç alma fırsatını yakalamışken mi bu birliktelik sağlanacak?
Malesef bize sadece önerinizi taktirle karşılamak düşüyor...
Sevgili Sultan Hanımefendi Kızım,
Bu yazıyı buraya da aktardığınız ve bu konuda
bir bilgilendirme ortamı yarattığınız için; yazı sahibi
Muammer Bey kadar, size de müteşekkirim.Ben de
fikirlerinize katkıda bulunabilmek düşüncesiyle;
merhum Mütefekkirimiz Ziya Gökalp'in 'Ergenekon'
tarifini şiiriyle ortaya koyayım istedim:
'Ergenekon yurdun adı/ Börteçine kurdun adı/ Yediyüzyıl durdun hadi/ Çık ey yüzbin mızrağımız.'
Kim bilir; belki de bazılarına Allah söyletti.Hapisane
duvarları bakarsınız Ergenekon olur, oradaki Türkler,
Türklüğün müdafileri, orayı da yarar çıkarlar.Yeter ki
suçsuz ve haklı olsunlar...Sevgi ve muhabbetle...
Enver Özçağlayan
Sultan Hanım, Muammer Bey'in yazısına katılıyorum.ABD' nin, Türklük duygusunu yitirmemiz için sahip olduğumuz değerleri yok etme planıdır bu.Doğu blokunda bir oluşumun kendi sömürgeci yayılmalarına engel olacağı kaygısı ile Doğuya yönelen kişi, kurum ve bilgilere saldırıyor ABD. Yalnızca kendine kul istiyor. Ayarttığı bir avuç kulla (satılmış, hain,dönek, çıkarcı, işbirlikçi .. demek istiyorum) da bunları gerçekleştiriyor.Halk bir görebilse, bir gösterebilsek. Ama mil çektiler gözlere bu kullar göremezler. Halkı dilenci, sadaka alıcı durumuna getirdiler. Dilenciye de para verdiğin sürece sesi çıkmaz.
Lütfen sayfama uğrarsanız,kirli çamaşırlarının nasıl dökülmekte olduğunu görünüz. 'Ergenekon Savcısını Tanıyor muyuz?' '..........gizlenen 4 yılı'.Oradan anlaşılan, gaspçı, paragöz, hırsız, it, uğursuzların, satıldıktan sonra,KENDİLERİNE MEVKİ VE GÜÇ SAĞLANDIKTAN SONRA 'GAVURUN EKMEĞİNİ YİYORUM KILICINI SALLAYAYIM DİYE KILIÇ SALLADIĞI dır. Selam ve saygılarımla.
Ablacigim bu yeni bir sey degil ayni akimin aktörleri hizbullah kavramini da kirlettiler..Kuran da Allah taraftari olmak olarak anlatilan hizbullah ne tür kirli islerin tezgahinda kirletildi hepimiz gördük..
Bizim Atalarimiz Cocuklarina Direk Muhammed ismi koymamislar.Ola ki kötü fiiller islerde o ad incinir diye ahmet demisler mehmet demisler mahmut demisler..Iste zehiri süslü taslarla verirlermis..Tasa binayen icerigi iskalayamayiz..Hergenekon bir ihanet örgütüdür-
Kim ki kardes kavgasini alkislar zemin hazirlar maksat ne olursa olsun düsman tezgahidir..Dostu düsmani anlamak cok kolay..Ainesi istir kisinin lafa bakilmaz paylasim icin tesekkürler can ablam tebrikelr gönül dolusu selamlar
Üstadem..
Güzel vede değerli bir paylaşımdı
teşekkürler..
Selam vede muhabbetle..Allaha emanet ol..yudumyunus ..yunus karaçöp
Bu şiir ile ilgili 19 tane yorum bulunmakta