Erdal Boran Şiirleri - Şair Erdal Boran

0

TAKİPÇİ

Erdal Boran

İnsan yaşamının belki de tüm nimetlerinden, zenginliklerinden daha üstün en büyük parçası sağlığa duyulan açlıktır kuşkusuz. Çirkinliğin ve güzelliğin, hayallerin ve gerçeklerin, yaşamın ve ölümün olduğu bir hayatta etten ve ruhtan yaratılmış bedeni bekleyen kaçınılmaz yazgıyı alt etmek gerekir hep. Gökyüzünün sonsuz maviliğine baktığınızda gözlerinizle kusursuz bir hayatın yaratıcısı olursunuz, koskocaman bir dünyanın bilinmez düzeni içinde. Bedeninizi bütünleyen kalbin, gözlerin, ellerin, kulakların çıngıraklı hayalleridir size hayal kurduran bunca. Hep gözlerimizle hayallerimizi süslersiniz ya da belki sadece hayallerinizle gözlerinizi… Kulaklarınızın seslerde çınlamasını arzularsınız. Çünkü herkese yeten bir dünya var, buna karşın hiç kimsenin yetmediği sonsuz bir dünya… Hayallerinizi kusursuz yapan belki de gerçekliğin kendisinin kusursuz oluşudur…
Doğanın farklı düzeni içinde kimimiz şanslı doğar; kimimiz önemli bir parçamızdan yoksun. Kusurlu doğmanın bazen ölmek anlamına geldiği suç olduğu bu dünyada... En güzel yaşamayı erdem sayanların, en berbat hayatı şansızlık sayanların dünyasında. Erdem ve şanssızlığın yaratıcısı nedir? -“Para” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama eksik bir yanıt olur bu. Ya da sağlıktır deseniz de haklısınız. Ama kimin daha çok haklı olduğunu kim bilebilir? Kuşkusuz ellerinden, dillerinden, gözlerinden yoksun şanssız bir birey olarak doğmuş olanlar… Her gün sitem eder, kaderinize küsersiniz, gözyaşlarınıza boğulur şiirler yazarsınız sizi sizden koparan tüm bilinmezliklere karşı. Teselli ararsınız sonra sizi hayata bağlayan bir pamuk ipliği ararsınız tutamak için… Güneşin doğuşu yüzünüzdeki karanlığa doğduğunda usulca gözleriniz kapanır, herkesten uzak bir şehirde. Bir diş ağrısı değildir sorunu sadece sayrılı olanların. Onları hayallerinden, gülüşlerinden vazgeçirten kaderin acı bir cilvesidir yaşadıkları. Onların kaderine ortak olmayı, acılarıyla bütünleşmeyi, paylaşmayı arzu ederiz onlardan kalan bir düşle mutlu bir gerçeğe dönüşsün diye iyi-kötü arzuladıkları ne varsa. İşte koskocaman dünya; farklı insanlar, farklı renkler, farklı gerçekler barındıran, sabah akşam mırıldanan bir yaşam iki dudağımız arasında ve konuşmaktan, duymaktan, görmekten yoksun insanlar var öte yandan tüm bu koşturmacanın tam orta yerinde. Sıhhate karşı her gün zorbalık eden kör rastlantılar, karanlık talihliler var. Kimileri her zaman daha talihlidir ama zenginlik bir zırh gibi korur onları bin bir türlü felaketlerden. Sözgelimi baş ağrısı bile çektiklerinde yanı başlarında doktorları boy gösterir hemencecik. Ne kadar güzel gözüküyordur hayatları dışarıdan bakıldığında. Oysa mutlu bir tekdüzeliğin esiri olmuşlardır da heberleri yoktur nicelerinden. Peki, görmeyen gözlerin, duymayan kulakların tılsımsız karanlığına kim çare bulacaktır? Rüyalardır onları yaşatan aydınlığa hapsolmuş dünyalarında. Hiçbir meyve vermez oysa aydınlıkları, karanlıklardır besleyen düşlerinin en tatlı yemişlerini. Sanki donuk bir düş gibidir her şey, göremedikleri yalanlar evreni içinde kıskıvrak yakalanmışlardır da yoksuldur en zenginlerin bile kapı eşikleri. İşte onlara kucak açmayı düşledim ben, onlardan kalan bir düşle, aydınlattım etraflarını umudun cılız mumuyla. Doğanın farklı düzeni içinde neler yapılmazdı ki. Suyun her damlasını değerli kılan bir şarkı, ormandaki her bir ağacın yaprağını okşayan bir rüzgâr gibi esivermek istemiştim gizlice aralarında. Bizleri yaşatan bir neden ararız her sabah, bir köprünün tarihe inat izleri gibi iz bırakmak isteriz ya bazen kıstırılmış yaşamlarımızda, işte öyle… 1
Annelerin tatlı ninnisi ilaç gibi gelir sıcacık yatağımızda. Sıyrılıveririz hemen en sahici hallerimizden. Bir anne dokunuşu ilaç gibi gelir, kapatır sevgisizliğin açtığı yaraları. Bana kalsa, tüm insanlar için bir küçük ev yapardım; evimin önünde renk renk güllerden bir bahçe, cümbüşlü aynalar kurardım gri duvar diplerine sokakların. Bahçemde havalanan, sevişen kuşlar hiç eksik olmazdı üstelik. Umut ve inançla yeni bir hayat sunardı evimin her tarafı. Sadece onlar için yapardım, doğanın kuşlara yaptığı çer çöp evler gibi tıpkı. Bahçemin her bir gülünü koklasınlar, uçan kuşların cıvıltısını duysunlar, suyun berraklığını görsünler isterdim. Yaşamayı inançlı kılan şiirler, şarkılar, hikâyeler duyulsun isterdim çoktandır gülmemiş iki dudaklarının arasına konan uçarı bir kelebek gibi. Kurduğum ev çoğalan güller gibi her bir tarafta doğan güneşi selamlasın bir de. Yeryüzünün sınırsız güzelliğinde ellerimizin sonsuzluğu delip geçtiği bir yerde, karanlıkta kalmış bir dünyanın ışığı dolsun ruhların sağlığına, her şeyi müziğe boğan sözler çınlasın kulaklarında gün boyu. Sağlığın, özellikle de ruhsal sağlığın gaspı hiç bu kadar yıkıcı olmamıştı çünkü; her yerde yapayalnız insanlar birbirine yabancı, susamadıkları için konuşan, konuşamadıkları için susan insanlar... Birbirilerine söyleyecekleri anlamlı hiçbir şeyleri yok gibi… Sımsıkı birbirine kapalı gönül kapıları önünde bile uyanmasını beklediğiniz bir günü beklersiniz hep; ama uyuyan bir dünya yaratmak imkânsız değildir hiçbir zaman. Kulaklarınızı kapattığınızda çalınan bir şarkının ağlatan melodisini duymadığınızda neler kaybettiğinizi hiç düşündünüz mü? Ya da gözlerinizi kapadığınızda karanlığın bir şimşek hızıyla indiğini? Namütenahi çullandığını yaşamın sırtınıza? Evet, sağlığın gaspı bugün her yerde; kirlenen sularda, gürültüye boğulmuş tenhalığımızda, yediğimiz, içtiğimiz gıdalara fazladan zerk edilen kimyasallarda. Konuşurken karşımızdakinin yüzüne bakmayışımız da genleriyle oynanmasından kaynaklanıyor doğalarımızın.
Uykuların bile rahat yüzü vermediği hırslı yaşama ve çalışma temposunda koşuyoruz hızla ama biz koştukça daha çok uzaklaşıyor bizden huzur; atlatıyoruz bir geceyi daha psikosomatik haplar, sanal gerçeklikler ve hezeyanlarla. Bedenen sağlıklı kalmanın zihnen ödemesi gereken diyetin ölçüsü yok bu çağda. Ama şairin dediği gibi; “insan bazen geç de kalabilir hız yüzünden.” Bu durumlarda sadece bedenen hızlı olmak yetmez, geride kalan ruhu da beklemek gerekir üstelik. Ancak o zaman eşitlenir insanoğlunun içi ve dış arasındaki muamma…
İz bırakabilmek yaşamda, her sabah güç ve zinde doğrulabilmekle mümkün yataktan. Her sabah yeniden kendini yenileyecek bir enerji kaynağı bulmakla… Bir küçük soluk mesela; kıpırdayan bir göz kapağı -ki uykuya varıldığında onun altında gizlidir düşlerin en zengin hazinesi… Engelsiz bir yaşam, doludizgin, tüm engelleri aşan uzun bir koşu, yarını mümkün kılacak toprak zemini hazırlar… Soluk almayı sürekli kılmakla başlayacak her şey, geleceğe yönelik enerjinin çoğalışıyla; kendini tüketmekle, hesapsızca harcamakla kaybedecek büyüsünü. Camus’nün dediği gibi: “Eskiden insanlar zaman kazanmak için paralarını harcıyorlardı, şimdi ise para kazanmak için zamanlarını…” Ne acı gerçek! Yaşamın acı tatlı günlüğü içinde sağlıklı ve huzurlu geçen her günün ardında büyük bir yorgunlukla yeni bir günün başlangıcına katılıyoruz. Bir bardak suyun, nefis bir yemeğin, tadı damaklarımızda kalmış okunan bir romanın giriş bölümünde bitiyor hayalleriniz daha başlamadan… Öyle zengin ki, gün gelir her şeyi yaşatır bize gücün de güçsüzlüğün de diyetini isteyen hayat… Alır bizden dirimin öcünü güllerimize karşı savaşarak… Gençlikte gider elden, yaşlılık yakına gelir. Korkarız gelecekteki suretimizle göz göze gelmekten.
Nasıl ki yarattığımız her hayal bir gerçeğin de yaratıcısı olursa hayatta, her hayal de gerçek olur zamanla. Şu an annemin sağlık durumu bilhassa beni bu konuda ne kadar üzüyorsa, kalemim bu sözcükleri yaratırken bile inançla her şeyin düzeleceğine işret ediyor. İnançlı olmak gerekiyor, inançların bile tükendiği yerde. Şimdi yaşamın tüm zevklerine varıyor olabiliriz; aşkı, sevgiyi, mutluluğu tadıyor olabiliriz kana kana, ama mutlaka bir gün acıyı tadacağımız gün de gelecektir. “Her fani er geç tadacaktır ölümü” der bize en kadim yazıtlar. Böyle buyurur en kadim sözlerin kutsal edibi çağlar boyu ölümü fısıldayarak kulağımıza. Bu, kuralıdır doğanın. Gözlerin, dilin, ellerin, kalbin, kısaca her organımızın sağlam olması bizim için bir şanstır. Ama yine de yeterince bilemeyiz değerini. Karanlığı öpmeye hazır bir güneşin yansımaları aydınlatır her kalbin çeperlerini. Ve gökyüzündeki kuşlar özgürlük şarkıları mırıldamaya başlar, birisi yeniden kavuşurken sağlığına, zaman yeniden okşar tenini sayrılı bir bedenin… Sanki uzun zamandır duymamış oldukları coşkulu bir heyecan tüm ruhunu kaplar o vakit evrenin.

Devamını Oku
Erdal Boran

hayat uçurumun köşe kenerı gibi
ayakların yolu şaşırsa herşey biter
bitti sanıyorsun ama ardında ne başlıyor
o başlangıç uzun ve bitmeyecek gibi
anlar oldun işte katılacağım
sonsuzluk yolcusuyum bavullarım hazır

Devamını Oku
Erdal Boran

Nerelerde atıyor özgürlük aşığı yüreğin?
Hangi mevsimi yaşıyor, hangi havayı soluyor nefesin?
Çocukluğunun anılarından kalma birkaç fotoğrafın,
Gençlik yıllarımdan sakladığım, sayısı sınırlı anılarım.
Mavi gözlü çocuk!
Yılların gücü yetmedi hafızamdan seni silmeye.

Devamını Oku
Erdal Boran

Şubat ayının son haftasıydı. Güneşli bir gün tüm güzelliğiyle nihayet gelmişti soğuk geçen uzun bir kışın sonunda. Karla kaplı köyün girişi ve ağaçların beyazımsı görüntüsü gizemli bir gölge oluşturuyordu. Bir çocuk sesi duyuldu birden kerpiçten yapılmış evlerin arka tarafında. Mavi gözlü, kıvırcık saçlı yanakları kış aylarının soğukluğundan kalma 11 yaşlarında şirin görünümlü bir çocuktu. İsmi ulvi olan bu tatlı çocuk geçen onca karlı günlerden sonra dışarıdaki kar birikintilerini atmakla uğraşıyordu. Onlar için yaşam beyaz bir kar esaretinden geriye kalan renkli bir kardelen çiçeğinin filizlenmesiydi. Onlar karsın kuzey tarafında ki dağ köylerinin birinde kalıyorlardı. Yaşam burada çok zorlu sayılırdı. Ama geçen her gün ulvi ve ailesi için yeni bir umuda doğru yol alışın başlangıcı sayılıyordu. Ulvinin babası burada ki her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata adım atmanın peşindeydi. Nihayet kartsan çorluya uzanan bir umut yolculuğu başlamıştı bu dört kişilik aile için. Ulvinin mavi gözlerinde ki ışıltı geride kalan tüm karamsar günleri beklide hatrı sayılır bir anıda saklayacaktı. İşte umut yolculu bitmişti. Yeni bir düzen yeni insanlar ve yeni bir dünya ile karşılamışlardı artık bir kere. İki çocuğun okul masrafları ve de oturacak bir ev gerekiyordu. Köyden sadece sınırlı maddi imkânlarla gelen bu aile ne yapacaktı sınırı belirsiz bu hayat içinde. Ulvi küçük yaşta tüm bu zorlukları görmüştü o güzel gözleriyle. Bir ev tutular sonunda kıt bir parayla. Artık burada tutunmak bir ömür yaşamak gerekecekti onlar için. Önce çeşitli işler yapmaya azda olsa bir şeyler kazanmaya kalkışmışlardı küçücük dünyalarında. Çeşitli vazolar süs eşyaları satmayı denediler ama olmadı. Alan kimse yoktu ya da kimseleri. Bir şeyler satmaları gerekirdi bir şeyler kazanmaları için. Büyük şehir büyük sorumluluk demekti. Hazır para hazır ekmek hazır su demekti. Geldikleri yerde böyle bir kural yoktu. Onlar için herkes dost ve akrabaydı. Ekmeğin yoksa ekmek suyun yoksa su olurlardı. Ulvi mahalledeki çocuklarla azda olsa kaynaşmıştı. O küçüktü daha ama düşünceleri hayalleri o kadar büyüktü ki içinde kaybolmak mümkündü. Ulvi geçen her gün alışıyordu bu yeni hayata. İki yıl geçmişti aradan kartsan çorluya uzanan eller için. Ulvinin babası girdiği ilk işlerde maalesef başarısız olmuştu. Yaşamak için ölmeyecek kadar geçim sağlamaktı tüm bu zor şartlar altında tüm amaçları. Bir gün tüm bu kadersizliğin hâkim olduğu aile için umut doğacaktı. Elli yaşlarında kır ve beyaz saçlarıyla evin önüne gelen adam ulvinin babası Mustafa beyle bir şeyler konuştu. Konuşulan şey şuydu: adamın belli miktarda deposunda sakladığı pantolonları vardı. Ve bunu satmak için ulvinin babasını seçmişti. Ulvinin babası Mustafa Bey bu teklif karşısında çok sevinmişti. Belki de her şeye yeniden başlanılacaktı kamaşan gözlerle. Pantolonların satışı gerçekleşti. Her geçen gün biraz daha fazla satmaya başladılar. Hayat iyi kötü bu aile için geçiyordu. Ulvi 18 yaşında mavi gözlü bir delikanlı olmuştu. Kardeşi ise ona yaklaşan bir görünüme sahipti. Ulvi inanılma bir yeteneğe sahipti. Yeteneği gizili ve farklıydı yaşamış olduğu her şey ona bunu bahşetmişti. Tekirdağ üniversite turizm ve otel işletmeciliği meslek yüksek okulunu kazanana ulvi kendi ideolojisini yansıtmayı ve sahiplenmeyi çok iyi başarmıştı. Ailesi ulvinin tün bu özelliklerinden dolayı son derece mutluydu. Ancak kahpe insanların faşist düşünceleri ulviyi incitmiş okuldan soğutmuştu yıllar ardı sıra geçiyordu her şeye rağmen.yıldızlar şiir söyler güneşi öperdi usulca..çorlunun orta yerinde bir evin üstünde melekler dans eder hep birlikte şarkı söylerdi.geçim sıkıntısı azda olsa bitmiş ve yabancı diyara alışılmıştı bir kere.Mustafa amca güvenirliğiyle,saygısıyla insanlara kendisini sevdirmeyi başarmıştı.artık iş sahibiydi ve iş sahibi yapıyordu.dudakları eskisinden daha neşeli açılıp kapanıyordu.gözlerinde parlayan gir ışığın yansımaları saçılıyordu neşeyle her bir yere.artık tüm sorumluluğunu yerine getirmişti.tek dayanağı olan ailesini ayakta tutmayı kimseye muhtaç etmemeyi başarmıştı.günler geçiyordu.ulvi girdiği sınavla Atatürk üniversitesi beden eğitimi öğretmenliğini kazanmıştı.gideceği yer olan Erzurum geldiği yer olan karsa çok yakındı.çocukluğunun başlangıç noktası sayılan bu kentin kokusu esiyordu doğudan.artık bir şeylerin farkına varan ulvi ayaklarının üzerine sağlam basmayı öğrenmişti.Kars’tan başlayıp çorluya kadar uzanan bir umut yolculuğunun yolcuları hiç tükenmeyen bir anıyı geride bırakmıştı Mavi gözlü çocuk yeni bir okul ve arkadaşlık çevresi edinmişti.kim bilebilir kaç şiir yazacaktı yaşayacağı ve yaşadığı her şey için..bunu zaman gösterecekti.

Devamını Oku
Erdal Boran

tanrım sana adandım derken kutsalığını çözdüm
bilmiyorum ne ki bu insanda ki büyü
farkketmek mümkün değil inan
hep değişik bir tavır takınır ben hep aynıyken
bir ağacın meyveleri kadar kutsal
bir annenin şevkati kadar inançlı

Devamını Oku
Erdal Boran

Anne herşey ne kadar güzel sen varken,
Okşardın saçlarımı hep yanımdayken,
Anlıyorum yaşam acı çığlıklar koparır,
Umutsuzca gözlerin kapandığı bir yerde,
Çoçukluğum hep senle geçti,
gençliğim senden ayrı,

Devamını Oku
Erdal Boran

Kaybolmuş cennetin en uçrak köşesinde,
Elini uzatır mıydı? Beyaz harfler,
Birden canlanı verdi yer ve toprak,
Utanmıştı çıplak kalmış resim,
Ressam gözyaşlarını çiziyordu,
Heyecandan elleri titreyerek,

Devamını Oku
Erdal Boran

Hayat hep kendini sorgulayan birilerini ister
İşte çıkar birileri tüm zamanlarda
Bir lider bir yazar bir şair olurlar
Herkesten daha inançlı daha kutsal
Anlatmaya çalışırlar hep bizde olmayanı
Sokaklarda bir yaşanılası dünya yaratarak

Devamını Oku
Erdal Boran

“Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz
Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen

Devamını Oku
Erdal Boran

msn de aşkı öyküleştirmek...

yıllar önce......

hayat işte....bir göz yaşı...yada ölmek için yaşamakk..: bir kız ve bir oğlan varmış
hayat işte....bir göz yaşı...yada ölmek için yaşamakk..: gökyüzü o kadar güzelmiş ki

Devamını Oku