Görüyorum,kuytularda biriken dostları.
Karanlık koyaklarda cirit atar onlar.
Rüzgara direnen tepedeki çamın dayanamayıp düşen,
uçuşan yapraklarıdır bazen de
Bazen ölümün güzelliğinden bahseder yorgun kaburgalar
Tutan iki elim.bir kalbim ve arasında dostluk yolu..
Ellerim ilk çağ filozoflarını andırırcasına
Merak eder olanı olmadığı gibi kullanırdı.
Mesela iki tahta parçasını çiviyle tutturduğumda
Ay'a seyahate giderdim
Gözleri kaderin karşısında içine çekilmiş,
bir okyanus çukurunda ışığı görmez olmuştu.
Derken genç kirpikleri gönlünü bir narayla
göğe muştuladı.
Şehir ona dardı,beton siyah peçeli,hançerli kadın..
Siz hiç kulağınızın duymasından utandınız mı?
Kan dolaşırken damarlarda kaskatı bir vahşete taş kesildi mi yüreğiniz?
Bir ananın feryadını, Kudüs hassasiyetinde sildiniz mi göklerden...
Ezildim, çatırdadı kemiklerim,
Çocuk gözlerdeki yaşların ağırlığıyla.
Şehir andıran kargalar vardı.
Kalın damarlarıma korku salıyordu bunlar.
Saçların yalınız saçların dağ havasını andırıyordu.
Yoksa sen baştan başa şehirdin baştan başa sahte.
Derin bir vadiye inerken iki köylü,
Gecenin ayazında yıldızların semahına şahit olmuştum
ve şimdi kasketli bir bilinmezliğin,
en ortasında en ıssızındayım.
Ey şimşek! her kükremende kalbim
büyüklüğün karşısında eğiliyor
Cenklerin hüküm sürdüğü bu çelikler çağında
Bir umut çiçeğiydin adeta.
Ansızın gelen kuşların kanadı muştu yüklü.
Ne ilk ağlamasıydı kirpikli kuyuların ne de son matemi.
Sarp kayaları döven katran karası deniz,Uzanıp sonsuzluğun ovalarına seni diliyordu.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!