Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Devamını Oku
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Gittin Gideli
-geleceğini bilsem
sancılarımı susturur
ıslak ıslak gülerdim oğul-
zaman dediğin üç ayaklıdır
bir ayağı kesik taya benzer
kaşlarını çatma artık, değmez
eğilmesin alnının çizgisi, eğilmesin
duvar eskidi, bense yaşlandım
gözlerinde ışık, yüzünde mimik
tutunmasın acıya
-iki insan aynı yoldaysa
haince arada saklanır zaman-
biri birine eğmişse boynunu
duymazdan görmezden gelir öteki
öldükten ...
Ben İstanbul’da Doğsaydım Kardeşim
ben İstanbul’da doğsaydım kardeşim
sevgilimin rüzgarla sevişen o sarı saçlarını anlatırdım size
belki Uludağ’da kendini gösteren o çınarın dibinde
akan bir parmak suyla taşırdım ismini
Kadıköy İskelesi’nde son el sallayışımı ahbaplarıma
Taksim Meydanı bulandığında kana,
göz yaşlarımı saklayışımı anlatırdım size
ve belki dalgaların üstünde boy veren kirini İstanbul’un
ve elbette çığlıklarıyla martılarını
uzattığım ekmeği havada kapan
ben İstanbul’da doğsaydım varoşlarını anlatırdım size
ayda bir kursağına et giren çocuklarını,
ve bit pazarı’nda bekleşen işsizlerini,
pazar yerine doluşan dar gelirli insanını
tüten fabrikalarını her iki yakasında…
ve grevdeki işçilerini omuz omuza
bir yürek halaya duruşlarını güleç yüzleriyle
yükselen binaların önünde yankılanan seslerini
ve Armutlu’da panzerin ezdiği çocuğu…
unutmaz anlatırdım size
ben Dersim’de doğmuşum kardeşim
İstanbul’dan yola çıktığınızda
Ankara’nın göbeğinden geçer yolunuz,
ve daha birçok şehri yarıp gidersiniz Anadolu’dan
bilmezsiniz, bilemezsiniz
potin seslerinden kaçan kuş sürüsünün içinde
maviye serpilmiştir çığlığım
ve dağdan dağa vurmuşum kanatlarımı
kanamışım kardeşim
bir yaban armuduna bağlamışım dileğimi
kin gütmemiş Hızır’a el açmışım
lokmalar yapıp dağıtmışım ellerimle,
pırıl pırıl akan Munzur’un içinde
görmüşlüğüm olmuş suya vuran suretini
bağrı açık yoksul köylüleri
ve izlemişliğim kızıl pullu balığı
ben Dersim’de doğmuşum tarlasında doymayan kadının
orak dererken sırtında büyümüşüm
yani deşmişim alnında biriken acıyı…
acıya alışkındır köylüleri, yokluğa, yoksulluğa
ötesini bilmezler kardeşim, bilemezler
kazma-kürekle yolunu yaptırırlar tanklar geçsin diye
ve kaldırım taşlarıyla örülmüş
sade bir sokaktır yarıp geçer çarşısını
ve minaresi zorla yükseltilmiş bir cami
ve orduya ayrılmış geniş bir arazide
hükümetten hükümete çevirmişlerdir Dersim’i
ne bir fabrika, ne yol, ne okul, ne hastane
artacağı yerde eksilmiştir nüfusu
ben Dersim’de doğmuş, kahrıyla büyümüşüm İstanbul’un
sürgünde sürgü veren bir dalı olmuşum meşenin
sen Dersim’de doğsaydın Anadolu’daki kardeşim
yüzünü görmek değil yakınlarının
ben gibi mezarını bile bilemezdin öz dedenin…
diri diri Kayışoğlu yarmasından atılan
savunmasız insanları görürdün eli bağlı…
bugün hala geçerken korkarak bakıyor insanlar
süngünün zoruyla çocuklar, gebe kadınları
havada parçalanan yüreğin sesini duyardın en azından
ateşe verilmiş insanı görürdün kardeşim
dağlar gördü, su gördü…. taş bile gördü kardeşim
yaprağa sinmiş etin kokusunu…
sen Dersim’de doğsaydın eğer
ben gibi belki esmer olurdu tenin
ama en az benim kadar horlanırdın kardeşim
ve yok yere asiye çıkardı adın
yok yere ölürdün kardeşim, çoğalmaz ölürdün
…..
n'olursun artık anla kardeşim, artık anla....
Ercan Cengiz
Enişüri Solmayan Resim
seni anlatmak, anlamak seni
tanımaktır o kutsal emeği
seni anlatmak, kavuşmaktır özgürce
dünyanın öbür ucundan da olsa
berrak sularına Munzur’un
seni anlatmak, anlamaktır seni
kimsesizliği, yalnızlığı, yoksulluğu
çileli büyüdüğün toprağı, ülkeyi
bin dokuz yüz otuz sekizi…
inadına yaşattığın umudu…
seni görmek yıllar sonra
çerçevesiz, solmayan bir resimde
canlı, dipdiri ayakta dururken
elinde kürek, akan sular içinde
yaşamın kaynağını bulmaktır
toprağın üstüne çıkardığın suda
seni taşıyan gururu
seni anlatmak
doğurmak için bağrında bin bir çiçeği
okşadığın, suya kavuşturduğun toprağa, ağaca el verip
sen gibi nezaketle konuşabilmektir dilini
bir emekçi ki, nasırları patlarken üst üste
kanayan parmaklarının sızısını yüreğine versin,
o öpülesi ellerin gördüğü, çektiği çileyi
dosttan, düşmandan, çocuklarından saklasın
evine götüreceği bir lokma ekmekle
çocukların güleç yüzünü derman etsin derdine…
bilesin Memo, bilesin
seni anlatmak için durmadan ölümlere vuran
seni anlamaya çalışan bir yürek
korkarım yaşlanıyor zamansız
söyle, bir resim vurur mu insanı
bir resim tutup da silkeler mi insanı
beni sardı işte,
vurdu alnımın çatısından, gözlerim aktı
yaramı kanatmak değil, öldürmek için değil elbet
bu senin resmin, kendine getirir adamı
görmek, anlamak, haykırmak için…
vuruldum bir gece vaktinde, vuruldum
bir kazma, bir kürekle koca bir yaşamı kazanan
sızısı yüreğime saplanan o nasırlı ellere
ansızın, bir gece vaktinde, vuruldum
bilmeyen bilmese de olur bu saatten sonra
tanımayan zaten tanımaz emekçiyi
sen ki, bir tek toprak tuttu elini
bir ömür ve dokuz çocuğun yüküyle
bir tek suya kavuşturduğun toprak güldü yüzüne
Dersim’in yetim delikanlısı
tırnaklarınla kazandığın yaşamı
kutsal bildiğin emekle, alın terini
ve yere düşürmediğin yüreğin…
o toprakta şimdi
seni anlatmak dünden daha zordur bugün
sırılsıklam çarpılmak gibidir poyraza
ya da hırçın dalgalarına kapılmak gibi
çırılçıplak o engin o mavi denizin içinde
kalmaktır tek başına
senin bakışın, onurun, bin yıl tutar insanı
bu cehennemde, dimdik ayakta nice bin yıl…
anlamak, anlatmak için o kutsal emeği
çıkarmak için sabaha
bir bir konuşmak mı elinin değdiği toprakla
heceler yabancı, kelimeler yetişmiyor resmine
o bir kareye sığdırdığın duruşuna…
inan ki dar geliyor göğsümün kafesi
pişirmeye çalışıyorum sözleri
ayaklar çıplak, ama
alnının teri kurutur tenine vuran suyu
hangi kalem yazabilir ki seni
tanıyan, tanımayan hangi kalem
sızısını akıtır ki kağıda…
biliyor musun, gülüşünü özledim
öyle bütünleşirdi ki o nasırlı ellerinle
öyle masum, öyle içten, öyle sıcak…
bin dert olsa üstümde, bir bir çıkarıp atardı içimden
hani, ne getirdiğin ekmekteydi gözüm
ne yaptığın oyuncaklarda
ne de kavgalara meydan okuyuşunda
o gözlerinden okuduğum
acısını, çilesini içinde saklayan gülüşünü
bir bir fidelercesine yarınlara
yüreğimin ortasında tutuşturulmuş bir meşale
durmadan, ordan oraya savurur beni
kavgaların geliyor aklıma
biz küçükken, annemle ettiğin kavgalar…
alışmıştık, sinirler dinince biten kavgalarındı bunlar
ve köyün çeşmesinden sitille taşıdığın suda
köylüler gelirdi üstüne, kadın işini yapıyor diye
sen ki her zamanki ağır başlılığınla
erkek dediğin derdin, yükünü hafifletmeliydi kadının
söz biterdi orda, söz biterdi
seni nasıl anlatmalı
otuz sekizin yetim kalmış delikanlısı
seni nasıl anlatmalı
tanıyan hangi çocuk bir şeyler almadı ki senden
işte karşımdasın, gözlerin üstümde hala
başını kaldırıp bakmazdın kadına
eğilir dilim, gözlerim akar konuşamam,
biliyor musun
bir tek ölüm yakışmadı sana
diğerlerinin hakkından geldin kendince
hala varmıyor dilim, varmayacak da
hala görmüş de değilim boylu boyunca uzandığın toprağı
ağır gelir Memo, inan çok ağır gelir bana
sen ki, otuz sekizin delikanlı çocuğu
ekmeğini bölüştüğün kuşlar, diktiğin fidanlar
aşıladığın o piç ağaçlar, yürüdüğün yollar
toprağın yüzüne çıkardığın sular…
duyuyor musun, seni konuşurlar, seni
bilmem nasıl anlatmalı, bilmem nasıl
hani doyurabilseydin kendini
hani çilesiz bir tek günün olsaydı
hani seni vuran askerin yüzüne dikilip
‘anlaşıldı asker ağa mahkemeliktir bu iş’ derken
ya da benim yüzümden en azından
ağaran saç, sakala bakmadan
kelepçelenmeseydi o nasırları patlamış ellerin
bağlanmasaydı o yaşlı, o sahipsiz gözlerin…
saç, sakalından utanmadan o çiğ, o arsız adamlar
o kirli elleriyle dokunmasalardı sana
bu kadar koymazdı bana
işte, yarattığın bir yürek kuş gibi çırpınıyor önünde
belki sen gibi küreğe dokunmadan eli
belki okşamadan toprağı
gün gün, hücre hücre eritirken kendini
anlamak, anlatmak için, kimin umurunda
seni, otuz sekizin delikanlı yetim çocuğu…
bak okşadığın toprağa, yeşermiş
diktiğin ağaçlar meyvede
dallarında yuvalanmış kuşlar peşi sıra ötüşür
adını kazırcasına (Enişüri) Kızıl Pınar’a
Ercan Cengiz
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
--------------------
Bu şiirin hikayesi:
hikayesini bir roman ancak kaldırır
puan
10,0
(1 kişi)
yaz | oku
Şiire bağlı ses, video ve resim dosyaları:
RESIM (JPG) Dosya Boyutu: 115 kByte
224587
Ve Tanrı Ağlamasını Öğretti
birkaç kişi vardı yan yana
doğurduklarında tanrıyı
önce koruma, sonra elçileri oldular
bir edip uçurduklarında
henüz keşfedilmemişti gökyüzü
emirlerini bıraktıkları yerlerde
dönüp paylarını aldılar
görünmez görünür olduğunda
gür ormanın örttüğü
en yüksek dağları seçilirdi
sayıları çoğalırken atlıların
sınırları ayrılırdı ortadan
karışmasın diye çıkarları
ve erkin korunması adına
ordudan orduya gidildi
ordular, karşı orduları beslediğinde
boğaz boğaza kılıçları biçildi
iktidar adına
bezlere semboller çizildiğinde
kiminin sınırları daralır
kiminin ordusu büyürdü
işle ev arasında dönüp duranlar
erkin önünde koşulsuz diz çöktüler
diz çökmeyenlerin kellesi
bir bir tanıtılırdı meydanlarda
böyle geliyordu yasalar
korkuyla büyürken nesiller
kurallara, kuralları bindirdiler
daha ince dokunmuş
ayrıntılar hesaplanmış olarak
ne olduysa asilere
kanatlandırıp uçurduklarında
uçaklar, füzeler yoktu henüz
tanrı, kula ağlamasını öğrettiğinde
kul yalvarmasını öğreniyordu
güneş, gülmesini öğretirken doğaya
su, arınmasını günahlarından
ve toprak, bütünleşmesini insanın
ve insan, bencilleşiyordu durmadan
törelerinden kalma hastalıklarıyla
tanrının önünde zenginler boy verirken
kıt kanat geçinen yoksullar
sınırlarını dinamitliyordu onların
Ercan Cengiz
Ercan bey(AMCAM) şiirlerinizin hepsini okudum ve çok beğendiğimi söylemek isterim.yeni şiirlerinizi ve çıkaracağınız yeni kitabı dört gözle bekliyorum.sevgilerimle Deniz CENGİZ(alayına gider bu türkülü yürek.alayı 'kurt''lansa alayını temizlerde öle biter bu yüre)
Nasıl Olmalı
şarıl şarıl
gün gelir çağlayarak
gün gelir durgun
sesini denizden
rüzgarı dağ vermeli
elinden çıkınca çiçeğe
kanatları kelebek
pençesi kartal
gözü şahinden almalı
arı ayağıyla taşımalı
kendini çiçek tozu gibi
dili insana
tadı baldan
yüreği anadan olmalı
Ercan Cengiz
Gelirsen Bir-İki Boy Kalsın Aramızda
başkaları vardı elimin altında
zaman, mekan kavramına göre değişen
onların gözüyle baktım hayata
konuştum onların diliyle
dilim yoktu, ben yoktum
anlamadım yüreğimin acısını
yenilinceye yıllara
ne güldüm ne güldürdüm, biliyor musun
sevdalanmadım kendi kendime
üç şey koymuşlardı önüme
bir ömür ve üç şey
para, kadın ve doldurmak için mideyi
tıkın der gibi
değişik açılardan baktım yüzüme
her açı bana yabancı bir yüzle
çıkageldi karşıma
yüzlerin içinde hangisiydim
bilmem kaçıncı denememdi senin için
yoktum, adım yoktu gözlerinde
kapının sağında duran taşın üstüne
bıraktım yüzyılın uykusunu, bıraktım
yeni bir ufuk açmak adına
hem sert hem uykuya gelirdi kara taş nasılsa
ayağa kalkmışlığım vardı yarı baygın gözlerle
söyler dururum duvara en içli şarkıları
yabancı eller örmüş duvarı, görmez-işitmez beni
ve karanlığa göz kırpan bir hava
başımın üstünde
vura vura büküyor belimi
sancımdı başkalarından kalma
böyle bir zamanda çıkarsan karşıma
ne yakın ol bana, ne uzak dur
bir-iki boy olsun aramızda
yanağımın sol yanında donan
ben gibi umarsızca
kimin için bu hüzünlü şarkılar
söyle kimdendir bu kambur
daldan kopan yaprağa sor
bak ıslık çalıyor rüzgar, kime ne
dal mı yaprağa küsmüş dersin
yaprak mı dala küs
kimin mevsimi bu, yerde bırakıp cesedi
gider gibi bir yabancı
bu işin hesabını tutanlar nasılsa
yaşanmış sayacaklar bu günü
ne artı payındayım ne eksi
öyle ya, ne de olsa yaşanmış!
çileli ömürden giden upuzun bir gün daha
bensiz eklenir kalır yıllara hepsi o
oysa yaprak küsmeseydi dala
bahara dönebilirdi bu mevsim ve
bırakmazdı rüzgara, bırakmazdı kendini
yaz-kış yeşil duran yapraklar ancak
damarı beslemeye inerdi toprağa
gidecek yerleri de yoktu başka
söyle hangi parçası eğri attırır adımı
hangi yanıdır ki gövdemin
kemiğime damıtıyor sızıyı
söyle kaçıncı yaralı yürektir gözyaşlarıyla
yeniden seviyi örmenin derdinde
sarılırken gövdeye
Ercan Cengiz
Bura Kimin Yurdudur / Kafatasını Ölçmüyor ki Tabutlar
bura kimin yurdudur de lo lo lo
kafatasını ölçmüyor ki tabutlar
iklim değişmiş, hava gergin mi gergin
bahanesi karanlıkmış karanlığa yatanın
aç gözlerini gel kardeşim, gel de gör
şu çıplak yüreğimle birleşsin yüreğin
zalimi vuran bir ışık olsun gözlerin
ve ellerin korkusuzca dokusun adaletini
insanca bir arada yaşamanın
gel kardeşim, kimin yurdudur burası de lo lo lo
yıldızlar yerli yerinde, güneş yerinde
dağ yerinde, deniz yerinde
taş yerinde, toprak yerinde…
bırakıp da gitmedilerse bugüne kadar
yaşamasını öğrenmemiz içindir bilesin
her yıldız kavuştuğunda toprağa
zulme karşı direnmesini bir insan gibi
ve onursuzluğa ve haksızlığa ve adaletsizliğe karşı
ve içinde filizlenen rengarenk sevileri, aşkı
aşk ki yere düşmeyecek kadar da asi
bu toprak ki günahını örtüyorsa zalimin
zamanı mı olurdu yanan yüzüne bakmaya
nasıl aldırmaz ki insan kirletilen bu dünyada
adsız rüzgarların estiği dağlardaysa bir kulağı
nasıl boyun eğer ki haksızlığa, nasıl…
hayattasındır, her şeye rağmen yere düşmüyorsan
dimdik, binlerle ayaktasındır demektir bu
dört bir yanında şu fani dünyanın
bakışlarındasındır belki de bir çift kartalın
söyle, durma söyle de lo lo lo
hava desen kuru - su desen acıdır sen yoksan
her yer karanlık, yalancı, korkak gözlerin altında
vuruşmaya geldiğinde gecenin bir vakti
üleşedursun kurtları bu memleketin, üleşedursun
şimdi dil gerektir, mangal gibi bir yürek ki
yerli yerinde bir çift sözü anlatmaya
sen gibi, çiçek gibi, gül gibi
gel kardeşim, gel de gör de lo lo lo
kafatasını ölçmüyor ki tabutlar
kapıların eşiğinde ağıt yakmasın kadınlar
bilesin ki aç, perişandır arkasındaki çocuklar
onlar ki ekmek yerine, su yerine, sevgi yerine
ağlamakla doyuruyorlarsa kendini
hiç de hak etmedikleri
nasıl utanmaz ki insan o mazlum gözlerden
her damlası düştüğünde gözyaşının
çığlıkların ortasına
onlar ki savrulmuştur oradan oraya
işte böyle bir dünyada yanıbaşımda görmek
tutmak isterdim elini
Ercan Cengiz
Tesadüf...Herşeyiniz tesadüf...
Evet İlker Ünlü, herkes okusun ama sen bir daha oku derim ve altına yazdığın o güzel 'fikirlerini' silmeden dön dön oku...
MSN'den yazışıp destek aradıklarını da yaz istersen, hatta daha ileri gidip hakkımda olur-olmaz yazdıklarını da istersen buraya al...
Ama oku, bir daha oku derim...
Birkaç şiirin ismini vermişsin, diğerlerini de ben söyleyeyim 500 kadar şiir var bu sitede, hepsini oku...
Usta Nazım Hikmet Ran'ın 'Vatan Haini' adlı şiirini de oku...
Ercan CENGİZ-Bahardı kendi yurdunda
Ercan CENGİZ-Patika
Ercan CENGİZ-Artık Sessiz gelmiyorlar
Ercan CENGİZ-Anlatamam
Ercan CENGİZ-munzurun iki yüzü
Şairin yukardaki şiirlerini,yorumlarını inceleyiniz...Okuyuculara Saygıyla...
.........................................................................
! (* !
........................................................................
Düşmanıma
Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın! ..
Necip Fazıl Kısakürek