I.Kısım
Ağır, ağır indi ahşap merdivenlerden. Hatıralarının tüm ağırlığını, koltuğunun altına sıkıştırmıştı. Topu topu dört albümdü. Merdivenin tırabzanlarına tutunarak inmek artık gücüne gidiyordu. Yaşamla ölüm arasında gelip gitmeleri çoğalmıştı. Bu yaşta bu kadar sıkıntı…
Enver bey, kaç sene oldu diye düşündü. Belki yirmi, belki de kırk yıl olmuştu. Zihni bu kadar geçmişe gitmeye el vermiyordu. Yalnız, çocukluğu dün yaşanmış gibi beyninin içinde dolaşıp duruyordu. Yavaş yavaş ilerledi. Koltuğun ucundan yardım alarak, iskemlesine oturdu. Eski bir kaset çıkardı, çekmeceden. Aslında çok eski sayılmazdı ama içindekiler eskiydi. Minur Nurettin’den şarkılar yazıyordu kasetin üzerinde. Torunun el yazısıydı. Dedesi için o doldurmuştu. Arkasına doğru yaslandı. Ciğerlerinden gelen bir sesle –oh! - çekti.
Albümlerden birini açtı. Kırklı yaşlarının resimlerinin olduğu bir albümdü. İçlerinden bir resmi seçti. Masanın üzerine bıraktı. Albümü aldığı gibi koltuğun üzerine attı. Seçtiği resme uzun uzun baktı. Öylece kaldı. Gözlerinden birkaç damla düştü. Kristalden yapılmış gibiydi damlalar. Dokunsanız binlerce kıymet bulurdunuz içinde. Diğer albümü, sonra diğerini, sonra diğerini… Her birinden birer resim alıp albümleri koltuğun üzerine fırlattı. Şimdi sehbanın üzerinde dört tane resim vardı.
Resimlerden birisi, çocuklukta çekilmiş bir fotoğrafta. Üzerinden beyaz yakalık bulunan siyah bir önlük… Ne de yakışmıştı. Herhalde çok uğraşmışlardı yakalıkla. O kadar beyazdı ki… Enver bey, o gün yaşanları dün gibi hatırlıyordu. Mırıldandı…
Sefalet sanırdım, görmeden gençliği
Meğer ne zenginmişim, bilemedim değerini
Bir saat geçmişti. Hala o resim vardı elinde. Arada bir gülümsüyor, arada bir ise küçük yaramaz bir çocukmuş gibi sıkılıyordu. Çocukluğunu hatırlamak Enver beye iyi gelmemişti. İskemlesine tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı. İlk seferinde başaramadı. Oturdu. Tekrar denedi.Olmadı. Olmadı. Ellerine dizlerine vurarak, çocuk gibi ağlamaya başladı.
Çok içerlemişti. Bir iskemleden bile kalkamamak… Yaşlılık demeye dili varmadı. Ama öyleydi. Artık iyice ihtiyarlamıştı. Yaşlılık cabası.
Tekrar denedi, ayağa kalkmayı. Bu sefer başardı. Yavaş ve bitişik adımlarla mutfağa kadar ilerledi. Bir bardak su aldı. Su gibi aziz olmak buydu herhalde…
II.Kısım
Yorulmuştu. Vakit öğleden sonrayı çoktan geçmişti. Yalnızlığı içinde hissetti. Çocukları hala gelmemişti. Oysa torunu çoktan gelmiş olması lazımdı. Mutfaktan çıkarak tekrar salona geçti. Yürümekte hala zorlanıyordu. Duvarlara dayanarak salona kadar geldi. İskemlesine oturdu. Masanın üzerine bıraktığı resimlere tekrar bakmaya başladı.
Resimlere bakarken uyuya kalmıştı. Ellerinde bir soğuklu hissetti. Oturduğu yerde uyuya kalmanın rahatsızlığınım hissediyordu. İskemleden kalkıp koltuğa geçmek için bir hamle yaptı. Zorda olsa tutundu ve koltuğa ulaşmayı başardı. Kızının hediye etmiş olduğu saati cebinden çıkardı. Saate baktı. Saat sekize geliyordu. Ve hala evde sessizlik vardı. Ne torunu, ne de kızı ile damadı gelmişti. Üçü de yoktu. Nerde kalmışlardı? Merak etti… Ama yapacak bir şey yoktu. Evde bir cep telefonu vardı ama kullanmasını bilmiyordu.
Televizyonu açtı. Haberleri seyretmeye başladı. Haber sunucusu –İyi akşamlar sayın seyirciler. Bugün 29 Ekim 2007 Şimdi haberleri veriyoruz.
Enver Bey –evet dedi. –Evet bugün çocuklarımın töreni var. Kesin oraya gitmişlerdir.-dedi.
Enver Bey bunları söylenirken cep telefonu çalmaya başladı. Yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Yine küçük adımlarla gitmeye başladı. Telefonu belki onuncu çalışında açmayı başarabildi. Arayan kızı Suna’ydı. Suna geç geleceğini, çocuklarla Sezgin’in yanında olduğunu söylüyordu. Dolapta babasının yiyeceğini ayırdığını ve zamanında yiyerek ilaçlarını alması gerektiğini söyledi.
Enver telefonu kapattı. Karnı hala aç değildi. Yeniden televizyonun karşısına geçti. Gündemden olup bitenleri seyrediyordu. Televizyon kanalları hala Cumhurbaşkanlığı seçimin kavgasını gösteriyorlardı. Oysa üzerinden çok geçmişti. Tabi bu gündemin olmasının sebebi belliydi. Haziran ayında kurulan Aydınlık Gelecek Partisi’nin başkanın şöhreti bu tartışmayı alevlendiriyordu.
Enver bu konuşmaları yıllarca dinlemişti. Bir zamanlar o da bu kavgaların peşindeydi. Yıllarca meydanlarda halkı coşturmuş, birçok ilden milletvekili seçilmişti. O zamanlar herkese gücü yeterken şimdi bacaklarına bile gücü yetmiyordu. Siyaset yapmak artık onun için geçmişti. Oysa Enver Kıbrıs Harekâtı düzenlenirken daha 42 yaşında genç bir siyasetçi ve içi vatan aşkı ile doluydu. Şimdi ise içindeki vatan aşkı sadece şiirlerinde yer bulabiliyordu. Onları da ancak yazıp yazıp çöpe atıyordu.
Şiiri kendi için yazmayı seviyordu. Yazdığı şiiri ezberler günlerce mırıldanır sonra yakardı. Aklında kalırsa ne ala, aklında kalmazsa unutulur giderdi. Çok kitap teklifi geldiyse de tekrar meşhur olmaktan korkuyordu. Halkın onun bu acizliğini görmesini istemiyordu.
Devam edecek….
Erdoğan ErginKayıt Tarihi : 7.9.2006 23:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hikaye hakkındaki eleştiriler doğrultusunda devam ettireceğim. Devamı yazıldı. Ama insna çekiniyor....
Biz BU GEMİNİN yolcuları, sevgi ve hürmet iklimine olan yolculuğumuzu sonsuza dek sürdüreceğiz İnşallah.
Tebrikler.
selamlar
TÜM YORUMLAR (14)