Şehir merkezinde yapılan konservatuarın inşaatı bitmek üzereydi, zamanında bitirilebilmesi için her gün mesai yapılıyordu. Bazen cumartesi ve pazar günleri bütün gün çalışılıyordu. Hacı Abdurrahman, bir arkadaşı sayesinde inşaatta hafta sonları vasıfsız işçi olarak çalışmaktaydı. Diğer günler başka bir yerde çalışıyordu ama çok borcu olduğundan ek iş yapmak zorunda kalmıştı. İlk zamanlar bayağı zorlanmıştı ama zamanla alışmıştı. Yaptığı, yerleri süpürmek, ortalığı toplamaktan ve benzeri işlerden ibaretti.
Konservatuar 8 katlı bir bina idi ve bir kaç kattaki bütün işler bitmiş, sadece temizliği yapılıyordu. Yine bir cumartesi mesai yapılmaktaydı ve işlerin daha çabuk bitmesi için çok sayıda amele vardı. Abdurrahman’a: “bütün kapıları güzelce sil denmişti.” Abdurrahman, sigara kullanmazdı ve kazandığı paranın helal olabilmesi için çalışmayı bırakıp çene çalmazdı. Bu yüzden kendisine verilen işleri çabuk bitirirdi. Çavuşların: “ hacım, yavaş yavaş çalış! ” tavsiyelerine pek kulak asmazdı, başladığını bir an önce bitirmek için bazen kan ter içinde çalıştığı zamanlar olurdu. Mesai bitmeden kapıları silmişti. Çavuş Turgut’a gidip işin bittiğini söyledi. Turgut:
-Hacı ağabey, Cengiz'e yardım et!
Cengiz, inşaata Abdurrahman’dan sonra başlamıştı ve o da vasıfsız işçilik yapıyordu. Liseyi bitirdikten sonra evlenmiş, başka bir iş bulamadığından inşaatta çalışıyordu. Cengiz’in babası Sabri efendi çok dürüst biriydi ve oğlunu çok iyi bir şekilde yetiştirmeye gayret etmişti. Cengiz’in evlendikten sonraki yeni çevresinde ahlakının bozulacağını fark etmiş ve oğlunun bu evliliğini istememişti ama Cengiz babasını dinlemişti. Sabri efendi oğlunun inşaatta çalışmasına da razı değildi. Korktuğu başına gelmişti. İlk zamanlar güler yüzlü, ağır başlı çalışkan biri olan oğlunu inşaat ortamı hızla değiştiriyordu.
Cengiz’in bugünkü işi ortalıkta ne kadar kalas varsa toplayıp inşaatın arkasında bir yere yığmaktı. Pazartesi günü kalas yığını kamyona yüklenip başka inşaata gönderilecekti. Saat dörde yaklaşıyordu ve Turgut: “hadi arkadaşlar, biraz daha çabuk bitirelim, erkenden eve gidelim! ” diye talimatlar yağdırıyordu. Herkes bir an önce eve gidebilmek için kan ter içinde çalışıyordu. Hacı ile Cengiz, topladıkları kalasları arabaya yükleyip bunları binanın arkasında bir yerde yığıyorlardı. Araba büyük olduğu için çok sayıda kalas birden yükleniyordu. Zaten inişli çıkışlı olan inşaat arazisinde tonluk arabayı çekmek insanı kan ter içinde bırakıyordu. Abdurrahman ile Cengiz boş arabayla gelirken biraz olsun dinlenebiliyorlardı. Bu arada havadan sudan konuşuyorlardı.
Cengiz, biraz suskunluktan sonra:
-Hacı ağabey, sana bir şey anlatacağım.
-Anlat bakalım!
-Hacım, nedense benim işlerim hep ters gidiyor! Sanki Allah benim karşıma hep engel çıkarıyor, işlerimi yokuşa sürüyor!
Hacı duyduğuna inanamadı:
-Cengiz, sana öğle geliyordur. Allah neden senin işlerine engel çıkarsın ki! ?
Cengiz’e babası dini de öğretmişti, dini bilgisi fazlaydı ama söylediği sözleri cahil bile kolayca söylemezdi. Abdurrahman, bazı işlerin aksamasında hayır olabileceğini yani hayır zannedilen de şer, şer zannedilen işlerde de hayır olabileceğini hatırlatmıştı. Başından geçen bir olayın aslında kendisi için nasıl hayırlı olduğunun sonradan ortaya çıktığını anlattı ama nafile.
Cengiz iddiasında ısrarlıydı:
-Ağabey, anlattıklarını ben de biliyorum ama benim en basit işlerim bile kesat gidiyor. Bir misal vereyim; hanıma telefon açıp saat dörtte eve geleceğimi söylediğimde bile karşıma engeller çıkıyor ve saat dörtte evde olamıyorum. Benim bütün işlerim hep böyle, neden karşıma hep engeller çıkıyor! ?
Hacı biraz düşündükten sonra:
-Nefsi hesabı yapsan yani kendini sorgulasan. Beklide farkında olamadan yaptığın büyük hataların vardır. Belki bu yüzden işlerin ters gidiyordur?
Cengiz, bu tekliften rahatsız oldu.
-Ağabey, ne eksiğim varmış ki benim? Ben elimden geldiği kadar dürüst yaşıyorum işte! Hem, benden bin beter olan adamlar bile güle eğlene hayatlarını yaşıyorlar. Şu Turgut mesela, adamın yemediği nane kalmamış ama dört dörtlük yaşıyor. Hiç bir sıkıntısı, derdi veya ağrısı yok. Yok ağabey, hatalarımın olduğunu zannetmiyorum!
-Cengiz, sen Turgut’un hiç bir sıkıntısının olmadığını nereden biliyorsun? Belki de adamın evinde geçimsizlik var. Veya bilmediğimiz bir hastalığı var? İnsanın çeşit çeşit derdi olabilir ama bazen bunu kimse bilmez! ?
Cengiz, Turgut’un çok büyük günahlar işlemesine rağmen çok mutlu bir hayat yaşadığında ısrar etti. Cengiz’in canının iyice sıkıldığını fark edince Abdurrahman, muhasebe hakkında daha fazla konuşmadı.
Hacı, nefsi muhasebe teklifini aslında boşuna yapmamıştı çünkü Cengiz bir yıl içinde çok değişmişti. Hacı, Cengiz’e en azından kandillerde camiye gelmesini tavsiye etmişti. Cengiz ise camiden uzak durmak için kendince mazeret bulmuştu:
-Ağabey benimle ilgilenmediler, çok soğuk davrandılar! demişti.
Sanki beyefendi camiye geldi diye imam ve cemaat topluca karşılama töreni düzenleyeceklerdi veya bir bando takımına: “hoş geldin Cengiiiz, iyi ki geldin Cengiiiz! “ marşı çaldıracaklardı? Evet, Cengiz adam akıllı değişmişti... Eskiden hiç küfürlü konuşmazdı ama bir kaç ay önce canı sıkıldı diye çatır çatır küfür etmişti.
Amelelere: “çabuk olun, acele edin, sallamayın! “diye talimatlar veren Turgut, durmuş birisiyle sigara muhabbeti yapıyordu. Cengiz, Turgut’u göstererek yine küfretmeye başladı.
Abdurrahman, duyduklarına inanamadı. Tüyleri diken diken olmuştu. Dinini iyi bilen ve çoğu hocadan kendini daha alim gören Cengiz, çirkef küfretti. Öyle bir küfür ki, (Allah korusun) dinden olunabilecek kadar kötü bir küfürdü bu… Hiç bir zaman söylenme-mesi gereken sözlerdi…
-Cengiiiz! Ağzından çıkanları kulağın duyuyor mu senin! ? O adamın mukaddesatı benim de mukaddesatım! Sen nasıl olurda benim mukaddesatıma küfredebilirsin! !
Cengiz hatasını kabullenip susacağı yerde halen nefsini savunmaya, kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu. Konuştukça batıyordu sanki.
-Hacı ağabey, o kadar sinirlendim ki … Sen burada tek hafta sonları çalışıyorsun ama ben bununla her gün beraber çalışıyorum. Bu adam hep böyle, bizi çalıştırıp kendisi kaytarıyor! Bu haksızlığa dayanamıyorum artık!
-Cengiz, boş boş konuşma! Yahu, seni buraya zorla mı getirip çalıştırıyorlar? Sen kendiliğinden gelip çalışmıyor musun, aslanım! Beyefendinin haksızlıklara tahammülün kalmamış, gelme! Git başka bir iş bul kendine! Daha yaşın 25 bile değil, gücün kuvvetin yerinde. Sana iş mi yok piyasada!
Cengiz’in söyleyecek bir sözü kalmamıştı ama hacının söyleyeceği bir şey daha vardı:
-Cengiz, işlerinin neden hep ters gittiğini şimdi anladın mı?
Bir kaç hafta sonra, mesut ve bahtiyar bir hayat yaşadığı zannedilen Turgut’un karakolluk olduğundan işe gelemediği öğrenildi. Haliyle, işini de kaybetti. Galiba evindeki aşırı geçimsizlik yüzünden polisler alıp karakola götürmüşler.
Bir kaç yıl sonra Cengiz’in kumarbaz olduğu ve uçan kuşlara bile borçlandığı duyuldu. Belki işlerinin hep ters gittiğinden ağladığı o günlerde bile kumarbazdı?
Kayıt Tarihi : 1.11.2009 00:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!