Endülüs’ü görmek isterken, bilinmezlik vardı. Tarih kitaplarında kısa bir dipnot şeklinde geçiyor. Oysaki 800 yıllık büyük bir imparatorluk. Dört halife döneminden sonra, belki de Muaviye ile başlayan kötü izlerin silindiği büyük bir tarih. Abbasiler kanlı bir şekilde Emevileri tarih sahnesinden silmesinden sonra, buraya gelen son sultan ile başlayan büyük bir Müslüman medeniyeti kurulmuş. Sultan buraya gelirken yanında zeytin ve hurmada getirmiş. Bugün İspanya zeytin yetiştiriciliğinde dünyada birinci sırada yer alıyor. Bunu Endülüs Emevi devletine borçlu. Buraya gemilerle sahile ayak basarak, ispanya topraklarına ilk giren komutan Tarık bin Ziyad, arkasındaki gemileri yakmış ve demiş ki [b]“Önünüzde güçlü bir ordu, arkanızda ise deniz. Eğer bu güçlü ordudan kaçarsanız denizde boğulurusunuz. Öyleyse, düşmanla çarpışıp şerefinizle ölmeyi emrediyorum.” [/b]Diyerek hızlı bir şekilde İspanya’nın içlerine doğru ilerlemiş. İmanın ve inancın ne kadar faziletli bir ruh doğurduğunu bu sözlerde tefekkürle andım.
Kudüs’e yapılan harçlı seferlerin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Avrupa Hıristiyanları İspanya’ya yönelmişler. 12nci asırdan sonra peyderpey yapılan savaşlarda 1492 yılında buraya tamamen sahip olmayı başarmışlar. Kirli İsabel’e şehrin anahtarını verirken, şehrin sultanı ”içerdeki hiçbir camiyi kiliseye çevrilmemesi sözü almış” ama İspanyollar girer girmez sözlerini tutmamışlar ve her yeri kiliyse çevirmişler. Neden Allah’a inanan bu devlet, kaybetti ispanya’yı? Bu sorunun cevaplarını aradım gittiğimde. İnanmanın yetmediği, ibadetin yetersiz kaldığı, nifakın ekildiği, kardeşliğin unutulduğu ve bölük-pörçük olduktan sonra lokma lokma sindirildiği bir tarih seyrettim gittiğim yerlerde.
Kalabalık gittik. İki ayrı grup şeklideydik. İki farklı düşünce iklimi vardı. İki farklı İslam misyonu. Biz tefekkür ettik onlar turisttiler… Hiçbir araya gelmedik. Ayrı gezdik. Diğer grubun misyonun Endülüs’ün son yıllarını temsil eder gibiydi. Her şeyleri vardı ama imanları zayıflamış, ahlaki zafiyetleri büyümüş!
***
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla