Oturduğum yerden,
Uzandım geçmişime.
Gönlümü doldurdu,
Tarifsiz bir endişe…
Seni andım hatırladım,
Birden heyecanlandım.
..
Gün doğar alemi aydınlatır nur saçar
Benim türlü dertlerim endişelerim var
Herkes neşeli mutlu keyfine bakar
Hep gam keder endişe beni yıkar
Ne gelenim var nede gidenim var
Koca dünya ele geniş bana dar
..
Neyi,kime emanet
Edeceğiz kim bilir?
Ben miyim bilinmezin
Girdabına tek düşen?
Doğdu…Ah bir yürüse
Yürüdü,bir konuşsa
..
Gönül diliyle yazıştık, gönül gözüyle bakıştık, bir gönül insanını “belki karındaşım değildi ama kardaşımı” sırtımızı, dostumuzu; kırık bir kalple, ama kırılmadan vakârla, kırklara uğurladık...
Aynı beldeliydik... Aynı mahallede doğduk, aynı mahallede büyüdük, aynı sokakta yürüdük, aynı işte hayata atıldık. “İhvanlar Kebab Salonu”nda aynı duayı okuduk, aynı dala tutunduk, aynı şeye ağladık, aynı şeyle ağladık, aynı şeye sıkıldık aynı şeye daraldık kısacası aynı olan parçamızı kırklara uğurladık..
“Bizi sevdir, bize sevdir” düsturuyla hareket etti. Çok sevdi, çok sevildi. Nefis terbiyesini bilen, ciğer kokusunu hissettiren, Hz. Ebubekir ciğerli, Hz Ömer yürekli ve de bilekli, Pir Efendimize meftun. Ağlamasını seven ama dünyayı hiç sevemeyen; cömertlik, iyilik, hüsnü ahlak sahibi, karagün dostu dostumuzu rütbelerle uğurladık..
Babası babamızın, oğlu oğlumuzun, eşi eşimizin dostu... Birlikte tefekkür ettik böyle ölümü, dostlar yıkasın, okşasın, koklasın; dostlar uğurlasın, biz hayal ettik, sen gerçek vefatın dahi hayırları vesile etti ve edecek... Firkatine yanıyoruz yoksa sen hayallerini gerçekleştirdin biliyoruz.
..
Çocukluğunda itilip kakılan birinin
Kendini kanıtlamak için
Ağzıyla kuş tutmaya çalıştığını
Bir simidi canınız çekip alamadığınızda
Vitrinlere bakarken saatlerce dalıp gitmenin
Umutlarını yitiren birinin hüsranını yaşamanın
Beklediğiniz yardım elinin hiç ulaşmayacağını bilmenin
..
1-Beyaza Sevdalı Çocuk
Sevgili Çağla’nın “Kırmızı, bizim buralar, Mor menekşe bendim.” Başlıklı yazısı nedeniyle birazcık Yılmaz Güney filmlerine dokunmanızı sağlayacağım. Yılmaz Güney’i tanımayanlar için de bu yazı birazcık olsun Yılmaz Güney’i tanıtmak adına iyi bir fırsat oldu benim için... Neden Yılmaz Güney derseniz... Yazı çok iyi kotarılmış bir Yılmaz Güney tekrarı gibi duruyor da ondan!
Yılmaz Güney filmleri, Çağla’nın öyküsü ve öyküdeki onüçlük yavrunun, yaşamındaki bütün karalara karşın renklerden asla vazgeçmeyişi. Ne güzel çocuksu düş! Çocuk ne kadar haklı değil mi? Ne vazgeçilmez bir inanç. Bizi biz eden bu çocuklar ve onların renkli düşleri değil midir karanlıkları yırtan..?
'Yarı sersem bir şekilde uyandım günün karasına. Karalastiklerimi ayağıma geçirip beyazlara doğru yola çıktım. Renkli iplerim saç örgülerimde. Tarlalara geldiğimizde şaştım kaldım alacalanan tan yerindeki pamukların beyazlığının uçsuzluğuna. Belime diğerleri gibi bir torba bağladım. Başladım toplamaya beyazları.'
Bir çocuk... O çocuğun asla vazgeçmediği renkli düşleri, beyaza sevdalı düşleri ve genç kızlığında öldürülen bedeni... Neden çocuk? Derseniz... Peki öykü neden çocuğun ağzından aktarılıyor derseniz. Yanıtı şu: Çünkü çocuk saflığın ve temizliğin simgesidir. (Temiz ama kirletilen çocuklar... Yazarın deyimiyle bedenleri öldürülen çocuklar...) Öykü çocuğun ağzından sunulmuş çünkü çocuğun dünyası saftır, temizdir; çünkü çocuğun düşleri masumiyeti, güzelliği temsil eder; çünkü çocuğun sevgisi bireysel, büyük çıkarlara dayalı değildir.
“Arkadaşım Hatça ile birlikte doğmuş, birlikte onüç olmuştuk. O, babası yaşındaki adamın koynuna, erkek çocuk doğurmak üzere satılırken, ben defterlerimden kitaplarımdan ötedeki pamuk tarlalarına sürülmüştüm. Sarı uçuk benizli çocukluğunu bohçasına koyup Hatça, ses etmeden kuma olmuştu kadınlığına. Ses etmemişti onüç yaşındaki çocuk bedeninin, babası yaşındaki adam tarafından öldürülmesine. Ses etmiyordum pamuk tarlalarına ama ben mor menevşeyi kırmızıya katıp bir de saç ipi yapmıştım saçlarımın örgüsüne.'
Pamuk işçisinin dramında ülkemiz gerçeğini, kadın sorunsalını, töre cinayetlerine de gönderme yaparak “azıcık ses etsem amcam oğlu beni de götürür müydü ormana” gibi çok çarpıcı, renksizlikler içindeki renkleri beyinlere kazıyacak şekilde kısa ve net cümlelerle sunuyor yazar. Tıpkı 'Yer Demir Gök Bakır'da olduğu gibi çaresiz insanların çaresizliklerine, korkularına 'ermiş yaratma' çabalarında olduğu gibi Sevgili Çağla’nın öyküsündeki küçük kız da renklerden vazgeçmiyor.
..
iki çay derdik
biri açık
diğeri içten olsun
güvercin kanadında inci kadar narin
gülümseyişi kadar masum, bir bebenin
cerenin gözündeki endişe kadar ürkek
..
Etna ya ne oldu ağlıyor
Gözlerinden gül yerine ateş fışkırıyor
Etna anla ne olur beni
Yanacak dünyanın dibi
İz bırakmadan geç sırattan
Sırattan düşen nedir? Yıkılıyor Avrupa feryattan
Etna ya bir hal olmuş anlayan yok dilinden
..
Bir şarkı sizin bütün ruh hali durumunuzu değiştirir, bu bir gerçek öyle değil mi?
Müzik ve sözler sizin kendinize olan güveninizi, cesaretini yok eder.
Evet bir şarkı, bir insanı intihara kadar sürükler. Çünkü şarkılar hem ruhun zehiri, hem panzehiridir. Yaşadığın duyguya göre değişir.
Bir kaç gündür, bir arkadaşın bana önerdiği şarkıyı dinliyorum. Bütün şarkıları unutmuş gibiyim. Sanki bir tek bu şarkı var. Beni hıçkırıklara boğuyor. Nedenini de anlamadım hâlâ. Çünkü aşık değilim artık. Hani genelde şarkılar aşkı temsil eder ve hayallere dalmanı sağlar. Saçmalamanı sağlar. Ama yorgunum ben. Nedenleri düşünürken bile yoruluyorum.
Bir sahil kenarında saatlerce yürüdüğümü hayal ediyorum. Denizin kokusunu iliklerime kadar çekmek mesela.. gökyüzüne bakıp o havayı ççiğerlerime kadar çekmek istiyorum. Kulaklığı takıp deli gibi koşmak istiyorum. Tabii yine bu aralar dinlediğim o şarkı olsun istiyorum. Abartmıyorum.. sadece ruhuma verilen o melodiler canımı yakıyor ve ben bu durumdan nedense hiç şikayetçi olmuyorum.
Hani aşık değilim dedim ya, cidden değilim artık. Zamanla herşey bitiyor bunu hissediyorum. Bir ara yine böyle bir duyguya bürünüp, hatta bu konu hakkında yazılar yazmıştım ama bu sefer çok fazla hissediyorum bu duyguyu.
Ben artık aşık değilim!
..
Seçim kazanmadan başkan olanlar
Hedefi görmeden atmışa benzer
Lüzumlu lüzumsuz boş konuşanlar
Bir ömür uykuda yatmışa benzer
Ah efendim ne yazdımsa olmadı
Konuştum olmadı sustum olmadı
..
Hasreten yandığım bir ela gözlüm
Vur da bu bağrımı yarala da geç
Topla dertlerimi cem eyle canan
Tabur eyle dostum sırala da geç
Her gün beni koydun gama telaşa
Yaktı cismü-canım almadım neşe
..
Ey yaşlı adam! Dünyaya gözlerini açtığın vakit sen ağlıyordun
Annen baban kardeşlerin de gülüyordu
Bugüne kadar iyi ya da kötü yaşadın
Şimdi gitme vakti geldi
Eğer gülümseyerek sonsuza gidebilirsen ne mutlu size
En iyisi kendine bir iyilik yap
Önce kendini tanı, hem de çok iyi tanı ki iyi insana kendi iyiliği yetişirmiş
..
Taksim olmuş rızıklar, telâşe ye gerek yok
Çalış kazan azıklar, tembellere çörek yok
Yaratan düşünmüştür halk ettiği kulunu
Bunca sebep dururken aç kalanda yürek yok
Rızkımdır dediğim şey; yiyip de hazmettiğim
Giyip de eskittiğim, ihlâsla sarf ettiğim
..
‘Cennet meyvesi’nin manasını
Anlasam da Yaşamın geç kalınmış demlerinde
Şükür evlat nimetini tattım
Hasretle beklenen Hoşgeldin
Değiştirdin tüm düzenini yaşamın
Renkler kattın hayatına sevenlerinin
..
Geceleri uykusuz, sabahladığında
Masada karşında, beni aradığında
Başını yastığa, her koyduğunda
Bir yastığı sana alışım, aklına gelsin
Kalabalık yollar sana, ıssız gelince
Kalbin matemine, yenik düşünce
..
Havanın soğuğu değil içimi üşüten,
sensizlik ve kimsesizlik....
hiç kimseye aldırmadan
gökyüzü ağlıyor ben ağlıyorum...
yanımdan geçenler bakıyor,
kimbilir ne düşünüyorlar,
hakkımda ne düşündüğünüz umurumda değil,
..
Goncayı gül eyledik,
Gönlümüzde...
Gülün dikeni kan eyledi elimize,
Bilmem kim çare diler derdimize
Ve birgün oldu ki;
Aynalar verdi cevabı,
..
Şimdiye kadar
Kimse kalbime ulaşmadı mı
Diyorsunuz?
Ya da damardan kimse girmedi?
Kolayı var
Hemen anjio olun...
..
Bir nama yazmıştım sevgilim sana
Geleceğin yola nazar eyledim
Etrafın su dolu iç kana kana
Şerbetli bardağa nazar eyledim
Dağ ova demeden aşta gel artık
Düşeceğin yere nazar eyledim
..
Bayan! ! !
Güzel bir dansla neden kutsamıyoruz bu geceyi,
yoksa tapılacak şey kalmadı mı,
kutsiyeti kalmadı mı yoksa sevdaların?
Üzerimize çöken o beyaz bulutlar artık nerede,
yoksa masumiyet kalmadı mı?
Suretimizdeki karanlık neden...?
..