ENDİŞE ŞİİRLERİ

ENDİŞE ŞİİRLERİ

Mehmet Macit

(Hikâye)

Günlerdir, ılık bir mutfağın sünger kanepesinde oturmakta, pencereyi örten tülün ardından ara sıra yoldan geçenleri izlemekteyim. Çoğu zaman hiçbir şey düşünmeden, öylesine dalgın dalgın bakıyorum. Dışarıda güneş kendini göstermiş olsa da, bu durumun aldatıcı olduğunu anlamam zor olmamıştı. Pencereyi açıp biraz hava almak istediğim anda, içeri dolan aşırı soğuğun etkisiyle iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Tekrar yerime otururken, şu an binlerce insanın yokluk, yolculuk, savaş veya başka nedenlerle yeterince korunamadıkları için, aşırı soğukların etkisinde yaşadıkları zor anları aklıma geldi. Büyük, küçük yaşlı genç milyonlarca insanımız, Ülkemin pek çok bölgesinde şu veya bu nedenle soğukla mücadele etmekteydi. Özellikle yalnız yaşayan yaşlılar, gelir seviyesi çok düşük olan aileler ve sokaklarda yaşayan binlerce yoksul, şu anda Allah bilir ne acılar çekiyorlardı. Dünyanın pek çok bölgesinde ve komşu Ülkelerde de buna benzer durumlar yaşanıyordu. Bu zor durumdan en çok da çocuklar ve yaşlılar etkilenmekteydi. İnsanlığın geldiği bu noktada maalesef çok acılar yaşanıyor, medeni ülkeler değişmeyen sömürü zihniyetleriyle, gelişmemiş Ülkelerdeki bu durumlara karşılık duyarsız kalmakta veya sadece göstermelik demeçlerle günü kurtarmaktaydılar.
Küçük fakat sıcak bir odada, yalnızlığımdan şikâyet ettiğim için kendime kızdım. Yerime oturup gözlerimi tekrar pencereye çevirdiğim zaman, yıllar öncesinde yaşadığım anılara dalıp gitmiştim.

Henüz karlar tam olarak erimemiş, kuzeye bakan yamaçlar ve çukur alanlarla yüksek yerler, tamamen karlarla kaplıydı. Mart ayının sonu olsa da, yöremizin oldukça yüksek bir yerde bulunması ve Karadeniz dağlarının sert ikliminin etkisinde kalması nedeniyle, buralara bahar geç geliyordu. Kış aylarının hayli sert ve uzun olması, bazı ailelerde olduğu gibi bizim evde de bir takım sıkıntılara yol açmıştı. Elimizde, avucumuzda hemen hiç para kalmamış, unumuz ve diğer kış yiyeceklerimiz bitmek üzereydi. Eksiklerimizin bir kısmı, köyümüzde durumu iyi olanlardan borç karşılığında giderilmiş, şimdilik sıkıntı atlatılmıştı. Ama bu borçlar bir şekilde ödenecekti. Babam hasta ve yaşlı, dört çocuğum ise küçüktü. Bütün sorumluluğun benim üzerimde olduğunu biliyor ve bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Köyde, ot biçim zamanına kadar pek iş olmazdı. Olacak işleri de eşim ve babam yapabilirdi. Ben, bizim memlekete yakın, sahildeki sıcak şehirlere gidip çalışabilirdim. Yapacağım iş, bahçe işi, hamallık veya amelelikti. Çalışmak için gitmeye kara verince, durumu aileme ve babama açtım. Eşim boynu bükük, verdiğim karara itiraz etmemişti. O da biliyordu ki, geçinmek için bir şeyler yapılmalıydı, fakat kocasının kış sona ermeden yola çıkmasını da istemiyor, ancak sesini de çıkarmıyordu. Babam, gitmeye kararlı olduğumu anladığı zaman, sırtımı sıvazlayarak hayırlar dilerken, Allah yolunu açık eylesin diye dua ediyordu.
Küçük bir hazırlığın ardından, yolculuk için kararlaştırılan gün geldiğinde, sabahın er vakti yola çıkmalıydım, aksi halde gün kararmadan dağları aşıp Rize’nin yüksek köylerine ulaşamazdım. Köyden bir arkadaş, yolun yarısına kadar bana eşlik edecek, kalan kısmını tek başıma gidecektim. Yolculuk günü sabahı, evde herkese veda ettikten sonra, arkadaşımla beraber mart ayının sert ayazında yola çıktık. Yanımıza biraz yiyecek almış, benim giysilerim de tahta bir bavula konularak bir eşeğe yüklenmişti. Evden ayrılmanın verdiği hüzün ve gideceğim yolun tehlikeli olmasının heyecanını derinden hissederek, biraz korku, biraz endişe ile yola çıkmıştım. Sabahın er vakti olduğu için dağlarda havanın nasıl olduğu anlaşılmıyor, ama köyümüzdeki aşırı ayazdan havanın açık olduğu görülüyordu. Yolumuzun başladığı ilk kısımlar yokuş yukarı olduğundan bizi yorsa da, bunu düşünecek ne zaman, ne de duracak vaktimiz vardı. Koşar gibi yol alıyorduk. Arkadaşım benden rahattı, çünkü o geriye dönecek, ben yalnız başıma dağı aşacaktım.
..

Devamını Oku
Mehmet Macit

(Hikâye)

Kötü haberi aldığımdan beri nerede duracağımı, ne yapacağımı bilemeden dolaşıp durdum. Oğlumun hastalığının ilerlediğini, sayılı günlerinin kaldığını söyleyen doktor, oldukça üzgün bir halde, artık dua etmekten başka bir şey yapılamayacağını, oğlumun son günlerini evinde huzur içinde geçirmesini tavsiye ederek yanımızdan ayrıldı.
Mevsim bahardı. Evimizin çevresindeki ağaçlar çiçeklerini açmış, çimenler yeşermiş, havalar iyice ısınmıştı. Oğlum bazen evin bahçesinde, bazen yatağında yatarak hayatını devam ettirirken, eşi ve çocuğu yanından ayrılmıyordu. Henüz otuz yaşında olan oğlumun üç yaşında bir oğlu ve kendisini çok seven bir eşi vardı. Fakat o yıllarda çok yaygın olan verem oğlumun yakasına yapışmış ve tedaviye cevap veremez hale gelmişti. Doktorun tavsiyesine uyarak bir yandan karısı, bir yandan ben, oğlumun mümkün olduğu kadar rahat etmesini sağlamak için didinip duruyorduk.
Gelinim Fatma, kocasının durumunu biliyor, içindeki fırtınaları bastırmaya çalışarak neşeli görünmek istiyordu. Bahçede yeni dikilen sebzelerle oyalanırken iki göz iki çeşme ağladığını gördükçe içim parçalanıyor, metanetli olmaya çalışıyordum.
Aradan bir ay geçti, geçmedi bir gece fenalaşan oğlum, kendini tüketen hastalığa fazla direnemeden, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. İşte o an sakladığımız yaşlarımız ağlamalar eşliğinde sel olup akıyordu. Ertesi günü oğlumu yakın bir köydeki aile mezarlığına defnederek evimize dönmüş, başsağlığı için gelenleri karşılamaya çalışıyordum.
Hayat devam ediyor günler bir bir geçip gidiyordu. Nereye gidersem torunumu ve gelinimi yanımdan ayırmıyor hemen her işi beraber yapıyorduk. Buna mukabil, çevremizde ahlaksız, serseri insan çoktu. Ben ellili yaşlarda olsam da gözü pek bir kadındım. Belimdeki kuşakta her zaman bir silah ve kama bulunurdu. Öyle kolay kolay kimse bana yaklaşamazdı, ancak gelinim narin yapılı ve güzel bir kadındı. Öyle kendini serseri tipli insanlardan kolay koruyacak bir yapıda değildi. İçten içe korkuyor, genç ve dul gelinime ilişirler, bir kötülük yaparlar diye endişe ediyordum.
..

Devamını Oku
Metin Gürbüz

Çok olmadı ayrı kalmamız ama
Dönmüş ya bir afet hala sevdiğim
Tüm arılar hizmet etmişler ona
Benzemiş petekte bala sevdiğim

Daha fidan idi meyveye durmuş
Her yanı elmayla turunçla dolmuş
..

Devamını Oku
Ebru Geçer

Sessizlik sürgün olmuş karanlık geceye
Ümitler hayallerini arıyor çaresizce...
Uzaktan uzağa seni özlediğimi hissederken,
Bilemezdim ağlamayacağım derken ağlayacağımı...
Bir pembelik kaplardı rüyalarımı
Seni görürdüm pembeliklerin içinden
İçimi endişe kaplardı
..

Devamını Oku
Aycan Kaymakçı

Kalmadı Aşk'a cesaretim
Her bakışımda bir hüzün,bir endişe
Kaç kere kapına gelip çalmadan döndüm
Kaç kere saydım sokağındaki yıpranmış taşları
Rüzgardan savrulan perdeleri
Kaç kere seyrettim...

..

Devamını Oku
Kayhan Özkan

Yıllar geçsede aylar benliğimi çürütsede uğrunda buzulların diriliğinde yaşasamda sen hep aynı kalıcaksın.Bulutlar everest sıklığında oksijen kıtlığını simgeleyip,yalnız kalmış klorofil kokularını burnuna getirsede hep böyle kalacaksın. Meçhul bir yalnızlık sabahı uğruna işlenmiş, işlenmemiş yalıtılmış insanlık gibi, insan olmak gibi, bir yılduızın peşinden sürüklenip bir dolunay şeffaflığına doğru uzayan kısa metrajlı doğa belgeselliği kıvamını hissedeceksin. Ellerin kavrulmuş güneşe açılıp kapanmadan gözlerin yeşil örtüleri tırmalayan oksijen bolluğunda körleşmiş yıkıntılar göreceksin. Görmeyenlere ışık, görenler kadar geçirgen ve kim olduğunu bilmediğin aç ve zayıf ve korkak çocuklar, ısmarlanmış duygular alkışlanmış gösteriler ve kiralanmış mayhoş mutluluklar isteyeceksin. Mutluluğun asıldığı labutlarda maksatsız oyunlar götürüp eğlenecek ve öğreneceksin. Satılık hayatın son 24 saatine girip, son kullanma tarihleri geçmiş avuç içi buluşmalarını isteyeceksin. İstediklerin sen gibi uzak ve sellere değer dalgaların eşliğinde yıkılmayan imparatorluklar seviyesine erişecek, eşsiz güzelliklerle beklenmedik suratlara yetiştirileceksin. Yetiştirdiğin her mimikte beğenilmeyen yanların olacak ve her beğenmediğinde yetiştirdiğin tipler gibi ulu ortadan yakınacaksın. son anda yetiştirildiğin klişeleşmiş sinevizyon gösterilerinin melankoli yanları gibi ayyaş arzular öldürüp, sahte duygular doğuracaksın. Doğan her yeni umutla çıkışı sansasyönel tezahuratlara maruz bırakılmış makyajsız güzellik kraliçelerinin yalanları olacaksın. Yalan olacaksın, her yeni filmler çıktığında üzerinde kırmızı şalın gibi alevli yengeçsiz burçların deniz kenarı muhabbetlerine ortak, çile kokan cahil orman köylüleri kadar yoksul kalpli Ve yok edilimiş bedenlerin kandil günlerinde işlenen suçları kadar ürpertili, buğulu yalnızlığı kırılganlığında cesaretsiz. Hep beraber çektirilen fotoğrafların çıkmayan isimlerinin hissettiklerine benzer yasaklanmış enstrumanlarıyla yasak şarkılar söyleyeceksin. Yasaklanacaksın günü geldiğinde kraliçe acımasızlığını bedenleri yaşlı işkencelerine tahammül ettiğinde. Yarım kalacaksın cilesi bitmemiş isyankarların umut aşlarına bir lokma keder atmak için. Çiğnememiş yasaların tedahürden kaldırılmış modası geçik kahkahaları eşliğinde bir de sen güleceksin. Ucuza tutulmuş göz yaşlarının en azılı katillerini soyutlayan teminatsız avukatlarını isteyeceksin. Son numaranı istediklerine çekeceksin. Yıkıntılar arasında yakılmış duvarlara, dünyaya...
Sadece mecbur kalınan günlerde aşık olan insanlar kadar yüzsüz ve birde mecburiyetten kalınan mekanlar. Bir kaç metre uzunluğu hapsetmiş, çatısı nemli suları göğüsleyen, duvarları olmayan bedenin gibi, sende isteyeceksin. Günü geldiğinde kırılan kalpleri tamir etmek için gönderilen çiçeklerin içinde olacaksın. Ayların ortasında günlerin uzunluğunda gecelerin derinşilinde ve gündüzlerin güneşinde görüneceksin. Önce toprak inleyecek, öncesi unutulmuş ağaçlar dirilecek, sonra bir kaç damla sensizliğin telaşıyla akıtılmış göz yaşları düşecek gök denilen bu yükseklikten. Her yer ıslanmışken geleceksin, herkes unutulmuş yalnızlıklarını körükleyen bulutları yuhalayıp ellerini birleştirecek. Sonra dolu dizgin ıslanacaksın. Yağmurda ıslanmak kadar berrak ve kolay olacak ama yağmurda unutulmak kadar kederli yaşanmayacak hayatın. sonradan bestelenmiş şarkıların en sevdiğin bölümleriyle yükseleceksin. Her duyduğun tınıda bir şarkıda sen olacaksın. Yarım bırakılmış yolculukları tamamlayıp, tekrarsız filmlerin yok edilmiş oyuncularıyla yükseleceksin. Her yeni filmde yükseklerde bir deniz. her yarım kalan gidişlerde birdönüş. Yıkılmış harabeler arasında gözleri saydam bir yalnızlığı bıçaklayan esrarengiz hektarlık ormanları söndüreceksin. Söndürdüğün her ağacın derinliğinde karşıma çıkacaksın. Sınırları belirlenmiş, tanımlanabilirlikten uzak karışık sesler tüketip boş kalan yerleri dolduracaksın, sesinle, mimiklerinle. Hayatı resmedilmiş yalnız kalmış, terk edilmiş yalınlık yüzler ve yüzlerden yansıyanlarla buluşacaksın. Her mutlu olmak yüreksizliğine bir davetiye gönderilecek ve her maksatsız anonsların hışırtılı televizyon matinelerine benzer sesler duyacaksın. Karmaşık sesler. Kim olduğumuz tarafından bilinen sesler. Yankıları kulaktan gelip görünmeyen boşluklarda hayat bulan sesler. Konuşmadan anlaşanların yaptığı, mitolojik efsanelerin üstesinden gelebildiği anlık rivayetler. Teker teker görülecek,tarafından ziyaret edilmemiş canlıların kalp yapılarındaki çarpmalarlardan sonra sarılamayan yaraları.

Gitmediğin yerleri göreceksin. Meraktan değil, sevinçten,umuttan,kuşkudan..
nasıl bir yer, nerede kurulu, insanlımı, ıssız adalardaki yerlerdenmi,,,, kayıpmı, değilmi, zenginmi yoksulmu,yokmu varmı, gidilirmi dönülürmü. Yani sen hep bunları hayal etmişsin gibi yürüyeceksin. Yıkılan binaların aralarından, kayıp şehirlerden geçeceksin belki ama yönsüz ormanlardan, yüksek dağlardan geçmeyeceksin. Yorgun ırmaklardan yaşlı derelerden geçeceksin. Mutsuz yaşam öyküleri olan kalplerle buluşacak geçmişte başaramadığın şeyleri yapacaksın.Arkana bakmadan yürüyecek ve hatta önünü göremediğin anlarda koşacak ve koşacak ve yine yürüyeceksin. Ayakların seni, sen kendini götürdüğün yere kadar gidecek, yüreğin sana eldeğmemiş bucakların yüksek ağaçların yıllanmış ormanların dilini öğretecek. Karşılaştığın her yerliyle aynı dilden konuştuğun gecelerde farklı olduğun gündüzleri anımsayacaksın. Lisanları farklı kalpli insanların, gerçekleri aynı olan yollarından geçeceksin. Dış dünya ile ilişkileri kesilmiş mahçup bırakılmış köy kızlerı tanıyacak, geceleri ise yıllık ağaçlar bulup nehir manzarasına nazır çadır keyifleri yapacaksın. Tehlike çanları gibi sıradan, saldırgan sürüngenlerin mikrobiyolojik etkilerinden habersiz bildik işkencelirini ensenin en üstünse nefes verir gibi hissedeceksin nefes alacak ve heralışında o bildik tanıdık, panzehiri olmayan berbat sonbahar güneşi kavuruculuğunu hissedeceksin. hissettin yağmur seni geri alacak ve sen yağmurla 2 ay başedeceksin. senin en sevdiğim olmasa dünyanın en dayanıklısı bile 7 gün yaşamayacak. Yaşamayı sürdürmeyi birde onlara soracaksın. Onlar bilecekler kimilerin yaz mevsimini eğlenmek için, avlanmak için kullanıldığını. Hayatsız yaşayanlar bilecek, kimler cesur kalmış sahte gösterilerin meçhul dargınlığında. Bitkin, yılgın yılların telaşında. Ve sadece onlar duyacak akşam rüzgarında yemek beklemek endişe duymak üzere çocuklarının ağladıklarını. Yanlarında değilseler bile duyacaklar ve duymak yerlilere özgü olacak. Hayat her anıyla kendileştimiş olsada bizi; bizi biz yapan nedenler olmayacak bu teknoloji. olmayacak yenilikler, yeni hayatın bonkör nefesleri. Değil bu yaşantının anahtarı satın alınmış, sadece ticaretlerde akıllara gelen güven hissi. Değil evrende yaşamak kabile yokluğunda hastalıklara çare. Meçhul olacak serinlik kalbine işlediğinde ve meçhul olmak yalnızların işi. Yalnızların biri denizler. Yalnızlık ister deniz, ister nehir sadecelik için mutsuz bir kara parçası. Herşeyi karalaştırmış parçan kadar geniş ve herşeyi tekilleştirmiş gibi uysal. Yani sadece hayata hazır olacaksın yine bir gün kapalı gişe aşkların son perdesinde oynayarak. Işıklar gözlerini yansıtacak birilerine ve birileri yansıtılmış kederlerini, yanmış yüreğini gönderecek unutmayanların zarflarıyla. Dudaklarına Mühürsüz pullar yapıştırıp dahice yaratılan yağmur ormanları projesinde kobay olmak üzre; çıkacak karşına. Çıkılacak karşına. Meçhul olmamak aşkına, uzaklarda beklemek aşkına, uğruna göze alınan umutlar aşkına, aşkına.Gönderilecekler teker teker şikayetname hüvviyetinde sonbaharlarda çekilen acıların resimleri mektuplarla. Alıcı kimliğinde faili meçhul aşkları azmettiren sınırsız sularım. Ve sen şimdi çıkıp geleceksin o tanıdık coşkun pınarların tarisel avuntularının arasından. Suların arasından. Yani diğer yarımdan. Kurgulanmış dünyanın kurgusu efsane kalbimden.
Tüm zamanların kırılan en büyük aşkına inat ve tüm kalbimin derinliklerine egemen ruhumun diğer yarısına geleceksin. Gelmeden önce açık bıraktığın umut ışıklarını kapmayı marifet bilen ve talihi kendinden saçma yalancılara bakınırsan, ararsın o zaman beni. Çıkmadan servetini feda ettiğin uçsuz yola, geri dönüşümlü kafiyeler uydurursun, beklerim. Koşarsın bildik, tanıdık o yolları, sanarım. Gelecek zamanın yakınlığını bulduğun vakit işte ben ordayım. Gidecek zamanın kalıntısıyla yeşillendiririrken hayatı birde ağlamayı sonu yokmuş gibi görünen takım adalarıyla. Amazonu geçtiğin vakit oradayım ellerimi uzatmış, evereste ulaştığın an saçlarım saçlarına yakın. Yok edilmiş gelecek zaman değilsede hayal edilen, meşhur kılınan olacaksın. Alıcı kimliğindeki meçhul kız. Ve terk edilmiş ırmaklar çoşkunluğunu yüreğimden çalacaksın. Yarım kalmış bir yüreğin tamamlanmış, eklemesiz yüzüyle, yıkıntılar arasından gelecek, gelirken getirdiğin umutları paylaşacaksın. Teker teker dağıtılacak tarafından işlenmiş duyguların sevinçli yanları. Tüm çocuklar dahil, kurgulanmışlığın ortasında kalan yerliler bile alacak paylarını getirdiğin duygulardan. Ve dağıtılan yanında, ummadığın haykırmalar duyarsan unutmayacaksın. Beni getirdiğin gibi götüreceksin umulmayan şeklinle. Yani yağrun ormanına, amazonun nehrine. Yani yarım kalmış yanlarımı beni taşıyarak telafi edeceksin. Adını sayamadığım onlarca ırmağın kollarına ve adıyla yaşadığım everestin sonuna, umuda. Beni aldığın yere koyacaksın. Kalbine...
Ve sonra geri gelinmeyecek yağmurlar yağacak, kenarları köşeleri olupta yağmayan yağmurlar. Son sözü tutulmayacak alınan karaların, kararsızların ve her bir kara parçasının onurlu ama kırılgan hatlarının. Son nefesinin son tacına inanarak. Veliahtı olunacak bir ayrılığın son çeyreğine girilirken göz yaşlarına egemen olunacak. Olunacak bundan böyle hektarlık yağmur ormanlarının çilesi, zahmeti ve her bir insan coğrafyasının gen hariytasındaki dizilimlerine inatla soykırımı. Soyu tüketilmeyecek artık yeryüzünde nefes almanın ve bir aşktan diğerine gidilmesi gerektiğinde değiştirilmeyecek bir kaç vesait. Bundan böyle her aşktan diğer her aşka direk yollar yapılıp uzaklığı yakınlaşrıtırılacak. çalınmayacak artık hiç bir aşkın girilmez kapısı. Bundan böyle karartılıp, buğulatıp, yakıp, yıkıp gelmeleri her ayrılın sonuna koyulacak aşkın. Yağmurun aşkının, ormanın aşkının ve diğer saltanatlara hibe edilmiş güzellik kraliçelerinin yüzlerinin gidilecek bir yeri olacak bundan böyle. Her gidilmek istenildiğinde o direk gidilen yollar eğilecek ve bükülmek sırasını sonradan gelenlere iletecek. Bir ayrılı diğeriyle birleştirmek ve diğer birleşmede bir ayrılığı daha öldürmeye…
..

Devamını Oku
Hikmet Taşbilek

Asker ve Polis babalarına ithafen...

Bir baba gördüm,
Gözlerinde endişe,
Dudağında sessiz bir dua...
Bir baba gördüm,
Kahkahalar atıyordu,
..

Devamını Oku
Ferit Battal

Yıkıp viran etme, gönül köşkümü
Artık gam çekecek, halim kalmadı
Bir yabana satma, benim aşkımı
Artık yaş dökecek, halim kalmadı

Kaldır anlındaki, zülfün telini
Bana reva görme,elin gülüni
..

Devamını Oku
Suidiye

Küçük gemilerim oldu kendimce
İçine umutlarımı koyup
Onları uzak diyarlara yolladım.
Gözlerimde endişe,
Kollarımda kucak dolusu hüzün,
Uzak ufuklarda kayboluşlarını seyrettim
Öylece...
..

Devamını Oku
Murat Kara

Bir bebek doğdu,
Adı Canbebe.
Gözlerinde bir endişe,
Bakışlarında bir telaş,
Sanki soruyor babasına
Bana bakabilecek misiniz?
Ya da babanın bakışları
..

Devamını Oku
Serra Yetek

al onu sımsıkı sar
o kadar ihtiyacı var ki sana
hak ediyor hem de çok şiirle ıslanmayı
onu öyle sırılsıklam etki
başı dönsün mutluluktan
hem de öyle çok konuş ki
sadece seni dinlesin
..

Devamını Oku
Kurtuluş Kurtoğlu

Açmış güller ötüşüyor bülbüller
Bahar geliyor diye ahu gözlüm
Dere akıyor şakıyor gönüller
Umutsuz olma gayri ahu gözlüm

Laleler açınca sıladayım yar
Lanet okuma gelmiyor diye yar
..

Devamını Oku
İbrahim Sağır

Okşarken saçlarımı bu sonbahar rüzgârı,
Teselli verir bana maveranın esrarı.

Zaman zaman buğulu ufuklara dalarım,
İçimde yankılanır yakarış sadalarım.

Ayine-i devrandan kayıp mevsimler yansır,
..

Devamını Oku
İbrahim Sağır

Devri vahametin çöktü sıkleti,
Bir adım öteyi görmüyok Ali.
Sundular her sabah bir zam çikleti,
Bu da nedir diye sormuyok Ali.

Ecinniler karışıyor her işe,
Halkın aklı ermez oldu gidişe,
..

Devamını Oku
Deniz

Sadece bekledim, taze toprak kokusunda gelecek olan sevgiyi. Dışında olmayı beceremedim. İçine giremedim, tozunu silkeleyemedim yıllarca. İçimdeki özleminle yüreğimin körfezine demir atıyordun.

Kokun bile kalmadı, omzumda şalın, elimde tekrar tekrar okunmuş bir kitap dilimde ayrılık şarkısı. Yaban gülü gibi gelmişti aşk. Budayıp yok eden neydi? Hani vatanı, dili, dini yoktu aşkın. O halde neden boşluklar içinde yuvarlanıyorum. Beni sensizleme derken içimdeki boşluğu doldurmaya çalışıyorum.

Kuru hayatlar içinde yaşamaya çalışıyor. Kendi yaşamından ödün vermiyordun. Mızrabın her tele dokunuşunda çıkan nağmeler, kapılarını aralamaya çalışırken sana ardına kadar açıyordum. Mehtabın karşısında titrerken ellerin, yüreğin yoktu beni sarıp sarmalayıp ısıtacak. Kirpiklerimin ucundan damlayan kızıl damlalara dokunmuyordum bile.

Senin varlığın en cömert sancıydı. Şekeri sana uzatırken zehri kalbime sürüyordum. Sana uzanan çileli yollarda tutkunun ötesinde hasretle yanıyordum. Sensizlik hüzzam makamının nağmelerinde boğuluyorum. Kalbime konan kelebek, neylerde ağlayan nota, şiirlerde mısra oluyordun.
..

Devamını Oku
Necdet Erem

Bir dostumun gelecek adına duyduğu endişeden dolayaı sormuş olduğu sualine yazmış olduğum cevaptır.
Siz dostlarımla paylaşmayı uygun gördüm.
Değerli vaktinizi bana ayırdığınızdan dolayı teşekkür ederim.


Selamunaleykum.
Kardeşim.
..

Devamını Oku
Melike Yurtsever

beklemek çıldırtıyor bazen!
neden beklediğini,
neyi beklediğini bilmemek!
uzayan saatler boyu,
endişe ile beklemek! ...

gün batımına kadar hiç kıpırdamadan,
..

Devamını Oku
Gülayşe Delen

Sırma gibi duvarlar ören, ağaca kusursuz şekil veren,
Usta gibi sevdalıyım sana…

Derslerini iyi ezberleyen başarıdan başarıya koşan,
Öğrenci gibi sevdalıyım sana…

Oyuncaklar diyarında, gülümseyen zevk alan, ağlayan,
..

Devamını Oku
Kamil At

Kulağı kesik saldırır meydanda
Gericiler bize nasihat veriyor
Hareketlik yaramaz her canda
Başsızı kandırıp cihat veriyor.

Onun gibi gizli değil meydanım
Öldürmek ister bilgilidir canım
..

Devamını Oku
Bahar Tütüncü

İçimde ki ilk kıpırtılar,
Gitgide büyüyen bir mucize.
O büyük günü bekledikçe,
Seni; anne olunca anladım, anne.

Öyle bir sevgi ki, anlatılamaz.
Öyle bir endişe ki, durdurulamaz.
..

Devamını Oku