Ne saklayabilirsin tarihinde öz gençlik,
Al bayrak sarılınca ruhuna üç hilal fırtına,
Geçmiş bir tarihin düş kırıklığı ağır yaralı,
Sokulur usul usul hasretine küskün nehir yalnız kalmış Tuna.
Öyle kıvrılırki gözaltını işgal eden destansı çizgi Sakarya.
Gökyüzünde tarih akar,
Destan akar,
..
Çok önemli güzel şeyler yaşarız,
Ne yaşadığımızın farkında değilizdir, ilk önce
Ağır adımlarla yürürüz üzerine
Anlamaya çalışırız
O yaşadığımız zamanın üzerindeki dikenleri farkederiz
Tek tek çekeriz ama hepsini aynı anda çekemeyiz
İşte o anda endişe,korku çevreler etrafımızı
..
Gidemem özümden candan kıymetli
Olamazsın kalbimin ne kadar uğraşsan çamur illeti
Yol gidenin değil yol yapanın giden kıymet bilmeyenindir
Acıdım aldım seni kalbime, masum bir kendiydi aklım fikrimde
Nankörlük bilirim vardır soyunda
Beni alakadar etmez kalbim temizse
Düştüğün yer olsun yeter ki kalbim
..
Mavi kelebek ay dedeyi sol, ay dedenin gönül kalbini de sağ kanadına yerleştirdikten sonra, mutluluk ormanında özgür ve bağımsız karakteri ile uçmaya başladığında, ormanın o esrarlı ve gizemli renginden yararlanmak için, kanadını fırça gibi kullanıyordu. Tabiatın renklerinden yararlanıyordu. Denizin ve gökyüzünün o sonsuzluğu ruhsal yöntemler belirlemesi ve anlaşılması için olaylar yaşamalıydı. Algı yeteneklerinin farkına varmalıydı. Kendisini sorgulamayı bırakmalıydı.
Bir gün ormanda “değişim mola kapısı” yazan yönü gösteren ok işaretini görünce:
- “işte mutluluğu bulacağım bir kapı” diye düşündü.
Hemen o kapıyı açan ile arkadaş oldu. Bu kapı insanları farklı görgüsü ile karşılıyordu ve kedileri çok seviyordu.
..
Sanal fırtınada bir güzel gördüm
Düş peşine gönül, herşeye değer
İliğime kadar ıslatan beni
Fırtınalar değil aşk imiş meğer
Neydi,neredendi gizem sır onda
Karmaşa endişe korku bir yanda
..
Canım yanıyor canım ağrı dorukta
Olur olmaz her acı etki etmez bana
Ağrı eşiği yüksek bizim boz dağda
Duymam zehirli engerek yılanı soksa
Bir gariplik var sol ayak baş parmağında
Kızıl bir ateş yükselir duman çöker başıma
..
Suskun dudaklarım hiçbir şey sorma bana
Kırık şu kalbim küskün bu aralar aşklara
Emin olamadın sevgimden oyaladın boşa
Beni benimle yaşasaydın anlardın oysa
İşitmez kulaklarım ufak bir sevgi sözü
Yaşamam yokluğuna yas tuttuğum her günü
..
Garip sımsıcak bir kan yürüyor damarlarında
zaman bir lastik top sıçrıyor ileriye…
Bir günün bir gününe uymuyor,
duyarsın uykunda bile sevgilerin uyanışını
hayatın en güzel baharlarında…
Alevlenir masmavi gökyüzü bile
..
Savaş geçti buradan
Genç kızların
Beyazladı saçları
Çöktü çocukların avurtları
Acıya kesti sevdalar
Savaş geçti buradan
..
Daha doğarken belli nefeslerin sayısı
Endişe etme gülüm vakitsiz gelmez ölüm
Çadır kurduğumuz yer son nefesin kıyısı
Hiç kimseyi bekletmez, gecikmek bilmez ölüm.
Şeb-î ârus, vuslattır, güzel ruh için ecel
İsme özel davettir; "Kulum, artık bana gel!"
..
Hayallerimle bütünüm.
Engel ve sınır taşımadığımı biliyorum.
Yararlı ve Üretken olmak azmindeyim.
Endişe duyduğum gelecek için hazırım.
Canla başla çalışıyorum.
Azmim yerinde...
Nefreti, kini çıkarmam gerekiyor içimden
..
‘Türkiye’de hak ve hukuk anlayışı biraz abartılı sevgiyle şımarık bir halk oluşmaya yüz bulmuşluk oluyor kolayca, yüz bulduğu gibi tutumlanmaya da koyuverince cezalanıyor, ayıplanıyor, kınanıyor. Hoş, bu dert orada, ülkenizde kalsa iyi, gelip sızlanınca şaşırıyoruz elbette, Türkleri çalışırken tanıdık, komşulukta tanıştık, acaba maske miydi endişesiyle bir ikisini kabullenmeye zaman ayırınca, başımıza sarmış oluyoruz, gözümüzü açamadan yığılmışlıkla karşı karşıya kalıyoruz. Halk elbette sevilir, şımarmak demek mi olmalı? Yok efendim ne soyundandım, sol yanımdaki halim Anayasa kuralı olsun, sağ ayağımla eşikten girilecek okul olsun, o okul bana yabancı demiyor üstelik, beni yabancılıyor demeye yüz bulmuşluğu severek oynuyor. Bir devlet kişisel keyfiyet haline, başı, ayağı, eteği, lehçesiyle mi yönetilecek, her gün üstelik keyfi kaçtıkça değişme gösterme patırtı gürültüsüyle… ‘’
ve böyle sayfalarca yazabilirim, dinlediğim bir kahve sohbeti buluşmasında mahcubiyetten dilim tutuldu, ara sıra başımı kaldırıp şefkat bakışlarımla devam et, dinliyorum tutumlandım… Avrupa hep vahşi mi? Darılacağım ama, haklılar disiplin ve prensipli bir yaşam için gerekliğin yasalara uyum olduğuyla, gerekirse kendi yağında kavruluyor dönemi de yaşanmış elbette…
‘Özgürlük ne demek? Kırmızı yanıyorsa trafik lambasında, canım istemiyor beklemeyi, araba da gelmiyor, geçeyim canım demek mi özgürlük? Özgürce hareket etmek bu türden özgürce düşünmeyi mi ürettirmeli? Bu arada işte fısıldayabildim sadece, Fabrika işçisi olup, iş derdinde olmamak rahatlığını istiyorlar belki, bunu da Avrupa bir zenginlik gibi markalaştı, hava kirliliğine önlem olarak filter sistemi bulununca her ülke fabrika kurabilir hakkına hevesleniyor belki, bugün iş verenler bu yüzden de kaçtı, işsizlik parasını ödeyebilmeye krediye başvuruyorsunuz işte dedim ama, dediğime utandım tabi… Hatalara özenmek düşünme kapasitesi mi yani? Doğaya açılan zararları mı tekrarlamalı denilmesine fırsat yarattım böylece… Ortada bir çaresizlik var her yerde, bir iki hükümet zırvalığına katlanıyoruz işte denilmesinin haklılığına ne diyebilirdim ki…
Bir Türk Lokumu heykeli ile kınıyorlar, anlatın artık şunlara biraz yasalarla yaşandığını, adam olmayı anlatın, ülke bölünmezliğini, lehçe zırvalığını, kılığın, kıyafetin, bireysel keyfiliğin yasada yeri olmadığını… bunun başarıldığı bir ortamda, terörün hepsi severek teslim edilir denldi elbette… bir kahve sohbeti buluşması tadını tuzladık böyle turşu vuruyormuş gibi… hamile olanımız olsaydı, can çekti der gam yemezdik… tebessümlerimizle tatlandırdığımız kahvemize uzattık elimizi, yüreğimizi sohbet güzelliğine muhabbet çiçeklendirebildik, hanımlarız bizler… zor olmuyor hanım gönlümüze hanımeli çiçekleri donatmamız…
..
Siyasi eleştirilere büyük bir zevk, duygu ve duyarlıkla katılan biri olarak kaçınamayacağım bir zorunluluk olarak bir derleme yaptım, diliyorum yürekten, bu canım millet bir daha incitilmeyecek... yeryüzünde insanlığı barındıran asil ve adil bir tarihin izleri olarak Göktürk-Oğuztürk-Atatürk, bu millet büyüklüğüne asil bir adillikle olgun, bilgiye yücelen her tutum, hep ilgilerimle beraber büyümüştür içimde... bu yüzden bu açıklamam...
Eğer geçerse birilerinin aklından 'Ankara sorunlarından halk bıktı, bırakalım Ankara sorunlarla uğraşsın' demeye bu cüret, geçmişin hem kendi içinde başarısızlığı, hem başarısızlığına neden kaynakları olarak her olumsuzluğu sergileyen ve bugün bu süreç sonucuna dayanan ve sonuçlanan olguları bugün;
…bir medya mantığı ile düşünüyorum: halkın hislerini karartan o perişan medyacılık taslağı, oturduğu mahallesinden öteye geçmeyen sınırlarına kendini çizmiş, simaları güzel, beyni çarpık, dili sürçük, gönlü ıssız bir kısır döngü çerçevesindeki beyefendiler, hanımefendiler varlığıyla, şaşırtmıyor beni; halkın, bin bir huzursuzluğun üstünde neden yük olduğunu anlamaya kendini sorumlayarak, Ankara sorunlarına kendim bir bakmalıyım dediği…
Peki hangi bilgiyle? Ve kaç çeyrek asır ‘ben alındım işe’ havası tek bilgi toplamıyla bir medya… O dolaşılan mahalle bir vatandı, o vatanın çevresi ülkeler topluluğuydu, o ülkeler topluluğu düşünceler değirmeniydi… Bu vatanı, mahallenin gökdelenlerinde bir dairesi gibi paylaşma mantığına, bugüne uzantısı olarak kalan, halk iletişimine sunulan (bilgi) bozukluğu ve yetersizliğine, yine de teşekkürler… düşünmeye, henüz adımlayan, halktan önce öğrenmeyi başarılarıyla takdirim sitemimdir, hüzünlü ama umutlu…
..
bir ses
bir haber
beklenen değince
denizdeki can simidi gibi
düşerken uçurumdan
uzanan bir el
bahşedilen hayat gibi
..
Gündüzleri karanlık, gece.,
Yusuf’un kuyusu gibi dünya.,
Gözleri ümitsizliği vakar olarak takınmış.,
İmdat elini tokat sayarcasına.,
Sulh arifesi gibi şimdiki zaman.,
Hayat ülkesinin sınırlarında endişe var!
..
Abdestsiz yere basmayan
Farzı, sünneti kaçırmayan
Fakat sözü özüne uymayan
Bir büyüğüm var benim
Namazı bedenine aksetmiş
Fakat nefsi kalbini kabzetmiş
..
Hayat bu bir ömür, sanki bir nöbet,
Gölgeler karanlık, veriyor heybet,
Elden ne gelir ki, istersen kahret,
Umutsuz insana, ancak şaşarım.
Mevsimler dönüyor, yaz ve kışıyla,
Her can yaşar, takdir olan aşıyla,
..
nisan seli kanalizasyona akarken,
otuzaltı gelincik mevsimi geçti ayaklarımın altından
kağıttan bir gemi gibi bıraktım ruhumu hayatın suyuna, akışına
önce yundum, sonra yandım
suda yununca değil ateşte yanınca arındım
yağmur damlası sel’in yoldaşı,
ateş, külün sevdalısıymış meğer
..
(Kadim Dostum Vedat Kökçü'ye ithaf olunur)
Bir Dağ devrildi bugün, bir aslan
Rengi aslan,nazarı aslan Vedat
Etme endişe rahatça yaslan
Dostluğun, yarenliğin adı Vedat
..
04.11.2010
Bir uçurum gibi
Bu sessizlik
Derin ve soğuk
Solgun bir yüz gibi beklemek
..