Hun olmaz idi diller endişe-i sahbade
Bir katre şarab olsa nüh kâse-i mînada
Ey eşg ko men’ etme divane gönül gezsün
Geh vadi-i firkatde geh kûy-i dilârârde
Ayine-i sagerde seyreylediğim ruyi
..
Ortadoğu'da bütün güç dengeleri; israil'in can güvenliğini sağlamak ve iran'a düşmanlık beslemek üzerine bina edilmiştir. çünkü iran, siyonizmin ırkçılık olduğunu alenen deklare eden bir ülkedir ve siyonizm, ırkçılıktan da öte bir pisliktir! bugün mısır'da, yemen'de, tunus'ta adeta bir metastaz gibi birinden ötekine sıçrayan halk ayaklanmaları, siyonizmin beslediği diktatörel kalelere karşı açılan birer savaştır. bu savaş, derinliğini onbinlerce faili meçhul cesedin doldurduğu bir zengin-fakir uçurumundan domurmuştur.
israil ve amerika, İslam hareketinin büyümesinden endişe ettiği için ortadoğu'da demokrasiyi sekteye uğratmış ve burada seçimle iktidara gelecek Müslümanların önünü çeşitli monarşi ve oligarşilerle kesmek istemiştir. bu irili ufaklı ülkeleri bir yandan boğazına kadar borçlandırıp, öte yandan senelik yardımlarla destekleyerek kendilerine bağımlı bir hale getirmiştir. bu bahsettiğim ülkelerin diktatörlerine bakacak olursanız, halkları yoksulluktan kıvrandığı halde, her birinin milyar dolarlık kişisel serveti göze çarpar. bu satılmış adamların avrupa ve amerika'da şatoları, evleri, otelleri, arsaları, çeşitli bankalara dağılmış paraları vardır. insan onurunu ve haysiyetini ayaklar altına alan bu adamların bunca malı mülkü vardır ama yatacak yerleri yoktur!
..
Gezmese duhter-i rez herze humârın aramam
Gül der-âgûş-ı nesîm olmasa hârın aramam
Kevkeb-i tâli‘ eger olsa çerâg-efrûzum
‘Âlemün mihr ü meh ü leyl ü nehârın aramam
İl çerâg ile arar birbirinün nîk ü bedîn
Dinlerem zemzeme-i zâg u hezârın aramam
Sâgarumda ne bulundıysa ana hursendüm
..
Aynalar endişe içinde şimdi
Demin yanımızda soyunan kimdi?
Bakıyorlar gözleriyle sorarak
İçlerini saran müthiş bir merak
..
Bilenlere sormak gerek
Bu tendeki can neyimiş
Can hod hakkın kudretidir
Damardaki kan neyimiş
Fikir yumuş oğlanıdır
Endişe kaygı kanıdır
..
uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın
hani bir de ağustos, köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde;
hani bir de masada rakı, aşkta endişe tükenmişse
uzun yazlardan sözeden kadınlardan çok korkacaksın
bir ağaç, gece vakti tırmanmaya kalkmışsa ölü rengeyiklerine!
uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden korkacaksın
..
kayalık, kaygan bir zemin üzerine teslim edilmiş zoraki
kutuların tozlu dillerinde herbir ağızdan lanetlenen
mağaraların mihraklarındaki çıplak, abdal adamların
kinayelerini sevmez insana muhtaç gökcisimciklerinde
mahşeri azgın bir karı gibi koynuna almış tabiatların
kılıksız çelişkilerinde apansız beliren ruhsatsız endişe;
zimmete geçirilen şaibe! der!
..
Gerçi gencine-i âlemde cevahir bulunur
Cevher-i zat ile araste nadir bulunur
Hünerin var ise bir şehrde bir ârif bul
Yoksa her keryede bir nice behadir bulunur
Seha-i sine bir endişeden olmaz hâlî
..
Sâkî getir ol badeyi kim mâye-i candır
Ârâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır
Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır
Bir câm ile yap hatırı zîrâ dil-i vîrân
..
Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.
İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz. “Yalnız kalmak istiyorum” demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak mekânlar oluşturup yan yana geliyoruz. Şakalar yapıyor, sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize. Ama birden bir kurt düşüyor içimize. “Bir şey eksik” diyoruz. “Bir şey eksik ama ne? ”…
Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş coğrafyası açılıyor. Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz.
Düşünüyoruz, eksik olan ne? …
..
Bu dünyaya gelmeden önce
Bana nasıl yaşayacağım gösterildi.
Endişe vardı, keder vardı
Sefalet vardı, acının yükü vardı.
Beni ele geçirecek olan bağımlılık vardı, esir alan yanılgı vardı.
Beni gürleten ani öfke vardı, nefret ve kibir vardı, gurur ve utanç.
..
Tanrılığa soyunmaya kalktıklarına bakmayın, şairler de insandır ve çıplaklıklarıyla kalırlar. Her insan gibi evrenin küçük bir örneği olduklarını bilseler de numuneyi bütünün tamamıymış gibi göstererek işgal ettikleri yeri zihinlerde büyütmeye çalışırlar. Halbuki evrenin küçük bir örneği olmak onlara yapay sınırları fark ettirmeli, sonsuzluk yanında buharlaşan cılız çizgilerini tutamak yapmaktan alıkoymalıydı onları. Sırf üzerinde yürüdüğü için makine halısının dokuma halıya dönüşebileceğini sanmak ya da üzerinde yürüdüğü dokuma halının sıkı ilmeklerinin şiirlerinin sıkılığına, kök boyalarla canlanan renklerinin dizelerinin solmazlığına delalet ettiğini düşünmek bir cinnet değilse nedir?
Aynı zaman parçası farklı iklimleri doğurabileceği gibi, aynı iklimler farklı meyvelere annelik yapabilir. Bir şehre aynı gün iki mevsimin yolu düşer, belki daha fazlasının. Ve her mevsimden rengi, kokusu, tadı birbirinden farklı yüzlerce meyve fışkırır. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasınlar elmalarla armutların toplanamayacağına inandıramaz öğretmenler. İşte bir kamyonun kasasında buluşmuştur armutlar ve elmalar; on yılda bir taşıt değiştirerek yol almışlar, her uğradıkları beldeye kucak kucak, düzeltiyorum; kuşak kuşak şiir dağıtmışlardır.
Bu nasıl bir kuşaktır ki hangi niyetle sarılırsa sarılsın beli sıkmaktadır. Yetmişli yılların mı, seksenli yılların mı, doksanlı yılların mı, yoksa iki binli yılların mı kuşağı ibrişimdir? Gelin de çıkın işin içinden. Ya da işin içine girerek terleyin. Her vadide şaşkın şaşkın dolaşarak, kâh “biçem+imge” olarak tanımlayın zamanınızı, kâh “biçem+mecaz”. Kâh yetmişle sekseni toplayıp ikiye bölün, kâh “vefa kuşağı”nı gökkuşağı gibi gerin göğünüze. Kâh siyasetten yana saf tutun, kâh özgürlükten. Kâh travmanızdan doğurun şiirinizi, kâh zevklerinizden. Kâh bir idealiniz olsun şiir idealinizi besleyen, kâh şiirinizi idealin memesinden kesin.
Tanrı, Körün Parmak Uçları ve Kuduz Aşısı 'nın şairini Arabistan çöllerinde korumaya almasaydı, beline seksenli yılların kuşağını saracaktı belki de. 1979'da kaderin hamlesiyle bir satranç taşı gibi binlerce kare atlatılarak kızgın kumlara sürülen bu genç şair, yedi yılını geçirdiği bu topraklarda “ne içinde olmuştu zamanın, ne de büsbütün dışında.” Bir kitap oluşturacak şiiri geride bırakarak geldiği bu yeni iklimde dört kitap oluşturacak şiiri defterlerine hapsetmiş, bir dostunun kendisinden habersiz Cahit Zarifoğlu'na gönderdiği Öfkeli Çocuklar şiirini Mavera 'da yayınlayan Zarifoğlu'ndan içinde “Sen de bir imza sahibi olacaksın! ”cümlesi bulunan bir mektup almıştı. 1982 yılında aralanan bu kapı inzivayı bitirebilirdi. Ancak kader buna izin vermedi. Çok sonra Zarifoğlu'nun bir mektubunda, “Senin yazı ve şiirlerinle ilgili olarak, maalesef, daima bir dizi aksaklıklar –saçmalıklar- oldu. Bağışla,” dediği aksilikler şairin aralanan kapıyı kendi elleriyle kapayıp yeniden kendi madeninin derinliklerine inmesine yol açtı. Mesela Ebru Teknesinde Bir Yeşil şiiri Mavera dergisinin kapağında yer alırken içinde yoktu. Yine Zarifoğlu'nun “Beğendim, önümüzdeki sayı yayınlıyoruz dediği “Aydınlık Şehir” başlıklı yazı sırra kadem basmıştı.
..
insan bir ambulansın içinden ne kadar uzağa bakabilir?
üç yaşında bir kızın varsa, beynindeki ur ve kanındaki virüs izah edilemez bir hâldir.
kadının saçları bir annenin saçları kadar uzun yani her defasında yeterli
nasip derken henüz farkında mı bilmiyorum ölümünün.
bakışlarıma yer arıyorum ama her tarafım ambulans.
bir cam dahi yok yansıdığı yerden bakışlarımızı soğuracak
..
Kalmadı göklerin mavi gülümsemesi
Yağmur halinde indi toprağa teşrin...
Sarı avuçlarıyla alkış tutuyor
Hüznün zaferine mevsim.
Cümle düşünceler perişan
Mahzun hayaller darmadağın.
..
Önce korkunç azaba kahra gömülüyorum
Sonra en büyük affa uğrayıp gülüyorum
Çatlıyor da mezarım dışa vuruyor beni
Terazi Rüveyda’ya divan kuruyor beni
güneş aktı, ay söndü parçalandı yıldızlar
Rüveyda şimdi burda sen varsın, gözlerin var
Beyaz tüller içinde ruhun sarıyor beni
..
...Br insanı bir başka insana kuvvetle bağlayan bağ nedir? İbrişim görünümlü çelik bir yumak gibi insanı ilk bakışta görüp anlayabilirmiyiz
...Neye bağlandığımızı biliyormuyduk
bize birisine niye bağlandığımızı sorduklarında, 'çünkü güzel' diyorduk, 'yakışıklı, zeki, güçlü, yetenekli'; bir insanın sevilmesi için geçerli olduğunu kabul ettiğimiz nedenleri sıralıyorduk.
Ama belkidegüçsüzlüklere, zayıflıklara, çarpıklıklara bağlanıyorduk.
Biz 'bağlanmayı' hep zirvelere doğru bir uçuş olarak anlatmaya çalışırken belki de bağlılık, ölümün, deliliğin, kuşkunun, bencilliğin, bozulmanın karanlık uçurumlarına doğru bir kendini bırakıştı.
Bağlandıklarımızda, her zaman başkalarının görmediği bir 'acınacak' yan bulmuyor muyduk, bize en çok acı çektirenlere bile daima bizde şefkat uyandıracak bir kırılganlığı görmüyormuyduk?
Bağlandığımız insanlar, başkalarına ne kadar güçlü, akıllı, güzel, yetenekli görünürlerse görünsünler, biz onların başlarına saflıklarından, çocukluklarından, güçsüzlüklerinden dolayı kötü bir şey geleceğinden tedirgin olup onları korumaya çalışmıyor muyduk?
..
korkuya geçiş önceliği tanıyan bir yüzle karşılayacaktık
sadakati!
elimizde isminin yazılı olduğu kartonlar, kadehler ve aşklar;
-uzun bir arkadaşlık havaalanında-
ulaşmaya, hep bulmaya çalıştık onu sanki durmadan
bir endişe, bir hüzün, bir ihtimal'ler kalabalığında!
..
..........Bir mavi düş kuralım geceden senenin ilk gününe uyandığımız sabaha...Olan biten tüm çirkinliklere rağmen huzur sağlık sevgi mutluluk barış ve çocuk gözlerindeki masumiyet olsun tertemiz...Hiçbir kötü barınmasın düşümüzde...Tüm güçümüzle karşı koyalım girmesin düşlerimize ne korku ne endişe nede çıkarcı insanların doymak bilmeyen bünyeleri...Unutulsun kötülükler silinsin dünyamızı ele geçiren ego ve bencil duygular hiç kimse utanmasın içindeki benden ve vicdanının sesinden...
..
Beden ve ruh sağlığı-önemli insan için
Sorup soruşturmalı-demeli nasıl niçin
Vücuduna zararlı-maddeleri kullanma
Eğer dikkat etmezsen-sonra kapanmaz yama
Uyuşturucu yurtta-artırıyor endişe
Sesi mi duyan var mı-hemen girişin işe
Bakın uyuşturucu-kullanımı artmakta
..
Çoğumuz ara sıra endişelenir,
Aşırı endişeli birilerini tanırız.
Endişe zihnimizde esen,
Güçlü rüzgar gibidir,
Ne kadar uzun süre eserse,
O kadar yıkıcı olur.
Uzun süre endişelenirsek,
..