Eskiden mahallenin “en”i olmak mühimdi. Mahallenin “en” iyi kahvehanesi, mahallenin “en” zengin bakkalı, mahallenin “en” güzel kızı, mahallenin “en” bıçkın delikanlısı…
Derkeen, işler büyüdü. Git gide Ankara’nın “en” güzel sineması, İstanbul’un “en” büyük oteli demeye başladık. Sıra Türkiye’ye gelmişti. Türkiye’nin en becerikli iş adamı, yatırımcısı, inşaatçısı, bankası, Türkiye’nin en gayretli ihracatçısı, iddiaları çıktı…
Henüz 70’lerdeyiz...
80’lerde, Balkanlar da Orta doğuda en büyüklerini konuşur olacağız. Adnan Menderes, Süleyman Demirel Turgut Özal’ın çaldığı mayalar tutuyordu. Hayaller, istikametler dişileşmeye başladı. veee, Dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasına dâhil olacağız. Dünyanın en yaman 5 ordusundan birine de sahip olacağız. Turizmde 100 metreyi 10 saniyede koşacağız derken 2000’lere yaklaşırken yine klasikleşmiş KÜÜTT! Neler mi oluyor? Yine en büyük krize en berbat enflasyona, en yüksek borçlara merhaba dedik…
Yatıp ölelim mi peki? Ne münasebet? Mahallenin en güzel kızları defalarca Avrupa’nın ve dünyanın en güzel kızları olmadı mı?
Umut kesmek yok. Çünkü Menderes’in Demirel’in ve Özal’ın mayası tutmuş peynir olma yolundaydı, oldu da... “Benim memurum, benim işçim yolunu bulur anayasa bir kere delinmekte bir şey olmaz“ dı… Dünyanın en çok yürüyüş yapanları arasında ilklerdeydik. “ Yürümekle yollar aşınmaz, dün dündür bugün bu gündür” hatta akşam ana haberlerde sayısı milyonlara vardığını da gururla söylenir olmadık mı?
Yeniden diklenip bu durumu kurtarabiliriz.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla