Çocukluk yaşlarımdan beri bazı ailelere imrenmişimdir. Bu imrenmelerimin hepsi manevi yöndendir, aksi halde kimsenin maddi sahip oldukları beni hiç ilgilendirmemiştir çünkü ben bir gönül insanıyım. Bu yaşıma kadar imrendiğim bütün ailelerin ortak özellikleri hep annesi babası genç ve sağlıklı olanlardır. Yaşlı ve sağlıklı insanlarada imrendim, ama onlarada annem ve babam adına imrenmelerdi. Keşke benim annem ve babamda böyle genç olsalar ve böyle sağlıklı olsalar, daha uzun yıllar bir arada yaşayabilsek diye isteklerim oldu. Ben hiç bir zaman annem ve babamla uzun yürüyüşler yapamadım, sinemaya gidemedim, bir müzeyi yada bir sarayı gezerken onlarla aynı zevki paylaşamadım,doğru dürüst alış veriş yapamadım, yazın denize beraber giremedik ve hiç doğurmadığım halde doğanın bana verdiği anne iç güdüleri ile ben hep onlara zarar gelmesinden korktum, onları uzun yıllar korudum kolladım. Elbette beni onlar büyüttü, dış dünyanın kötülüklerine karşı beni onlar korudu, erdemli ve ahlaklı olmamı sağladılar,eğriyi doğruyu insan olmanın gereklerini hamuruma onlar kattılar ve ne mutlu ki ben onların eseriyim ama bunların hiç birini hatırlamıyorum. Sanki ben hiç çocuk olmadım hep büyüktüm ve onlar hep yaşlıydı.. Çünkü ben ileri yaşlarda sahip olunmuş bir çocuk olarak anne ve babamla aramda küçümsenmeyecek bir yaş farkı var. Babam son zamanlarında yanında bizden biri olmadan sokağa çıkamazdı. Belki çıkardı da biz sokağın hareketliliğine emanet edemezdik onu. Annemide yanlız sokağa çıkartmıyoruz. Ama çok isterdim annem tek başına çarşıya çıksın bize birşeyler alsın getirsin tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Ama bizler anne ve babamızla toplumsal görevlerimizi çok dan değiştirdik. Eskiden caddeden karşıdan karşıya geçerken annem benim elimi tutardı, şimdi ben annemin elini tutuyorum. Belli bir zamandan sonra görevler değişiyor anneler çocuk çocuklar anne oluyorlarmış. Ve böylece zaman içersinde bu ve benzeri sebeplerden dolayı imrendiğim bütün ailelerin yani genç ve sağlıklı anne babaları bir şekilde zamansız hastalandı ve öldüler. Yada değişik sebeplerle dağıldılar ve kayıplar verdiler. Hepsi ya gençlerdi yada benim anne babamdan daha sağlıklı yaşlılardı. Aslında genç veya yaşlı farketmez her ölüm zamansızdır. Otuzlu yaşları sürerken bende artık herşeyin farkına iyice vardım. İnsan belli bir olgunluğa ancak bu yaşlarda geliyormuş ve gelincede karekteri, beklentileri, hayata bakış açıcı herşeyi iyice oturuyormuş. Ve şimdi bakıyorum aslında bu imrendiğim hayatlardan aldığım derslerin olgunlaştırdığı insanım ben. Başkalarının acılarını hayatımdan soyutlayamadım, kendi acımmış gibi yaşayarak onlarla beraber onları anlayarak ağladım ve yaradılış gereği ölümünde doğmak kadar doğal olduğunu anlayarak olgunlaştım. Elbette şimdi hiçbir hayatı imrenmiyorum. Annem yine yaşlı üstelik oğlum gibi kolladığım babamı da yeni kaybettim bütün bunlara rağmen en güzel hayat bana sunulan hayatmış bunu anladım. Ve elimdekilere daha bir canla sarıldım.
Çocukluk yıllarımdan beri imrendiğim keşke benim hayatımda böyle olsa, annem babam benimde genç olsa, sağlıklı olsalar diye kadere sitem ettiğim hayatım aslında en güzeliymiş. Hiçbir canlının kaderinde sürekli mutluluk ve sürekli göz yaşı olmazmış bunu da anladım. Ağlatırsa mevlam bir gün mutlaka güldürüyormuş. Büyük sıkıntılardan sonra mutlaka ama mutlaka insan feraha çıkıyormuş. Ve her gecenin gerçekten aydınlık bir sabahı mutlaka varmış. Her çalınan kapıdan peşinsıra mucizeler çıkabiliyormuş.Ve hayatında hep mutlu olacağını zannedenler bir gün ağlayabiliyormuş. Hiç bir şey bizim istediğimiz ve planladığımız gibi olmuyor. Bütün uğraşların, bütün mücadelelerin sonunda anlıyorsun ki hayat kendi planlarını yeri ve zamanı gelince istesek de istemesekte bize uygulatıyor hepsi bu kadar basitmiş işte.
Bende büyük acılar çektim büyük bir kayıp verdim, uzun zaman diplerde gezdim,ve şimdi o şarkıda söylendiği gibi herkes beni hasta biliyor, yastayım oysa kimseler bilmiyor diyorsam da biliyorum ki bunlar hayatın önüne geçilmez getirileriymiş. Ve anladım ki her şeye rağmen en güzel hayat en kutsal ve değerli hayat bizim sahip olduğumuz kendi hayatımız. Bunun için sonsuz kere şükrediyorum Tanrıma, bana böylesi bir hayat verdiği için ve herkese vermesi için.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...