Neresinde başlamalı pençelerinin sıkıştırmasını anlatmaya? Gün önemli bir gündü. Doğuda nevruz diyorlardı, batıda ekinoks. Gün geceye -sözüm ona- eşit veya denkti. Yani en demokratik zaman dilimiydi. Özelini ilgilendiren bir özelliği da vardı belki. O nedenle unutulmazlarından birisiydi.
Garip bir şekilde o güne yakışmayan bir hava vardı İstanbul’da. Olması gerekenden çok daha soğuk, kapalı, kasvetli bir inatla suratını asıp duruyordu.
“Duş” dedim. “Duş alarak bu kasveti hafifletebilirim.” Sonra kadınsı aynaya bakış faslı, malum bakımlar, saçımın düzeltilmesi, kaşıma gözüme şekil verme ve çok hafif bir makyaj, aynı hafiflikte kaliteli bir parfüm… Tam bu anda kulağımda çınlayan garip bir cümle; “BOOSlarımı sürdüm. Arabama bindim. Sanki yanımda birisi varmış ya da birisiyle buluşacakmış gibi trafiğe karıştım ..” Bir gülümseme işareti ile tamamlanmış bu cümlenin aslında bir tınısı yoktu ama tınısız olarak kulağımda çınlamayı başarıyordu.
Özenle giyindim. Çantamı aldım ve ben de trafiğe karışmak üzere kapı önünde duran arabalara ait anahtarların başına geçtim. Şehir içi trafiği için jeep hoş olmazdı. Küçük aile arabasının anahtarını aldım ve trafiğe karıştım
Camlarda film tabakası olmadığından dışarıdan görünüyor olduğumu biliyordum. Hatta zaman zaman dikkatli bakan gözlerin etkisini hissediyor düşüncelerini okur gibi oluyordum.
“Ohhh gel keyfim gel.”
“Dert yok tasa yok.”
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta