Vazgeçtiklerimi sana vermekten bıktım artık…
Artık kime baksam seni benden soracak gibi bakıyor bana…
Kırıp dökmek istiyorum bakışlarımı yer dip karanlığına doğru…
Bir de kendim dalsam, gömülsem o karanlığa…
Sabrımı tüketen, senin güzelliğin değil,
aklıma çakılışındaki ismin…
Bir de onu, adının demezler mi ki bana, seni sorarlarken,
işte o zaman beynim çatlıyor…
Köpek ulumaları gibi sesler yığılıyor beynime doğru…
Sanki bütün kelebeklerin kanadına takılı yürüyüşün,
kahroluyorum…
Düşmek istiyorum…
Senin koşmalarının önüne dağılıyorum…
Sevdim diyenlere bakıyorum,
mahvolmuşçasına…
Şımarık gülüşlerin geliyor aklıma…
Dar bu beden bana,
dar nefeslere dayanamıyor artık…
Perişanlıklar çakılıyor yerlere, ruhum yanık inlemelerinde…
O kuru sahil,
O kuru kalabalık,
Sen gittiğinden beri sağır duygulara atıyor beni…
Yabanıl düşler dolaşıyor beynimde…
Kahrolası hasret düşüncesi, beynimde bir kara perde…
Ve sen…
İsimsiz düşüncem…
İlmek olmuşsun boynuma…
Hoyrat taylar koşuşuyor gözlerimin önünden delicesine…
Senin gibi gülmek istiyorum…
Bu kahır dünyaya boş vermişçesine…
Atık seni bana sorarlar, sorarlar bu boş vermişliğimde…
Bu şehirde ruhum acıkmış halde dolaşır…
Artık nereye ulaşsam açlığım benime birlik gelir…
Ruhum ne doyacağı zamanı,
ne de doyurulacağı insanı bulabildi…
Bütün açlıklarım tokluğa ulaşamadan başıboş dolaştı…
Her anım bakışlarımdaki açlıkla dolaştı…
Kaldırımlar aç insanı doyurmuyordu…
Başıboşluk aç insan ki benle dolanıyordu…
Bir susamışlık koyvermiş yakasını,
doyumsuzluğa doğru var güçle koşuyordu…
Zorlamalarım yalnızlığıma çare değildi…
Onunla açlığa mı ulaşıyordum, yoksa doymamazlığa mı sekiyordum,
çaresizliğim, karanlıklarda kaldırım taşlarında,
bağışlanmamaya ve koşuşlarımın imkansızlığı oldukça genişlemişti,
susmak, son bir umut bile olsa, ben daim haykırıyorum…
Her şey onun yokluğuyla son bulmuş,
her şeyin onun yokluğu ile azdığı gibi…
Artık her şeyin dışında yaşıyor, her şeye tersten bakıyordum…
Dünyanın yuvarlaklığı, ipin gerilmiş doğruluğu, güneşin battığı yön benim umurumda değildi…
Sadece ben yalnızlığımda haklıydım ve bu haklılık günden güne içimde ihtişamlaşıyordu…
Umduğum hiçbir şey gerçeğe dönüşemiyordu ve geçmişi yok edemiyordum…
Bütün anılar bütün geçmiş, tek bir cümlede birleşiyordu… Ben onu çok sevmişim, bütün feryatlarım ve yaktığımı sandığım yıl, ay, gün sırasına göre benliğimde canlanıyordu…
Bilinçaltında kalan her şey rüyalarımla bilinç üstüne çıkıyordu… Ve O rüyaların hepsi günlerimi heba ediyordu…
Ben kimdim?
Bir öteki ben miydim?
Bir baş edilemeyen ben miydim, kendi kendimde?
Bir koç dövüşüydü bu, çoğu zaman kendimin kendimle dövüştüğü…
Artık af edilmez cümlelerinin çarkları dönüyordu beynimde…
Yürek döküntüleri ile yarım kalmış yazılar bunlar… Birbirlerini tamlayan yazılar bunlar…
Çağırsan gelirim diyen sevgiliye belki de son sözler bunlar…
Ölü kentlerin sessizliği, kalabalıklarımın arasından çıkan ben yalnızda, artık daha hoş hissediliyor…
Hüzünle ölenlerin üzerinde siyah gül bitmez…
Bir demet mor sümbül bırakıver toprağına…
Neden boyunlarını büktüklerini de sorma…
Hüzün önce özlemeyi getirdi,
sonra,
kendi kendini zıpkınladı…
Hüznü ona sorma,
bir bildiği vardır de geç…
Sözlerin bittiği yerde yüreğimin hıçkırışları bunlar… Atık seni bana sorarlar, sorarlar bu boş vermişliğimde…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 12.8.2010 15:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

her şeyin onun yokluğu ile azdığı gibi… '............harikaydı......
TÜM YORUMLAR (1)