“Öğretmen Veli Aykar anlatıyor.”
Kırk sekiz yıl süren öğretmenlik mesleğimde görevli olduğum okullarda yapılan tüm törenlerde ve ulusal bayramlarda öğrencileri hazırlar, etkin görev alırdım...
Bunlardan beni en çok etkileyeni, o günleri andıkça duygulandığım bayram, Fransa’da görevli olduğum yıllarda kutladığımız “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’dır.”
Öğrencilerim I. sınıftan 8. sınıfa kadar çocuklardı. Her gün farklı sınıflara derse giriyordum. Büyük öğrencilerim Türkiye doğumlu, küçükler gurbette doğmuştu. Yabancı kültür selinde akıp giden yavrularımıza Türk Milletinin birer evladı olmanın gurur ve heyecanını yaşatmak amacıyla görkemli bir 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için aylar önce kolları sıvamıştım.
Eşim ve ben akşamları gece yarılarına kadar öğrencilerimize tiyatro, halkoyunları, şiirler ve şarkılar öğretiyorduk. Gurbetçiler de hiçbir harcamadan çekinmeden bize yardım ediyor; Türkiye’den gerekli elbiseleri, araç ve gereçleri getirtiyorlardı. Gurbetçi kadınlarımız durmadan çocuklarımızı giysilerini hazırlıyor, heyecanla bayram gününü bekliyorlardı. Bayramı tatil gününe denk düşmesi için 26 Nisan 1986 günü kutlayacaktık.
Bayramın günü, saati ve yerini haftalar önce tüm çevreye duyurmuş, yerel gazetelere ilanlar verilmiştik. Kentin değişik yerlerine “Türk Çocuklarının Büyük Bayramına bekleriz,” şeklinde afişler asmıştık. Günler yaklaştıkça öğrencilerime ve bana tatlı bir heyecan basmıştı.
Bayramımızı engellemek için Ermenilerden geldiğini sandığım tehdit telefonları önce beni telaşlandırdı. Daha sonra gelen ikinci telefonda bozuk bir Türkçe konuşan kişi “beni öldüreceklerini” söyleyince ben de “Şehit olmak benim için şeref olur, benim şehit naaşımı Türkiye’de törenle kaldırırlar...” deyip telefonu kapattım.
Bu tehdit telefonlarını başkonsolosluğumuza ve bulunduğumuz yerdeki emniyet müdürlüğüne bildirmiştim. Durumu bildiklerini ve gerekli önlemleri alacaklarını belirttiler.
Bayram için kentin valisi, belediye başkanı, emniyet müdürü davet edilmiş; gerekli izinler alınmıştı. Bayram görevli olduğum Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Russo) ilkokulundan yürüyüşle başlayacak ve kentin meydanındaki tarihi tiyatro salonunda kutlanacaktı.
Uzun yıllar Türkiye’de öğretmenlik yapmış, eşi de Türk olan ve güzel Türkçe konuşan Fransız öğretmen arkadaşım Jean Louis Vaudable (Jan Lui Vodabl) tarafından anında tercüme yapılacaktı.
Bayram günü okul bahçesi iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Rengarenk giysiler içindeki öğrencilerimin cıvıltısı, sevinç çığlıkları ortalığı inletiyordu. Yüzlerce kilometre uzaklardan ulusal bilinç ve gururla bayrama gelen binlerce yurttaşlarımızın heyecanı görülmeye değerdi. Kadınlarımız ve kızlarımızın yardımıyla giydirdiğimiz çocuklarımız heyecanla titriyorlardı. Arabaların üstüne yerleştirilmiş hoparlörlerden gelen milli marşlarımız ortalığı çınlatıyordu. Kırmızı kolçaklı (pazubentli) Türk gençleri hep bir ağızdan “Türkiye! Türkiye!” diye haykırıyorlar; çocuklara en ufak bir keder gelmesin diye ortalığı kolaçan ediyorlardı.
Bayram konvoyumuz caddeye çıktığında öğrencilerimin önünde yürürken arkama bakınca gözlerim yaşarmıştı. Konvoyun ucu bucağı görülmüyordu. Binlerce Türk ve Fransız kaldırımlarda sıralanmış; cadde trafiğe kapatılmıştı. Güvenlik için bize eşlik eden polis otolarının siren sesleri, davul- zurna seslerine karışıyor, adeta ortalığı yırtıyordu. En önde Türk ve Fransız bayraklarının tutan çocuklarımızın ortasında bir başka çocuğumuz Atatürk resmini büyük bir gururla taşıyordu.
Onların hemen ardında iki küçük miniğimiz Türk gelini ve damadı giysileri içinde, sevimli, minik yüzleriyle çevrelerine gülücükler dağıtıyordu. Çocuklarımız rengârenk ulusal giysileriyle göz kamaştırıyordu. Ellerine fotoğraf makinasını kapan Fransızlar durmadan görüntü alıyordu.
On, on beş dakikalık yürüyüşün sonunda kentin meydanındaki tarihi tiyatro salonuna girmiştik. Salon salkım saçak, ağzına kadar dolmuştu ve yüzlerce insan dışarıda kalmıştı. O gün sahnede İstiklâl Marşı’nı söyletirken bacaklarımın zangır zangır titrediğini, sırtımdan ter boşandığını hiç unutamam.
Öğretmenliğimin en coşkulu İstiklâl Marşı’nı orada, öğrencilerimle söylemiştim.
Açış konuşmamdan sonra sahneye davet ettiğim yabancı dostu Fransız belediye başkanı kalabalığa şöyle hitap etmişti:
“Sevgili Türk hemşehrilerim, bayramınızı kendi yurdunuzdaki gibi coşku içinde kutlayınız. Sizler bizim kültürümüze katkı sağlamakta ve renk vermektesiniz. Bugün burada şunu anladım ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk tarihin tanıklık ettiği gelmiş geçmiş en büyük insanlardan biridir. Ben o büyük insanı saygı ile anarken, hepinizin bayramınızı kutlar, tüm çocuklarımız adına küçük Türk gelini ve damadını öperim.”
Büyük öğrencilerim “Atanın Gençliğe Hitabesini” Türkçe ve Fransızca seslendirdikten sonra minikler şiirler okudular, şarkılar söylediler. Bayrak giysili kızımızın Hasan Ali Yücel’in “Bayrak” şiirini ezbere okuması yürekleri hoplattı.
“Atalarım gökten yere
İndirmşler al bayrağı
Bir buluta sarmışlarki
Rengi şafaktan kırmızı...”
Şiirin birinci kıtası bitince kopan alkış fırtınasından kızımız ikinci kıtaya geçmekte zorlanıyordu.
Kendim kaleme aldığım “Hacivat- Karagöz, İbiş, Nasrettin Hoca” skeçlerini canlandırdılar. “Tahta Çanaklar” adındaki piyesi oynadılar. Renk renk olmuş, milli halk oyunları kız ve erkek çocuklarımız benim ve eşimin eşliğinde zeybek oynayıp, halay çektiler. Kızlarımız “Ege kına gecesini” canlandırdılar. Eşim de oyunlarda görev aldığından eşimi ve beni tanımayanlar “Öğretmen çok genç ama maşallah yetişkin kızı varmış”diyenlerin olduğunu bayramın bitiminde duymuştuk. Tahta kılıçlarla oynadığımız “Köroğlu” en büyük alkışı aldı. Koyun postuna bürünmüş öğrencimizin sahnedeki ustalığı parmak ısırtacak kadar güzeldi. Yaklaşık üç saate süren gösterimiz sonunda herkes bizi kutluyor, çocuklara sarılıyordu. Yurt özleminin verdiği duyguyla sevinç gözyaşını tutamayanlar olmuştu.
Yerel Fransız gazeteciler bana soru üstüne soru soruyorlar, görüntü alıyorlardı. Birisi bana: “Öğretmen bey, bu kentte başka başka milletlerden göçmenler de var. Ama onlarda böyle bir bayram göremiyoruz. Siz yurdunuzdan binlerce kilometre uzakta coşkulu bir bayram kutladınız. Binlerce Türk bir araya geldi. Bunun sırrı nedir? diye sordu.
“Bunun sırrı tarihten beri özgür ve bağımsız yaşamış olmanın verdiği zengin ve derin kültürdür,” diye cevapladım. Tek bir öğretmen olarak eşimin ve velilerimin desteğiyle kutladığımız bu bayramın fotoğrafları uzun yıllar Lyon Başkonsolosluğumuzun koridorlarını süslemiştir.
O yıllarda tam bir Türkiye moziği olan yurtsever vatandaşlarımızın arasında siyasi kutuplaşma yoktu ve tarikat zehirleri aralarına girmemişti. Başarımızın temel kaynağı buydu.
Daha sonra Türkiye gezisi yapan, belediye başkanı olan Mösyö Auger, dönüşünde Anıtkabir’den çok etkilendiğini belirtip şöyle demişti.
“Ben tarihte Atatürk kadar milleti ile özdeşleşmiş hiçbir lider duymadım, görmedim. Ne büyük adammış Mustafa Kemal Atatürk!”
Veli AYKAR
(Fransa Anılarından alınmıştır.)
Kayıt Tarihi : 24.4.2025 11:26:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
26 NİSAN 1986 TARİHİNDE FRANSA "JURA" BÖLGESİ "LONS LE SAUNİER" KENTİNDE DÜZENLEDİĞİMİZ 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK BARYRAMININ ÖYKÜSÜ
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!