Sadece mutlu olmak istemiştim. Daha büyümemiştim, tarih sayılardan ibaretmiş. Ne Viyana'ya gelmişiz ne de geri çekilmişiz. O gün ve o tarih ordaydık. Yarını veya bugünü yok. Sadece ordaydık. Ölüm anında hangi kelime etmelisin? Ölüyorum mu? Buraya kadar mı? Her şey gibi onu da mı öğreneceğiz? Bana söylemeyin bunları kafam almaz. Alsa bile ben karıştırırım. Ölüm anında çok mutluyum, iyi ki böyle bir şey yaşamışım. Bildiğimiz şeylerden korkarız, bilmediğimiz şeyler için meraklanırız. Bir çıplak bedeni yıkanırken görmüştüm, en son sözleri ne idi acaba? Ölümü hızlı mıydı acaba? Uyuyup uyanmamayı ne kadar çok istiyorum. Aniden gitmek. Herkes tık diye gitti demesini istiyordum. Olmuyor bazen ama ileride olmayacak da değil. Eninde sonunda, bu ülkede yaşayan bizler gibi kavramlar öldürecek bizi. Bu kavramlar bizim neden ve nasıl yaşayacağımızı belirlediği gibi ölüm anında da yalnız bırakmayacak. Sonra da bırakmayacak. Nasıl defnedileceğiz, cenazede neler yapılacak. Fazla kişi mi olacağız? Doyar mı acaba insanlar veya peçete yetecek mi, gibi soruları karşımıza çıkaracak kavramlar. Sonra unutulacak. Biri veya iki şanslımız hatırlanacak ama çoğumuz bir yıla kalmadan eski yaşayışlara devam edecek. Hayatın kötülüğü diyecekler ama hayır! Bu hayatın iyiliği. Her ve nasıl olursak veya olduysak bizi çevreleyen ve noktasına kadar yargıları bitiren hayat, bizi biz yapan en kutsal şeydir. Yazgısı böyleymiş gibi beylik laflarına takılmasın kulağınız. Bu dünya eşit değil ki. Eşit olsa İspanyol İç Savaşını, Cumhuriyetçiler kazanırdı. Ayrı bir yara... Ölüme gönderen diktatörlerin ölümü eşit miydi diğerleriyle? Onlar bu kötülüğe rağmen hatırlanırken hatırlanıyor. Mutluluk diyordum. Sahte bir ifadeden ibaret. Sonradan hüzne dönüşen mutluluk daha iyidir. O yüzden herkes çay içmeli. İçimizi ısıtan birisine sarılmalı. Yaz yağmurlarında ıslanmalı. Sadece kavramları bir kenara atmalı. Sadece mutlu olmayı istemeli, her ne kadar mutluluk sahte olsa bile. Tek tip ölüyoruz, tek tip mutlu olamıyoruz. Mutlu olmak isterdim ama ben iyiyim. Siz deneyin belki başarırsınız. Bir de mutluluk hangi harfle başlar, sorusunun cevabını bulabilsem daha da iyi olacağım...
Akşamüzeri sahilden biraz uzak, denizden çıkan insanların kumlarını da getirdiği, beton yolun iki eski bankından birisinde oturuyordum. Hava kızıla vurmuş, yıldızlar silik silik görünüyor. Güneş son demlerini yaşıyor, deniz karanlığa gömülüyor. Öğlen kalkan ve denize gelen insanlar yavaş yavaş toparlanıyor. Rüzgar hafif hafif sıcaklığı belli olmayan bir şekilde esiyor. İskelede yüzenler çıkıyor, demirlere havlu asılan yerlere oltalar konuyor. En fazla böyle betimlenecek bir gündü. Ben tahta bankta, biraz üşüyerek öylece güneşi izliyordum. Ceket alıp almama kararının pişmanlığını daha yeni kafamda bitirmiştim. Diğer bankta bir çift havlularını sarmış, çantalarını topluyordu. Düşüncesiz şekilde etrafı inceliyordum. Ayakkabıma kum girmiş ve bir yandan yere atılan izmaritlerin pamuğunu çıkartıyordum. Birden sahil yolundan saçları ve sakalları uzamış ve kırlaşmış şarapçı geliyordu. Kendi kendime ''aha Karl Marx ölmemiş'' sanki hiç kullanılmayan bir şaka yaptım. Güldüm de. Belki biri yanıma oturur veya oturma ihtiyacı olur diye bankın tam ortasına oturmadım. Bankın sol tarafındaydım. Karl Marx'a göre bir espiri haha! Marx abimin elinde yetmişlik ucuz şarapla yaklaşıyordu. İlk bankı teğet geçerek yaklaştı. En sonunda benim banka gelince ''oturabilir miyim genç'' dedi. Tabii dedim ben de sonuçta bu bank kolektifleştirilmişti. Haha. Şarabından yudumlanıyordu Karl Marx abim.
-İşte hayattayım.
-Efendim abi?
-Yok sana demedim kendime dedim
-Anladım
Bir süre söylediklerine cevap vermedim. Bana da bir şey demiyor gibiydi. Cebimden sigara paketini çıkartıp ona da ikram ettim.
O sahilde İsa'mızı gömmüş, tüm zaferlerin kayıplarını unutmuş olacağız. Sadece karşımızda ise güneşin yavaş yavaş eriyişi, oturduğumuz ılık kumların bizi üşütmesi olacak. Tüm Tanrılar'a sesleneceğiz; evet kaybettik... Keşke biraz daha kaybetseydik! Şanlı bir şekilde, bir dava uğruna savaşta kendimizi gözümüz kırpmadan adayabilirdik. Bizim büyük çaresizliğimiz biziz, kendilerimiz. İsa yaşasaydı bize ne yapmamız gerektiğini söylerdi o sahilde. Akşamla gündüzün karıştığı o anda ihtiyacımız olan tek şey bir anlamdı. Ne kadar denemiştik Tanrı'yı kurtarmayı, önce kendimizi kurtaramazken. En büyük anlar, Agustus'un o Roma'ya girişi gibi, o zevkle ve şevhetle bitiyor. Geriye kuru bir renksiz yansıtmalar... Beklemediğim gibi geldi, geldiğim gibi de gidiyorum. Sen de gidiyorsun. Güneş son ışınlarını o kadar tatlı hissediyoruz ki, ölümden korkar oluyoruz. Denizin tuzlu kokusunu burunlarımızdan içeri çekiyoruz. Seni düşünebiliyorum, sen de beni düşünebiliyorsun! Demek ki varoluşumuz gerçek, birer pembe düş değiliz. O gün ölmek için kötü bir gündü, sahip olabileceğin en iyi manzara tam karşıda olunca. Bizler kendimizi kabul ettirememiş çocuklarız, içimizdeki en büyük sırları en keskin ve acı düşünceleri hiç birbirimize söylemeyen insanlarız. Bu kadarı bile fazladır bize. İsa yaşasaydı bizi durdurmazdı, bize özgür irade veren Tanrı'da... Ölmek için kötü bir gün, yaşamak için çok iyi bir gün...
Ne yazabilirim veya ne yazmalıyım? İçimde bir burukluk, olmayan ihtimaller içindeyim. Turgut ne yaptı? Emre ne yapmalı? İçindeki bu boşluk hissini nasıl kapatmalı? Hiçbir şeyden zevk almayan bu mahluk, her gün ölüyor ve ışığı karşı yürüyor. Edebiyat mı, geç edebiyatı boş işler aynı felsefe gibi. Edebiyat, şarhoşun sızmadan önceki son tiradıdır. Bana neden bu kadar kötümsersin diye sorabilirsiniz, buyrun sorun! Hiç şeye ait veya eylemlerimin egosuna katılmadım ki? Ne yaptığım aslında ne yapmayı bilmediğim içindir. Meramım kaçtı. Zaten dünyanın yarısı şu an konuşuyor. Ben konuşsam neye yarayacak.
Yazmasam çıldıracağım. Hayat niye bu kadar zor ve karmaşık? Fazla bir şey mi istiyorum, yoksa ben de mi zavallı egoma yeniliyorum? Alın! Herkes alsın! Yazdığım her şey saf düşüncem, ne eksik ne de fazla. Tüm kötü düşüncelerim. Ve yapacağım her şeyi yazacağım. Bunu okuyan kişilere, ki okumayacaklar, son bir serzenişim. Bu da benim menifestom.
İlk önce doğumumla başlıyoruz. Doğdum, aslında babam ve annem bir tane daha çocuk istemiyorlardı. Ablamın ısrarı ve çocukluğun verdiği tek kalmışlıkla kardeş istediler. Ben oldum. Sağlıklı bir bebek değildim. Bir kilo doğmam ve doğar doğmaz penisimde çıkan sorunlar, cildimde çıkan lekeler... Zafer edası ile beni sevmeye gelen akrabalar, komşular, tanıdıklar... Ama kimse bilmiyordu ki benim sorumlu bir ruhumun olduğunu. Oyuncaklarını paylaşmayan, kendi çıkarı için ağlayan, temizlik düşkünü ve kendini zorla temizlettiren bir bebek, evet bu benim. Anlatıldığı kadarıyla bu benim. Tahmin ediyorum ki çoğu yemeği iğrenç bulmam bu dönemde geliyor. Zaten sulu yemeklere bakarken iğrenmem, kusma isteği duymam hala devam ediyor. Annem; Aydınlı bir yörük olan hemşire, babam ise Sivaslı olan bir öğretmen. Doğunun ve batının eseriyim ben. Ondan arada kalmam.
Çocukluğumu pek fazla hatırlamıyorum. En azından yedinci sınıfa kadar. Sadece pornoyu bu yaşlarda fark etmem ve kendimi tanrı bakış açısıyla bakma özelliğim buradan geliyor. Kavramlarla ilk tanışmam ve onları çürütmek için yeni kavramlar üretmem, sonra bu kavramların da bir işe yaramayacağını anlamam da bu süreye denk geliyor.
Gençliğim
Fazla bir şey anlatmayacağım burada. Sadece düşüncelerimi anlatacağım.
Sevmek veya sevilmek, insanoğlunun en büyük günahlarından biridir. Egomuzu tatmin eden, bizi olduğumuzdan büyük gösteren bir varlık yapmaktadır. Sanki ben bu dağları yarattım havalarına sokan, eksik veya olumsuz bir şeyi görmezden gelmek gibi yanlış ve kötü yönleri saptırmaya çalışır. Öyle duruma gelir ki egomuzu bir yana bıraktığımızda, arkamıza dönüp baktığımızda; evet bu yaptığım veya katlandığım şeyler çok absürd üstüne bu durumları katlanmamak için daha da söz versek dahi aynı şeyler tekrar ediyordur. Nitche'nin sonsuz dönüş konsepti gibi.
İnsan lanetlenmiş olarak doğmuştur. Bütün kötü özellikleri taşırken aynı zamanda kutsal duygular veya erdemler olarak saydığı birçok doğrular uydurmuştur. Evet insan egoist, sadist ve anlamı bulamayacak kadar bozulmuştur. İşte bu egolarımızı tatmin etmek, mutlu olmak için sevgi, aşk ve mutluluk gibi kavramların arkasına saklanırız. Efsanelerde, destanlarda ve erdemli saydığımız bütün insanlar bu gibi egolardan kurtulmuştur. Çünkü bu yarattığımız gerçeklik gösterir ki bizim birer mahluk, güçsüz ve aciz olduğumuzu kanıtlar. Yüceltiğimiz insanlar gibi olmak isteriz. Deneyebiliriz ama sadece elimizden denemek gibi zaman çalıcı eylem gelir.
Aşk, birine sahip olma ve onunla cinsellik yaşamak gibi en basit arzuları tatmin etmek için geliştirdiğimiz bir konsept. Yani en kutsal duygularımızın altında bile bu gibi çaresizlik, güç hırsı veya tatmin olmak vardır.
Bu yazının amacı; Bizler öyle tarif edildiği gibi muhteşem varlıklar değil sadece kendine fayda sağlamaya çalışan insanlarızdır. Eğer bu çaresizliğimizi örtmeye çalışanlar, hatalarımızı gömerek, çaresizliğimizi gölgede bırakmaktadırlar. İnsan eksiktir.
Dönüp durdum, uykum azaldı. Üşüyorum sadece ve buna alışığım, daha öncekiler gibi. Yüklemi sona getirememe durumu... İstiyordum, istediklerimi. Sadece bir tanesini ama başkası da istiyormuş. O veya bu isterken ben nasıl isterim. Bir şiir gibi, anlamsız ve yolda bırakan. Yastığın diğer tarafına çevirdim. Soğukluğu beni açtı. Beyaz tavanın normalliği. Sadece normal. Bakmayın siz noktalara, virgüllere sadece üşüyorum. Hem de bunalıyorum. İçsel çıkmazlarım benim. En azından benim, egoist biçimde tavana bakarken utandım kendimden. Bütün zamirler haklı ise ben de haklıyım o zaman. Veya herkes gibi haksızım. Güneşe şurada iki saat var. Uyumam lazım sadece. Sağ elimi dürbün yapıp aya bakma zamanı değil ki. Çok kullanılmış kelimeler geliyor aklıma, O öyle değil ki, olmaz öyle, sadece yapıyordum. Bin defa aynı cümleler kurdum karşımdakine. İçimdeki cümleler fırsat tanımadan. Korkak mı? evet biraz korkağım, veya mükemmeliyetçi. Hayat kocaman bir şakadan mı ibaret? Kapıyı tıklatmadan içeri girecekler ve tirad başlayacak. Evet o benim, evet evet şakalanan. Ben farkında değilim sadece uyumadım. Dürbünle ay'ı izledim sadece. Evet şuradaki leke çok ilginç. Siz bana neden söylemediniz ki? Uyurdum ve hazırlanırdım. Tıraş olurdum, banyo yapardım ve parfümü sıkardım. Hatta siz beni beklemeyin ben sizi beklerim. Balkondan atlayan bir arkadaşım vardı, onu da çağırın. Adı mı? Şu an hatırlamadım ama botumda çamur izleri vardı. Onun cenazesinden herhalde. Hatırlamıyorum ki! Siz neden odamdasınız. Ben sizi istemedim, istediğim tek şey zaten olmadı. Sizi kim istedi acaba? Kitap okur musunuz? Ben bıraktım artık yaramıyor. Alın istediğinizi, beni kurtarın okuyamadıklarımdan. Tavanın beyazı kadar masum musunuz? Ben iyi biri değilim ki sürpriz yapıyorsunuz. Hayırsever birine gidin bence. Şuradaki sokak lambası var ya, evet yanan olan. O hiç sönmez sadece yanar durur. Oradan sağa sonra düz. Ben sizi geçireyim mi en iyisi. Çok teşekkür ederim, bu beklenmeyen için. Ha bu arada hüznüme ortak ettim kusura bakmayın. Ne demek canım, her zaman. Ha bu arada bir sorum var. Mutluyum demek için hangi kelime kullanılır? Bence o değil daha farklı kelimeler var. Örnek mi? Tabii ki! Şu an iyiyim, yok ben de seni seviyorum, en sevdiğin şeyi aldım, bekle geliyorum, yazdım sana ben, gibi gibi. Buyurun geçireyim sizi ben. Sadece yanlızım, büyüyünce geçer dedi doktor. Ama latince söyledi ben anlamadım. İnternetten araştırdım orada yazıyordu sadece. Ortan çıkardım evet. Sağda çekçek var kullanabilirsiniz. Üşütmeyin sakın ha! Ben üşüttüm de üşüdüm de. Hoşça kalın! Bir daha gelmeyin ama bu son olsun. Kendim mi? Yok sadece yeni kalktım ondandır. Görüşmek üzere!
Güneş çıkmış, sabah olmuştu. Tavana bakan adam uyuyamamış, çay demlemeye koyulmuştu. Aklından bir şiirin bir kaç cümlesi gelmişti;
Kim sevmezdi çiçekleri filan
''Ben sevmezdim'' dedim ''yalan'' dedi
Yalanın arkasından bakarak. Sadece hayattayım dedi çayını doldururken taze güneş karşısında. Banyo yaptı, tıraşını oldu. Birden bileklerini kesmeyi düşündü ama hayattaydı. İstediği şey gerçekten istemişti ama yalan diye yutturdu herkes gibi. Başka şey isterdi yine canım. O da olmazsa başka şey. Ölümle gidip gelinmez ki! Jileti geri koydu. En son annesi tarafından ütülenen kıyafetlerini giydi ve kedisine selam verip, kapıdan çıktı. Çekçeği çalmışlardı, başparmağını kullandı. Kapıyı kapattı. Sonra yürüdü.
Bir insan nasıl bu kadar salak, bu kadar kendini beğenmiş olabilir? Yaptığı hatayı tekrardan nasıl başarabilir? Evet! Kendimden bahsediyorum! Son kalan iki sigarasını da tersten yakmış biri olarak. Kendime çok öfkeli, sitem ve acıma gibi kutsal olmayan duyguları hissediyorum. Eskiden her şey güzeldi. Başım ağrımıyor, anlamsız bir halsizlik hissetmiyor ve en önemlisi hayatın hala bir amacı olduğuna inanıyordum. Bugün ise tanrıtanımaz bir duygu, baş ağrısı, az kalan sigaramı günün farklı kısımlarına ayırmam gibi yaptığın planın, özellikle hayatımdaki yaptığım planların, ters gidişi beni kendime isyan etmemin sebebidir. Kendimi aksattığımı biliyordum ama bu kadar salak bir mahluk olduğumu bilmiyordum. Üst üste aynı hatayı nasıl becerebilirsin. Ama efendimiz; karanlıktı. Hep bahanelerin arkasına saklanmayı bırakamadın mı? Maalesef bırakamadım. Hayat denilen bu kötü şaka nasıl oluyorda aynı tadı verebiliyor. Hayatımda daha kat ve kat daha kötü bir şey olsa bu kadar sinirlenmeyeceğim aksine kabul edip, hayatıma devam edecektim. Ben bu durum ile nasıl başa çıkacağım? Kelimelerin her türlü manaya geldiği bu durum, akıldan çıkınca somut bir nesneye dönüşünce ne kadar manasız, anlamı gerçekle bütünleşmiş olmasına rağmen ne kadar romantik kaldığını yeni fark ediyorum. Hayat, planının tutmaması kadar gereksiz ve anlamsız. Keşke yarım saat öncesine dönebilsem ve yaptığım bu kötü, çirkin, kayıtsız ve erdemsiz eylemi geri alabilsem. Kendime ve kendim olduğum için kendimce bir eylem olarak bahanelerin arkasına saklanmayıp, bu durumu damarlarımın için içine enjekte ederek bu acıyı tüm vücüdüma yayacağım. Bir iş doğru gitsin ama daha da önemlisi senin yaptığın bir iş daha doğru gitsin! Bat dünya bat, iki gözün kör olsun da piyango bileti sat!
Uzun zaman oldu, özellikle kötü bir dönemi atlattıktan sonra. Hala aynıyım, sadece zamirler ve mekanlar değişti. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi geliyor. Geldiği gibi de yaşanıyor. İnsan durup, geriye bakınca neler yaşadığını kolayca yorumlayabiliyor. Ama o anda, o anın içinde bu işlem anlamı kopuk bir düşünüş oluyor. Belki de hayatın en büyük şakası budur. Değiştiremeyeceğin şeyleri delicesine tanrıyı oynamak. Bu gibi duygular, tatilde veya yolculukta yüzeye çıkıyor, kurtarılmayı bekliyor. Kurtarılmak istenen geçmiş sen ise herhangi bir yardım çağrısını göz arda ediyor. Tanrı; insanlık için geçmişte kaldı. Geleceğin tanrısı olmadığına göre şu anda olan tanrıyı da umursamıyoruz. Belkinin ötesine gidemediğin zamanlarda ise benim gibiler kendini yazıya veriyor. Şu an tatildeyim. Daha doğrusu tatilin bitimine doğru yürüyorum. Fazla bir şey yapmadım kendimi etkileyecek. Sevgilim vardı, ayrıldık. Düşününce gerçekten fazla bir şeyler yaşamış gibi gelirken, elle tutulur bir şey yok. Daha önce yazdığım gibi kitap yazmaya başlayacaktım. Başladım, yaklaşık 20 sayfası duruyor. Gerisi? Gerisini bilmiyorum. Belki de yazı yazma gibi bir yeteneğim yok, sadece romantikliğe kapıldım. Kendimi tanımazken, insanlara nasıl beylik laflar sıralarım ki? Kafamdaki fikir avuntularıyla dolaşıyorum, öyle böyle. Ne olacak ben de bilmiyorum. En iyisi, en iyisini düşünmek. Düşünme paradoxunun kutusunu açmak. Tek ben anladığıma göre, anlamadım. Son durumlar böyle. Kız arkadaşımı çok özledim. Kendimi çok özledim. Aslında hiçbir şeyi özlemedim. Özlemeyi özledim. Ekleyeceğim fazla bir şey yok. İyi geceler, tabii böyle bir şey mümkünse.
Herkes hayata farklı pencereden bakarmış
Gezdim durdum katları
Biraz kendimi kaybettim
Biraz kıskandım
Herkesin penceresi varmış
Benimki yokmuş
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!