bayırları bağ yeşili bir yerdi doğduğum
Emirdağları’nın dizlerinde uyuyan çocuk,
Orta Anadolu’ya otağ kurmuş,
bir Adaçalı,
yaylası bol bir yurt…
elleri nasırlı insanları öncelikli
afyon parasını sakladıkları
kuşakları
ve havas oldukları üzerine düşleri,
kendi yarattıkları delilere gülüşleri,
haşhaş yağı kokan bacalar,
taş yuvaklı toprak damlar,
belleğime kazındılar.
eşekle bağ evlerine taşınan sular,
Eski Çeşme gürül gürül akardı o zamanlar,
at arabaları şıngır-mıngır,
kamçılara aldırmayıp okuna asılan biz çocuklar.
Uzun Çarşıya köydeki yüzünü,
gözleri iri açılmış öküzünü
hayvan pazarına taşıyan,
satıp, çay, şeker,
bi leğen de Halvacı Veli’den
halva alacak,
Çarşı Camii önünde okunan destanlara ağlayacak
Şamişi’nin fırıldağına bir Yimbeşlik koyup,
Ellilik alacağını düşünen,
onları teşvik eden çığırtkan gedeler,
köylülerimeydi ilk empatiler.
Karacalar Üzümü’nü
tava kapaklarından yapılmış teraziler
bir anlamlı tartardı nedense,
Helan’ın bostanlarını taşırdı
dokuma heybeler.
yine dokuma kilimler,
her gençkızın çeyizi için
ağrıklarda saklanırdı naftalinlenip,
kille yunmuş çamaşır çarşaf için
bir boydan bir boya gererdi
yeni gelinler bir ip,
önceden hazır değilse bir dalbar,
yayılırdı meşe külleri üzerine kar gibi çamaşırlar,
yeni gelin ağlar,
kaynana kıs kıs gülerdi kapıyı aralar…
“Emirdağı birbirine ulalı” ulalıydı olmasına da
altın yüzükler parmaklara dolandığında
Edeler çalar, ağabeyler yer-içer-oynardı,
ve
“Kınası karılır tasta, oğlan evi pek havasta,” diye,
demezlerdi komşu hasta,
çığım çığım çığırırlardı,
Edelerin masalarında yaprak sarması,
çay bardaklarında rakıları mihmandardı.
o yıllar delikli paralar da vardı,
“Lol lol lo” oynayan kızların başından saçılırdı,
çocuk avuçlar,
daha para yere düşmeden kapmak için
masumca açılırdı,
başı tozaklı gelinleri görünce bebeler,
analarının boynuna başlarını gömer,
ağlarlardı.
resim defterimi açtığımda
boyalarımı seçerdim öncelikle
siyah, kırmızı, koyu yeşil, koyu mavi
“Suyu sert, insanı mert,” derler ya bizim memleket için,
siyahı insanların aşağı eğik ağızlarında,
yukarı kalkık kaşlarında;
kırmızıyı güneşte,
koyu yeşili toprakta,
koyu maviyi de gökyüzü
ve
her resme koyduğum
Çay Deresi’nde kullanırdım.
göç darmadağın etti yurtları
sağdıçlar, ahretlikler telefonun ucunda bile yoklar
babaocaklarının temel taşlarını
apartmanlar, diplerinde saklar
merak edip araştırdınız mı sizler,
çocukluğunuzdan kalmış mıdır hiç izler?
duydum,
biz bostan hırsızlarının yerini
kuyumcu soyguncuları almış,
geriye çocukluğumdan ne kalmış?
yine de senin güneşine benzer güneşi,
gökyüzündeki maviliği,
türkülerindeki yangıyı,
insanındaki sıcaklığı
bunca yer gezip-gördüm,
hissedemedim.
sen Emirdağım
çocukluğum, gençliğim,
hatta göbek bağım
sende saklı
bir siyah görsem insanını,
bir mavi görsem gökyünü ve Çayderesi’ni,
kırmızı görsem güneşini,
yeşili görsem toprağını
üzüm görsem bağlarını,
kar görsem dağlarını özlüyorum.
seni çağrıştıran
yemyeşil dağlara kar yağar,
Çay Deresi damarlarımdan akar buz gibi,
her uykum sana gebe,
her çeşme başında
Eski Çeşme’nin suyuyla yıkarım yüzümü,
her kadının kaşında
bir Türkmen kızı aramaya çıkarırım gözümü,
bir küheylan atın yürüyüşünde
kostak hemşerilerim çeker özümü.
emmim, dayım, halam, bibimsin,
yolum yordamım,
kadınım, kısrağım çok da,
sen bana yolun sonu gibi gelirsin…
Deltmond, 01.04.08
Yüksel ÖnaçanKayıt Tarihi : 7.5.2008 02:31:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Özlem işte; ne hikayesi olacak ki...
![Yüksel Önaçan](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/05/07/emirdagim.jpg)
artık onu porsukda aramayın derim
orada gören veya bulan olsaydı mutlaka şairler derneğine bırakırdı!
sevgilerimle
TÜM YORUMLAR (3)