Âdem aleyhisselâm Şeytan tarafından kandırılan Havva validemizin telkinlerine kanıp kendisine yasaklanmış olan meyveyi yiyerek Allah’ın (c.c.) emrine karşı gelmemiş olsaydı Havva validemizle birlikte Cennet’ten çıkartılıp Dünya’ya gönderilmeyeceklerdi.
Ve tabi bu durumda sonsuz bir hayatı Cenabı Hakk’ın (c.c.) onlara lütfetmiş olduğu şekilde yaşayıp gidecekler ama nasıl büyük bir nimete kavuşturulduklarının idrakine de asla varamayacaklardı.
Ne zaman ki işlemiş oldukları günah sebebiyle Dünya’ya gönderildiler, işte o zaman ne kaybettiklerini anlayıp, idrak ettiler ama iş işten geçmişti.
Öte yandan bu nimeti tümden kaybetmiş değillerdi. ve bunları Allah'ın (c.c.) izniyle yeniden elde edebilmeleri mümkündü.
Lâkin yeni hayatlarında bunun için çok çalışmalı, Allah’ın (c.c.) emirlerine harfiyen uymalıydılar.
Yani kendilerinden bir şeyler vermeliydiler artık. Bedava bir şey yoktu ve kendilerine verilecek olan her şey için bir bedel ödemeliydiler.
Denir ki Âdem Aleyhisselâm ve Havva validemiz dünyaya indirildiklerinde birbirlerinden ayrı mekânlara indirilmişler ve birbirlerini bulmaları ise yüzyıllar sürmüştür.
Her ikisinin de Allah’ın (c.c.) kendilerine vermiş olduğu emre uymamalarından ötürü düşmüş oldukları bu olumsuz durumdan kurtulabilmeleri için tövbe etmeleri ve bu tövbelerinde sabır göstermeleri onları yeniden bir araya gelebilmelerini sağlamıştır.
Âdem aleyhisselâm bu büyük sabrı göstermeyip pişmanlığını samimiyetle Rabbine (c.c.) arz etmemiş olsaydı ne olurdu acaba?
Bu sorunun cevabı yok.
Çünkü Yaratan (c.c.) her şeyi bir sebebe binaen yaratır.
Havva validemizin İblis tarafından kandırılmasının da Âdem aleyhisselâmın Havva Validemizin telkinleriyle Allah’ın (c.c.) yasakladığını yapmasının da altında yatan neden bu sebebe dairdir.
Cenab-ı Hakk (c.c.) ilk insandan bu yana insanı hiçbir an yalnız bırakmamış her an onun yanında olmuştur.
Gideceği yolu tarif etmiş olmasına rağmen şaşırıp yanlış yollara sapmasın diye üstüne bir de kılavuz tahsis etmiştir.
Bu kadarını da yeterli görmemiş, sorumluluğunu müdrik olsun, başına gelen iyi ya da kötü şeyin müsebbibinin kendisi olduğunu bilsin ve itiraz etmesin diye akıl ve o aklı idare edecek iradeyi vermiştir.
Bu bile gösteriyor ki Allah (c.c.), yaratmış olduğu insana ne büyük bir değer vermiştir.
İnsan kendisine bahşedilmiş olunan hayatın her anından sorumludur.
Yaptıklarından, yapmadıklarından, yaşadıklarından, yaşamadıklarından, vs. vs.
Âdemoğlunun bidayette kaybettiğini geri alabilmesinin tek bir yolu vardır: Sabretmek, sabrında sebat etmek ve kendisini yaratmış olanın ona yüklemiş olduğu yükümlülükleri eksiksiz yerine getirmek.
Hiç bahanesi yoktur.
Eğer bir takım bahanelerin ardına sığınıp Yaratıcısının (c.c.) ona yüklemiş olduğu sorumluluklardan kendisini azat ederse, kendisi için çizilmiş olunan bu yolun uzamasına, kim bilir belki de yoldan çıkmasına kaybolmasına sebep olur.
Allah (c.c.) hiçbir şeyi sebepsiz yaratmadığı gibi yine hiçbir şeyi tek de yaratmamıştır.
Her şeyin mutlaka karşıtını var etmiştir ki kıyaslama yapabilme imkânı olsun.
Gündüzün karşısına geceyi, sıcağın karşısına soğuğu, Cennet’in karşısına Cehennem’i koymasının altında yatan sebep de insanoğlunun bu kıyaslamayı yapabilmesine imkân sağlamak içindir.
İnsan aslında Cennet’ten kovulmadı. Bilakis onu kendi emeğiyle kazanabilmesi, gerçek değerini kavrayabilmesi ve sarf ettiği emeğin karşılığını almanın hazzını yaşayabilmesi için Dünya’ya gönderildi.
Her insan bilir ki alın teri akıtılmadan elde edilmiş olunan şeyin değeri bilinemez.
İnsan gözünde değerli olan şey o şeye sarf edilen emekle doğru orantılıdır.
Hiçbir şeye emek harcamadan ulaşılamaz. Ulaştığını sansa bile insan yanılır çünkü emek harcanmadan elde edilen şeyin hiçbir değeri olmaz, olamaz. 18.12.1998
Recep Akıl
Kayıt Tarihi : 10.3.2016 22:36:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!