Kim bilir kaç salkıma kıydılar bu bordo şarap için
Bu kadehte, ezilen tüm üzümlerin ahı var.
ama ben yine de içtim, düğme gibiyim bu akşam
İliklenirse kopacak
Rüzgar hangi yönden eserse essin düşüp kaybolacak
Küçük
kırılgan
Yorgun
Sökülmek üzere olan bir düğme gibi
Düğme ki ipliksiz bir iğneye vurgun
Oysa eski bir kıtaydık sen ve ben.
Bir tek.
Bir bütün.
Ayrılmışız sonra, olanlar olmuş.
Rahman, aramıza okyanuslar koymuş.
Uzaktan bakıldığında romantikmiş gibi gösteren bu aslında uçsuz bucaksız mavilikleri
Yoksa kim bilir kaç batık var içinde.
Kaç harap olmuş hikaye
Ama ben yine de oturdum kıyısına
Bir gemi karaya oturur gibi oturdum.
Delinmiş
İşe yaramaz
Vurgun.
Konuşmadım hiç sustum
Konuşursam anlaşılır diye
Anlaşılmak için geç kalmışsam diye
Hatta,
Hatta geç kalmak için bile geç kalmışsam diye korktum.
İnsan neden korkarsa korksun kaynağı ölüme dayanırmış
Belki de bunu bildiğimden
uzanıp usulca sana
Ben gidiyorum ölümden çekil diyemedim
Oysa ölümden korkmam ben
Her yer kapalıyken şarabım biterse diye korkarım
Gün, batarken acıtırsa diye korkarım.
Gerçi yeterince acı çekersen
bir yerden sonra pes eder ve acı seni çekmek zorunda kalır
diye buyurdu bağışıklık sistemim.
Kendini müziğin akışına bırak ve sabırla acının sana
katlanmasını bekle.
Ukalaca gelse de kulağa acıya diz çöktürmek
Gülme,
denedim elbette
Katlandıkça büyüdü
Büyüdükçe katlandı, katlandı, katlandı...
Bu kusursuz bir fiyasko
Bu gördüğüm en hızlı çarpmaydı.
Yine de kendini kaybeden insanlardan olmadım hiç
İnsan kendini kaybedemez
İnsan saklanır.
Şüphesiz kendi bedenlerimize sürgün edilmiş tutsaklarız hepimiz.
Bizler ancak bir başkasını kaybedebiliriz.
Ben de öyle yaptım
İpliksiz iğnem
Kayıp kıtam
öbür yarım
Seni kendi evrenime sakladım
gün batmak üzere
Korkarım yine acıtacak biraz
Okyanusun hangi yönde olduğunu
ancak dalgaların sesinden anlayabileceğin kadar koyu bir karanlık çökecek birazdan sahile
Koyu değil, aslında katı bir karanlık çökecek
hatta çökmekte değil
katı bir karanlık haddini bilerek gelip
efendi efendi oturacak birazdan buraya
çünkü karanlıktan korkmam ben
anlarım karanlığın dilinden
ana dilim gibi bilirim karanlıkçayı
ama konuşmam
ben bir konuşursam hangimizin daha zifiri olduğu ortaya çıkar
anlıyor musun?
Işığın bir şeylere çarptığı yerden yansıması gerekirken emildiği
Işığın, gidip de dönemediği
Işığın, gelip de göremediği
kara bir delikten bahsediyorum
Belki bana bir tek acının borusu öterdi
Ama ona da hiç renk vermedim
Çünkü zifiriyim ben
Anlıyor musun?
Kıyılarımla
ancak bir okyanusun dalga geçebildiği.
Yoksa bizi ayıran neydi?
Ten renklerimiz göz renklerimiz
Bir incir ağacının sarmal kökleri gibi uzanan
DNAlarımız
Karakterimize hükmeden
Kronik hatalaımız
Sağdaki sol
Soldaki sağlarımız
Ya da çoook çok uzakların bile ufuk zannettiği uçsuz bucaksızlarımız
Oysa ellerimiz vardı bizim
Hani o,
Aşktan bir sır alır gibi sımsıkı tuttuğumuz ellerimiz
Hani sihirli sözcüklerle dolu
bir solukta okumaya başladığımız kitaplar gibi
Hani sonuna doğru yaklaşırken
Bitmesinden korktuğumuzdan
Gözlerimizi kelimelerimde yavaş yavaş
ilerlettiğimiz kitaplar gibi kokan ellerimiz
Bizi ayıran neydi
İyi geceler der gibi
iyi geceler,
öpsün seni kederli cüceler der gibi ayıran neydi bizi
Yoksa
Öyle durup dururken iyi olmaz hiçbir gece
Çünkü insan öyle bir üşür ki bazen
Onu hiç bir ateş yakamaz
insan öyle kötü olur ki bazen
Bu suça geceden başka hiç kimse ortak olmaz
Yoksa , öyle durup dururken kötü olmaz hiçbir gece
Gece olmak zor olmalı
Çünkü durup dururken
İyi olmaz hiçbir gece
hazır vakti gelmişken
Uzun uzadıya bir şiir yazsaydım sana
şiir de beni sana yazardı bilirdim
Yoksa böyle bir şiiri gece yazdıramaz
İlhamla , periyle, kalemle
Ben de oradaydım
Gözümle gördüm
Şahidim
bütün bunları
sindirim sistemim bizzat kendi yazdı eliyle
Biz ikiye bölündüğümüz gün
ertesi günün olmadığını zannettim
Uyuduğum her ertesi gün
Bir peygambere inen ayet gibi değil
Bir sürgüne inen azat gibi
Uyandığım her ertesi gün
Bilirim seni bu kadat kafir yapan
benim kitapsızlığım
Ben içimde bir meczup başka bir meczubu öldüresiye tokatlarken
oturup çaresizce sustum
Gözlerim kayık
dalıp gitmişken boşluğun eksenine
Bir tek
Bana bir duble daha dediyebildim barmene
Bazen ne kadar içersen iç
Şişede durduğu gibi durur varildeki son damla
Kadehi eline alıp ne kadar sallarsan salla
Zamanin durduğu gibi durur
boğazına dökülen son damla
Tuhaf değil mi?
İnsanın saksıdaki zakkumu sever gibi
Boğazındaki zıkkımı sevmesi
Güldüm buna
Öyle bir güldüm ki
Düşmemek için yanımda oturan kadının elini tuttum
Aşka bir sır verir gibi
Sımsıkı
Refleks değildi bu
Yoksa düşmek dediğin sıradan bir akşam üstü benim için
Ben çaprazlarda kaybolmuşum
Takılıp çocukluğuma düşmüşüm
Hem de çizgi çizdiğim kaldırımlara
‘Bir şeyiniz yok ya ‘ dedi kadın
Afalladım, şaşırdım deşifre olmuştum
Bunu nasıl bildiniz dedim
Doğru ya
Hiç bir şeyim yoktu!
Aynaların esrarını merak eden bir çocuk gibi
Hani; nasıl olur da her şeyi gösterir ama
Asla cevap vermez bir ayna
Doğrulup aynen öyle sordum
Bunu nasıl bindiniz ?
O kadar isterdim ki şimdi burada
bu hengamenin ortasında
birden bire bir sessizlik olsun
Ve birtek cevap konuşsun
Bazen cevabı sessizlik verir çünkü
Ben de dinlerim
Bir süre sessizliiği dinlerim veee
Evet duyarım sesssizliği
İnsanın sessizliği duyması ne garip değil mi?
Ses yok ama duyuyorsun
Kulak olmak zor olmalı
Hüsranın çalışma prensibine benzer bu biraz
İnsanın bilinmezliğin verdiği korkuyla yarattığı kadim öcüler gibi
Öcünü alır vakti geldiğinde hüsran
Ve biliyor musun?
Yetişkin bir hüsran yılda 365 gün yaşlanmayabilir
Hüsran hep delikanlıdır gözlerinde sis
Aşkın eli kanlıdır
ama kalbi temiz
Bazen böyle büyük soruların
küçücük cevapları olur hayret
içi içine sığmazken insanın
Nasıl oluyor da cuk diye oturabiliyorsa değil mi
bu minnacık bar taburesine ?
İşte aynen öyle sığıyor insanın içine yokluk
Yok olmak zor olmalı
Düşünsene ipliksiz iğnem
yoksun
ama sığıyorsun!
Hemde tam burada
Bu - di’li şimdiki zamanda
Geçtin
ama duruyorsun
İçimden geçtiğin zamanlar daha da bir ıssızlaşırım varolmanın o görkemli sonsuzluğunda
Bir tek topuk seslerin kalır
tak
tak
Takriben göz açıp kapayıncaya kadar süren insan ömründe
nasıl olur da bir türlü bitmek bilmez yalnızlık?
buna sihirbazlık desek
ayıp etmiş olur muyuz tanrıya?
Tanrı olmak zor olmalı
çünkü aşkı yaratmışken merkezine ayrılığı yerleştirmek
yalnızlıktan olsa gerek.
ama bu haksızlık desek
ayıp etmiş olur muyuz tanrıya?
Gittiğin de İlk önce eşyaları attım
Perdelerden koltuklara
tütsülerden çarşaflara
çatal kaşık ne varsa
Yerlerine yenilerini almadan
uzun gündüzler ve upuzun gecelerce
öylece oturdum bu evde
oturdum ve bekledim
uzayın o sonsuz boşluğunda
üzerinde vahşi hayvanların
ağaçların,kuşların,rüzgarların suların
ve iyi
ve kötü insanların dolaştığı
koskoca bir gezegene dönüşeceği günü bekleyen toz zerresi gibi
bekledim
Hatta daha bir büyüsün diye burada bıraktığın boşluk
kapıyı açık bırakıp
gezmelere çıktığım da oldu.
Aynı buluttan çıkıp
Ayrı yerlere düşen yağmur damlalarıyız biz
Değiştiremez özümüzün görkemli bir okyanusa ait olduğunu
Önce bir mazgala çarpıp
sonra usulca akarak karıştığımız kanalizasyon
Matemini aktif taarruz silahı gibi kullanırdın sen
Nişan alırdın onunla
‘Eller yukarı bu bir hüzündür’
Ah be şeytan uçurtmam
Vurduğun herkes
Artık dün’dür.
Hüzün bir çeşit oyun değildir çocuk
Şimdi yavaşça yere indir elinde ki o silahı
Yüzün siyah değildir çocuk
tanrı bazen sadece duymak ister cevabı
Şimdi bağlı bulunduğum bu anksiyete
Bu şiddetli sessizlik
Bu agresif sensizlik
Bu Senaryolar
bu kuruntular
bu depresyonlar
Gidip birazcık bir şeyler anlatsam
Dudaklarını büzüp
kafalarını kaşırdı psikologlar
Bir seans daha istesem
yazık etmiş olur muyum onlara?
Psikolog olmak zor olmalı
Çünkü bazen işitmek
öldürebilir insanı
İşitmek diyorum duyuyor musun?
Bazen hayatta bırakarak, öldürür insanı
Sen ukala eğerdin boynunu
İnkarının inanırıydın
Rüzgara doğru yan yatarken yalnızlığın
Arkanda suç ortağın dün
Mucize beklerken haktan
İnkarının içindeki din
İnkarının içerisindeki mümine düşman
Evet yanlış duymadın sen
üşümemek için kaldırırken ceketinin boynunu
Rüzgara dost ceketine düşmann.
Hüzün, yüzün değildir çocuk
Yüzün ki candan
Can, öyle düşündüğün kadar kolay atmıyor nabzından
Yoksa ölmek değil mesele
Çünkü bazen
ölsende gidemezsin
Yoksa gitmek değil mesele
Bu galakside kanun bu cesur yürek
Öyle ben giderim deyince gidemezsin
Kanun ki;
Hemde Isınmakla yanmak arasındaki uçurum kadar keskin
Evet evet
Yanlış duymadın
hem katı bir uçurum
hemde keskin.
Galaksi deyip geçme
Küçük yer burası
Herkes burada tanır birbirini
Hani parçacık fiziği
Hani atom altı
Hani hava olsun diye söylemiyorum
Atomun bile altındayım
Hemde tam burada
Bu -di’li şimdiki evrende
Ama Doğru
Sen evreni oldun olası sevmezdin
Ne o öyle yıldızlar falan , şıkır şıkır ne idüğü belirsiz
Banada garip gelirdi hep
İnsanoğlu marsa gitmek istiyorda
Mars insanoğluna gitmek istiyor mu belirsiz?
İnsanın anlaşılmazlığın verdiği korkuyla yarattığı kadim sözcükler kadar fiyakalı
bir zamandan yazıyorum bütün bunları hemde
konuşmayı yeni öğrenmiş bir çocuk kadar çaresiz.
Yani dün sana geliyorum anlıyor musun?
Bugün ikimize çok burası.
Ve Burası deyip geçemezsin biliyor musun?
Çünkü öyle durup dururken olmaz burası.
Ya geçmezse koymuştum sevdiğim bir kadehin ismini
10 yıl birlikte zakkumlandık
Yalan yok bir gün olsun geçmedi
Sonra birgün düşüp kırıldı
Bu Muhtemelen kendi kararıydı
Çünkü Elimi bile sürmemiştim o anda biliyor musun?
Anladım ki eğer bir şekilde geçmezse
parçalara ayrılıyorsun.
Yoksa mesele ölmek değil
Çünkü bazen ölsende toparlayamıyorsun
Eğilip Nazikçe diyebildim ki kırıklarını alırken kadehin
hass*ktiiiiiiir
işte şimdi yoksun!
Ben size yardımcı olamam demiştii bir keresinde
Muhtemelen galaksideki son psikolo
Afalladım, şaşırdım rencide olmuştum
Bunu nasıl Diyebildiniz dedim
Lütfen biraz daha dinleyin
Biliyorum emeğinizin karşılığı değil aldığınız ücret
Gerekirse İki mislini vereyim
Çünkü ben emek hırsızlığına karşıyım
Hatta eğer isterseniz
Dudaklarınızı siz büzün
kafanızı ben kaşıyım
Bazen ukala eğerim boynumu
Kusura bakm
Adaletsizliğe karşıyım
Ben saçmalamayı senden Uzakken öğrendim
Mesela elimi nasıl tutması gerektiğinin inceliklerini anlattım
kahve fincanıma
Oturup Uzuun uzun falına baktım.
Ve ona bir gün muhakkak kırılacağını anlattım.
Beni kahin sandı.
Ağladım.
ben sana bir şarkı yazdım
göz yaşının yağmurla rekabetini anlatan
ıslandım sonra
yağmur şimdi ahmak ıslatan
bazı geceler yürüyüşe çıkarım
çıplak ayaklarla ıslak çimlerde yürürüm falan
uzanıp evreni düşünürüm
yıldızları
yıldızlara olan uzaklıkları
uzak olmayı düşünürüm
seni düşünür
kendimi düşürürüm yeryüzüne
yeryüzüne adının anlamını sorarım
adını herkes bilir sevgilim
adını bir tek ben anlarım
Öyle işte
İpliksiz iğnem
Kayıp kıtam
Öbür yarım
Ben ne zaman kendimden geçsem
Sana uğrarım
İnsanın ömründe tıpkı bilim kurgu filmlerindeki
Uzay araçlarında olduğu gibi bir acil durum düğmesi olmalıydı
‘Lütfen Her ne yapıyorsan yapma ‘ düğmesi
Bunu yapabilecek bir teknoloji
Geriye ne depresyon bırakırdı
Ne melankoli
Ne de intihar eğilimi
Resimler Çiziyorum bazen duvarlara
Acil durum düğmesi olan Uzay araçları falan
gölge çok önemli işin bütün ic yüzü gölgelerde
Istedigini ortaya çıkarır
Istedigini örtersin bir gölgeyle
3. boyutun KapıSıni gölgeden yapmıştır muhtemelen
Uzunlugu ,
Genisligi
ve derinliği olan bir kapi
Oradan bir geçsem kurtulacağım sanki
Derinlik favorimdi oldum olasi
Belkide bu yüzden boğulacak gibi oluyorum sık sik
O yüzden bu gece 3 boyutlu karaladım her şeyin altini
Uzunluğu
Genisligi
Ve derinliği olan karalamalar
Karaladikca anlamaya basladim
Anladıkça sustum
Sustukça daha bir anlamaya başladım
Aman tanrim
Bu gece kendime doğru bir çıkış kapısı gibi intihar
Tek çıkışlı bir kapi
Uzunlugu
Genisligi
Ve derinliği olmayan bir kapi
Var olmanın yok oldugu yerde
Yok olmanın var olduğu
Öyle gizemli bir kapi
Yok olmak zor olmalı
Düşünsene kayıp kıtam
yoksun ama oluyorsun
'Sırf düşüne bildiği için var olduğunu iddia eden bir
Filozof aydınlanması gibi eksik okuyorsun' dedi
Icimdeki çocuğun içinde ki adam.
Yani şimdi sandalye düşünemiyorsa yok mudur?
Sustu sonra
Sustukça anladı.
Sonra
' Hiç bir slogan uçurtma bayramlarına destek vermiyorsa çocuk olmakta yok artık' dedi adam.
Yaşı yalanlarını bağışlatacak kadar genç,
oturduğu yerden güç bela kalkacak kadar ihtiyardı. Bilmiyordu hangi şark daha yalnız,
bilmiyordu hangi hicret daha sakıncasız.
Mevsim gitmeyi öneriyordu.
Baktığı her ufkun öte yanına hasret bir ömür vardı elinde
ve çaldığı her kapıyı muhakkak bir el açardı.
Senatoryumlara kapanası bir kalıştı bu sanki.
Hayatta kalmak için değerli bir organını bağışlamak zorunda olan zedenin kulağına çarpan 11 pontluk topuk sesi
aslında doktorunun değil de duvarda asılı olan zaman makinesine aitti.
Neşter, tene tavsiyelerde bulunacaktı kalemini kırmadan önce
- ' bu son olsun...'
Doktor tavsiyede bulunacaktı-
' günde 24 öğün,
aç kalple,
Ve sanal yoldan alacaksın bu uyarıcıyı.'
Kesilen organ küçük bir tavsiye mektubu yazacaktı;
- Sevgili bedenim; sen bu satırları okurken ben çoktan eksik yanlarından biri olmuş olacağım.
Birde iyi tarafından bakmalısın bu gerçeğe zira elinde olanların sen fark etmesen de
ne kadar değerli olduğunu öğrendin bu gün.
Umarım sinirlerini bozmuyordur Polyanna...
Elveda.
Gölgeler uzadığında anlardı vaktin telafi etmek için çok geç,
uyumak içinse erken olduğunu.
İkindiyi nerde görse tanırdı.
Işık mutlaka bu vakitlerde kırılırdı kalbinde.
İçindeki bütün flu’lar bir adım öne çıkar,
yazık olurdu tüm pastellere.
Belki de bu yüzden hiç renk vermezdi,
ölümü merakları yüzünden tadacak olanlara.
Gölgeler hareketsiz kaldığında anlardı
kendisinden başka kimsenin tek bir adım bile atmadığını.
Kıpırtıyı nerde görse tanırdı.
Rüzgar muhakkak bu vakitlerde ruuzigar olur
dağıtırdı bütün adresleri yanlış mektuplara.
Beklide bu yüzden hiç bir postacı çalmadı kapısını.
Göz güzü görmediğinde anlardı gölge kalmadığını.
Saman yolunu nerde görse tanırdı adam.
Çünkü sadece yıldızlar anlardı,
parıl - parıl parıldarken ve tüm gözler üzerindeyken kaymanın ne demek olduğunu
ışık hızında bir yok olmaya
çünkü sadece kaymış bir yıldız bilirdi
her hangi bir gölgeyi bile kıskanmayı yok olanların arasında
ve ancak bir aptalın gölgesi inanırdı bir
yıldıza ait olduğuna.
“Hiç bir vücut ısısı değiştirmiyorsa mevsim normallerini sevmekte yok artık hic kimseyi ” dedi adam.
Zaten bunun için hassas bir kalpten çok daha fazlasına ihtiyacı olduğunu görecek kadar bilge,
tansiyonu 16’ya yükselmeden
bir kalbi olduğunun farkına varamayacak kadar kurutulmuştu kitap aralarında.
Mevsim sevmeyi öneriyordu.
Ziyadesiyle çekilmiş hasretliklerin söylediğine bakılırsa
ışıkları erkenden söndürmeliydi akşam olduğunda.
Uyku iltica etmek için en ideal ülke olsa da
bir yerlerde mutlaka yakalanıp yaka paça sınır dışı ediliyordu gece yarılarına.
Uyanıyordu adam,
beyninde tefrikalar…
'Acının dili yoktur.’ dedi adam.
Ne kadar içtense, o kadar anlaşılır olur.
CD’yi değiştirmedi hiç.
Yüzünü gözünü çizene kadar dönsün istiyordu bu şarkı:
Naci En Alamo…
Şarkıların içinde hayat olduğuna inanıyordu;
kim daha iyi yaşarsa,
o daha iyi yaşatıyordu.
Tıpkı bu soprano gibi.
‘Sayfalar dolusu kalabalık cümlelerle anlatmak kolay iş! ’ diye düşündü yanmış bahisleri.
Zor olan, her şeyi iki harfle özetlemekti: ‘
A’ ve ‘ h’.
Bir ‘ah!’ dan daha uzun ne olabilirdi?
Zor olan bir ‘ah’ ı tercüme etmekti.
Geceyi üzerine bir sabahlık gibi giyindi adam.
Kâtibi sirkatten olunca insanın
ne an kalıyordu çalınmadık
ne yarın
ve nede yar’ in akla zarar silueti.
Sabahı üzerine bir gecelik gibi giyerdi adam.
Firkati bir telaş gibi olunca insanın,
sırra kadem basıyordu dikkati. '
Akıl sahibi olmaktan daha zor ne olabilir?
Tabi ki 'ah! ' ların muhasebesini yapmaktır akıldaki.
Küçük bir çocukken yani günler karnaval gibi geçerken
, bir dilim kek bir çuval altından ağırken,
içi dışarıdan görülebilirken insanın,
dışarıda uçurtmalar,
dışarıda harikalar,
dışarıda zaman yokken,
akşam güneş battığında değil
anne eve çağırdığında başlarken,
bayılırken silgi kokusuna,
ay'ın adı aydede iken
, yar yokken henüz yaralar varken,
yas yokken henüz
yastık kokusu lavanta
, zor bilmez,
son bilmez,
tokat felekten değil babadan gelirken,
bütün masalların kahramanları,
bütün kahramanların kahırları
ve tüm zamanların en akıl almazları alırken aklını; '
zarar yok' dedi adam
“Herkes kadar iyiyim, herkes kadar kötü! ”
Arkasına baktı ve 'Kalan yok! ' dedi adam.
'Herkesten daha fazla buradayım! '!
'Kimsenin olmadığı yerde olmanın en kötü tarafı
zamanın geçmemesidir,
zamanın geçmemesinin en iyi tarafı
insanın kendisini sonsuz hissetmesidir,
insanın kendisini sonsuz hissetmesinin en kötü tarafı INSANIN kendisini beğenmesidir,
insanın kendisini beğenmesinin en kötü tarafı;
insanın kendisini beğenmesidir' dedi adam.
Sorulan tüm sorular, verilen tüm yanıtlar,
ardışık birer sayı gibiydi ama sanki “bir” den başka bir şey yoktu karşısında,
bir saat vardı ortalık yerde bir de dakika
, bir gün vardı uyandığını sandığı
bir de gece uyumaya çalıştığında.
'bazı yaralar; yardandır
bazıları sıradan'' dedi adam
potansiyel olarak bir aşka hazırdı. '
ah! birde ziyan olmak olmasaydı ipin ucunda,
ipin ucunu kaçırmak olmasaydı mesela
yada durup dururken boyun olmak bir ipin ucunda.
kaçırmak mesela bildiği her şeyi zihinsel olarak,
zihne ihtiyaç duymamak mesela.
bir kulak duyacak kadar,
bir burun her bünyede koklamaya yarar,
bir boğaz haramla helali ayıracak,
görmek mesela güzeli çirkinle karıştırmayacak kadar,
tatmak mesela tadını kaçırmadan
.. ve hissedecek bir kalp lazım' dedi adam;
çarptığında 'bu yar, şu yaramaz' diyecek kadar.
Sarı kart gösterdi sonbahar.
Hakikat yağmurdan başkası değilken artık,
hangi cadde kalır ıslanmadık.
Yürüdü; yanında sularla birlikte akan gölgesi
ve elinde hiç açmadığı şemsiyesi.
Yürüdü, ayaklarının altında dumansız bir ateş gibi yatan neonlar
ve bilincinin altında yürürlükteydi yüzünü kızartanlar.
Yürüdü kulaklarında hükümlü bir sağnak gibi;
tak
taak
taaak adımlar.
Yürüdü,
nereye kadar bu aşağıya doğru tırmanışlar?
Bir soytarı vardı aklında;
dehşet manzaralı
buz gibi soğuk,
donma tehlikesi geçirilen bir gecede
kralıyla beraber ormanın en çıkmaz yerinde kaybolan
ve onu durmadan sorgulayan bir soytarı:
-Söyle bakalım kralım senin üzerindeki elmasların, altınların, bulunmaz ipekten kumaşların mı daha değerli şimdi,
yoksa benim koyun kürkünden kaftanım mı! ?
Soytarılar vardı aklında
ve mutlu görünmelerini sağlayan maskeleri.
Unutmadı hiç yüzlerinde gülümseyen bir çocuk taşımaya çalışanları.
Gözünden çıkarttı elbette
ama aklından hiç çıkartmadı palyaçoların gözyaşlarını
. Gülümsemeyi bu yüzden hiç ihmal etmedi
birde soytarılık etmeyi,
özellikle protokollere.
Kendi penceresine mavi misketler atıp
uyandırmaya çalışırdı kendini;
- ömrüm beniiim pabucu yarııııım çık dışarıya kaybedelim!
Gülümsemeyi ihmal etmedi hiç
bir iç savaş yaşarken ömrü.
Belkide kırılması gereken kalbi değil pencereleriydi.
Ömrü gayr-ı resmi bir geçit töreniydi.
Eğlendirdi binlercesini, uğurladı binlercesini
ama hiç bir otoğarda iki kişi değildi.
Gülümsemeyi ihmal etmedi adam
birde uyandırmaya çalışmayı kendini.
Durdu sonra,
neonlar durdu,
gölegesi durdu
ama hakikat durmadı.
Tüm itirazlarına rağmen sarı kartını göstermişti sonbahar.
Durdu,
arkasına döndü ve gülümsemeyi ihmal etmedi adam,
önce mevsime
sonra sarıya güldü.
Durdu,
arkasında geçmiş,
önünde gelecek.
İçimden içimdeki çocuğun içinde ki azınlık geçti
Oysa
Yeterince istenen şeyler bizdendir
Ama biz
güç yetmezse
göç etmez diye korktuk hayat
Söz, etmezse
Doz, yetmezse
Sus, süslenir
pus diptedir diye korktuk
Hiç bir yerden kalkan trenler bekledik
hiç durmadan duraklarda
içimizde kaldı hep
Bizde içimizde kaldık
Gitmek için birbirimize
Mamafih içimiz dardı
Mamafih ikimiz de kaldık
yalnız kendine açılan bir kapı gibi kilitliydik birbirimize
Anahtarları dışarda unuttuk
Kendimizi içerde
Çok uzakta
Upuzakta
Taa uzakta
bir yer var içimizde
İçimizin dahi gidemediği
Orada hiç kimse var
Orada yalnızca yalnızlık
Eğer iki kişilikse yalnızlık
İki kişi, izdihamdır
eğer bir kişilik’se yalnızlık
Kişilik, izdihamdır
İçerden bakıldığında
Kendinden geçmeden
kendine gelemezsin
Dışardan bakıldığında
dışardan bakmadan göremezsin
Zaten en az bir kişi gerekli
yalnızlıktan bahsedebilmek için
en az bir benlik
Manafih sende sen vardı
Bende senlik
Gelecek zamandan umutsuzdum
Geçmiş zamanda unutsuz
şimdiki zamandaysa olamadım hiç
Olmuş gibi Olduğum
olmuş olsa da
olamayacak olduğumu
anlamış olmam kapattı ağzımı
sen sus’tun
Sessizlik sustalı
Madem öyle
ben de sustum
Ağzımı felsefeye dayar gibi
Baktım susuyorum öyleyse varım
Karmaşıktı biraz ama anlayınca
İçimde bir çıt çıktı
hem de hiç konuşmadan
Adın bende saplı sevgilim
Adın çıkmıyor ağzımdan
Bir yer var İçimizde
bir neon gibi ışıl ışıl göz alan
bir nöron kadar hızlı yol alan
Ve bir Neron kadar güvenilir , yoldaş ve candan.
İçimizde sanıyoruz ama o tam arkamızda duruyor
hep hazır sırtımızdan vurmaya
İsli ,Sisli
Pis, puslu bir yer
Parıltılar içinde bir hurdacı
Altın varaklı bir çöplük gibi olmuş
dokunmaya kıyamadığımızdan
Tutup ucundan bir şeyleri
Toplar gibi görünmüş bizi
Giren çıkan
Döken saçan
Çıkarken bir de not bırakmışlar
Halının altına iteledikleri enkazın yanına
“ tataaam .. sürpriiiizzzz;)
Hadi ama gülümse ;)
bir de iyi tarafından bakmalısın bu gerçeğe zira
kirlenmeden arınamazsın”
bir yer var içimizde sevgilim
büyük bir titizlikle kirletilmiş
Aklıma gelmiyorsun hiç
Aklıma nüksediyorsun
Kontrol edilemeyen bir siyatik ağrısı gibi acıyor aklım Moralim ağrıyor
Hani Birbirlerine sonsuza kadar bakarlar ya
karşı karşıya duran aynalar
İşte öyle İç içe
İç içe
ve git gide
Sonsuza kadar
Bir yere varamazlar
İşte burada en çok
git gide bir yere varamamak
moralimi ağrıtıyor
ben ki zamanların içinde küçücük bir matruşka
Ve giderek
Ve biraz daha
Ve ne kadar büyürse
elleri o kadar iki yanda
Bütün bu olanları aşktan sanma
Bütün bunlar beklemekten
Ne çıkar elden
Odada hüzündiz çiçeği
Kaldıramaz başını yerden
derler ki teleften bir gece bu biraz asuman
Ezelden yeknesak
firkatten beklemek
Beklemekten
Beklemekten
Beklemekten
ne kalır elde
avuçta hüzündiz çiçeği
kalıramaz başını yerden
hazır bu kadar kala biliyorken keşke bir ağaç olsaydım
Toprakla gökyüzü arasında Ayrı ayrı isimler koyardım her bir yaprağıma
Ne kadar uzakta olsa
Bir kez anıldığında
kulak çınlatan
Özel isimler koyardım onlara Telaffuzu zor
anlamları köklerim kadar derin
bilirdim inanıp gitseler de sonbahara
bir gün mutlaka geri gelir hepsi
içim gövdemi aşındıran fırtına kadar serin
hatta ev sahibi olurdum kuşlara
Gerçi bütün kuşlar vefasızmış öyle söyledi az önce radyoda assolist
bunu duyduğumda yere düşüp parçalanan kahve dolu seramik kupam gibi
üçe ayrıldı geçmiş zaman
di’li geçmiş zaman
miş’li geçmiş zaman
hart diye geçmiş zaman
Bir şakayla başlayan
ve içindeki tüm romantizmi
yağmurla ifade etmekten hoşlanan nisan;
sana ait olmalı bu akşam
Bu akşam ki Farid Farjad çalmaya çalışan kabiliyetsiz bir keman oğrencisi
Bu akşam ki beni boğmaya çalışan bir örğutün elebaşısı,
zararlı bir cemiyet yani
Karanlığın içinde kaybolan siyah bir giysi gibi
tedirgin otoban kenarında yürümekten
Çift şeritli bir yolda
tek kişilik bir terk-i dünya.
Aydınlık, bir film şeridi artık
Bu aksam ki katli vacip bir bünyeye yerleştirilmiş fünye
Mutluluk, tahrik gücü yüksek bir zavallı artık.
Yıl, nisanım dediginde;
ilk önce şemsiyeler kapatılmalı
ve yağmur, herkese eşit dağıtılmalı
Yağmur, herkese yakışmalı
İçinde yıldız olmayan bir gece gibi
güzelliğini ifade etmekten yoksun bir hüzün takıp yüzüne
ve böylece arkasına bakmadan yürüyen birine,
ayak seslerinden rahatsız olduğum
ve yeter! içimi adımlama artık
diye seslenmek istedigim bir sevgiliye
haklarında hiç birşey bilmediğim
hakkımda ki fikir sahiplerine eşit dagıtılmalı.
Şaşılacak bir şey yok,
birbirine zıt iki bulutun kucaklaşması değil mi yağmur dediğin?
Her şeyin zıttıyla var olması ne garip değil mi?
Renk skalasında kırmızıdan başlayıp turuncuya gitsek Kırmızının nerede bitip turuncunun nerede başladığını asla bilemeyiz ya hani
öyle
iç içe,İç içe
karşılıklı duran aynalar gibi
Şaşılacak bir şey yok
Karanlıkla aydınlığın çocuğu değil midir renk dediğin
biz bir ağacın yaprakları gibiyiz seninle
ayrı dallarda olsak da
özümüz derinlerde
Köklerimiz bir
Rahatlarım böyle düşününce Sonra bir ümitsizlik boğar ruhumu
Dört duvar dinler
ben konuşurum
Sıkılmam bundan
Delirmiş gibi de hissetmem
beşinci bir duvar olsa ona da konuşurum
Dün yine seni andık
Eski lafları başa sardık gecenin zalim şefkatiyle
Belki de geçer dedik
ikimiz gibi İçimiz de
Hüznümün mağrur dikkatiyle
Seni hep yıldızlardan düşürür yeryüzüne belki
Beni hep topraklardan koparır yağmurlara belki
Bize hep böyle dönerken koca dünya ve içindekileri
Ayrı yerlere düşeriz
Ben burada bu gece
Dönüp aynı yöne
adımlayıp duracağım şeb-i yeldayı
ben burada bu gece
dönüp aynı yöne
Kendimi bırakacağım
bir hiç alacağım yerine
nafile
izler var içimde
hepsi ayrı yöne
Nerede bulmuş olacağım terk-i dünyayı
Ben burada bu gece
dönüp aynı yöne
bir küfür olacağım
Affedersin!
Bir kokarcanın kokusunu salıvermesi gibi etrafa
Kimseyi ayırmadan
Kayırmadan kimseyi
herkese eşit dağıtılacak bir küfür olacağım ben burada bu gece
Rahatlarım belki dümdüz gidersem
ben söverim dört duvar dinler Utanıp sıkılmam bundan Ahlaksız gibi de hissetmem Beşinci bir duvar olsa ona da söverim
Kadeh eldedir gece sendedir bundan sonra
Kapkaralarla boş duvarlara yazarım bundan sonra;
Ağır yaralı
çok ağır yaralı kalbim
ne sana
nede kendine gelir
hayret!
Hatta yazmam bunu
Sarhoş bir naklaş gibi kazırım
Dolu bir duvar olsa onada kazırım
Aşk sende tahakküm kurmuş
Şiir yazar,oyun bozar
Aşk bende tahakküm kurmuş
Bir ev yapar, bir şehir yıkar
Aşk, ateşin oksijene olan tutkusudur.
Aşk, oksijenin yanma korkusudur.
Belki de bu yüzden soluk almak muhteşem,
son nefesi veriyor olmak zor
ve ölüm,
en büyük elveda olmuştur.
mendil melankolikse kurumasını beklemek aptallıktır adı bende saplımGözyaşı akar yatağını bulur.Mevzuubahis değildir her gecenin şeb-i yelda olması; zira hiçbir geçmiş yeterince geçmemiştir
Oysa ins kökünden gelir insan kelimesi
İns unutmak
İnsansa unutan demektir
Lakin öyle hemen
olmuyor sevgilim
sen şimdi
bir tohumda seyret kendini
bakarsın 10 yıl sonra bir ağaç olursun
taşlamaya başlar
çocuklar seni.
bir meyve uğrunu
yorma beni.
Sevgilim ben Adem değilim.
Aldırmam insanlara
onlar aşkın da kalbin de içini boşaltmışlar
Şu ağaç gövdelerine kazıdıkları bir ucunda bir sevgilinin
Ötekinde diğerinin isminin kazılı olduğu kalp şekilleri varya
Ucu sivri tepesinde iki kabarık uydurma işte onlar
Anatomiye aykırı
Öyle değil ki kalp
Sanki Eli değmesi gerek bir tabib el gulub’ un.
Kalp sadece çarpan bir şey de değil
yamuk bir şey,
ıslak bir şey,
kırmızı bir şey,
bir pompa hayata bağlayan
…hayat pakize bir şey.
Her şeyi üç tane görüyorum,
bu ne biçim bir yumruktur
yolda dimdik yürüyorum.
Belki birileri anlar dedim
Belki birileri duyupta ağlar
Yine kendime göçeyim ama
Dikenli, tozlu,taşlı yollar
Yine kendime inkar eder
yine kendimi ikna ederim
beni bir tek ölüm anlar
Oda ancak ölünce anlar
Öyle ağırlaştırdı ki bu beni her türlü hareketten
Önce aynada ki aksim düzeltir saçlarını sonra ben
Artık Kırarak söndürüyorum lambaları
şişeleri kırarak açıyorum
Yirmi altıdan tavşan çizebiliyorum bir tek
birde göz kapaklarında soru işareti
Tuhaf gelmiyor artık
tek kelimeli cevaplar
evetler, hayırlar
Herkes kendi kalbinin önündekini özlese
dünya tertemiz olurdu.
Çiçek tutan insan değil
çiçeği kopartılan toprak olmak istiyorum
Ne zaman elinde çiçekle yürüyen bir insan görsem aklıma çelenkler gelir
Çelenkleri bilirsin
çiçekten ve Odundan ibarettir
Oysa insanları ayırmazdım ben eskiden bilirsin
Sen yokken uğradığım Onca ihanetten sonra oldu bunlar
Kimileri kalbinden vurulur kimileri sırtından
kimileri önce kalbinden vurulur sonra sırtından
Sırtından vurulduğunda yüzün katiline dönükse
Cinayeti sarılarak işlemiş demektir
Yoksa ayırmazdım insanları
bilirsin
kurulmuş bir saat kadar sadıkken randevusuna yazı
Sindirilmeye çalışılan bir matem kadar kuralsız olur intikam
Böyleyken içimden dışarı çıkmaya çalışan her figan
Bir küstahın siluetidir
İkiye ayrılır tepki
tokat
ve şefkat
Ve insanlar ikiye ayrılır
1- insanları ikiye ayıranlar
2- İnsanları ikiye ayırmayanlar
ıslanmak zorunda olan her kornea bilir ki;
Hiç bir damla göz yaşı olmak istemez
İfadesi bozuk her kümülüs bilir ki;
Hiç bir bulut yeryüzüne yakın olmak istemez
Ve insanlar ikiye ayrılır
1- ayağı çukurda olanlar
2- ayağı çukurda olanlar
Evrenin toplam entropisi arttıkça artsada
ben böyleyim
Hani bardak yere düşüp kırılabilir de
Yerdeki camlar bir araya gelip bir bardak olamazlar ya
öyle işte Bazen yapacak bir şey olmaz
Makro durumumu oluşturan mikro durumların söylediğine bakılırsa
Benden bir bardak olmaz
Karma karışık gaz ve toz bulutları gibi dağılarak düzensiz hale geçtim beklerken
soğudum her şeyden lakin soğudukça yandım
İhlal ettim Termodinamiğin 2. Yasasını
İzole yaşadım
adresim aynı
kütlem aynı
Yalan oldu ısının dinamiği
Oysa evrende izole olabilecek tek sistem
Evrenin kendisi
Şimdi ben yok denecek kadar çokum.
Firardayken insan ve buz kesiyorken hava,
soğuk en çok parmak uçlarıma yakışmaz.
şimdi vakit seyir defterimde yorgundur,
şimdi feryat en çok sesimin tonunda vurgundur
ve şimdi hayat;
cevabını bildiğim en zor sorudur.
Kuleler yaptırdım içime
11 eylül gibi vurulmak isterim.
Kalbini çarpanlarına ayıra bilen varsa gelsin.
Yoksa zerafet, bu başta döndürme kuvveti değildir.
Cüceler yaptırdım içime,
görmek isteyen varsa eğilsin
Dün seni gördüm düşümde dünya kendi ekseni etrafında sallanıyorken
Ayakta kalmaya çalışan her ahmak gibi uyandığımı zannettim uyurken
Sen uzanmış yatıyordun asular içinde
ben eksenin etrafında dönüyordum
Kabiliyetsiz cümleler arkalarında derin oyuklar açarlar
Yalan yok seviyordum
Sonra boğaz köprüsünden atlayarak intihar etmek isteyen bir martı oldum
Marmara uyuyordu
Kanatlarımda türbülans etrafında savruluyordum
Kalpleri kırık kanatlılar
Kendilerinden önce açılmış oyuklara düşerler
Yalan yok
sana ölüyordum
Kalın kitaplar ve hükümleri de ölüyordu
Uzanıp Izdıraba çok dikkatli baktım
Sana benziyordu
Sonra sen usulca kalkıp
geçip gittin asuların arasından
Bir yunus karaya vurdu gözlerimde
Birden bire lodos
Birden bire imdat
Birden bire siren sesleri…
Geçip gittin
Adımlarınla eksildi hayat
Ben, aksi yönde
kendine doğru yürüyüp
sana doğru ilerleyen karamizah
Ben, bir jilet tarafından çizilen karikatür
Ben, büyürken hiçbir şeyi özlemeyeyim istedim
Özledikçe büyüdüm
Büyüdükçe geri ittim sakallarımı ellerimle
Sırf bu yüzden uzadı ellerim
Şimdi buradan
bu her şeye hakim noktadan başlar tadilatım
İskeleler kurulur yıkılan yerlerime
Buna en çok tarih güler
sen geçersin
saat dört yönünde bakarım aşağıya uzuun uzun
anlarım zaman hızla geçer
Sonra tuhaftır yanında tüm Galya köyüyle Asterix geldi yanıma
Herkes oradaydı
Asterix, Oburix,Palamutix, Toptorix,İdefix, Kalfonix kim varsa
Herkes sessiz ve üzgündü
Kimseden çıt çıkmıyor
Kimsenin konuşmaya mecali yok
Herkes bana bakıyordu
Şaşkınlığımı atlattığımda az önce ki gidişine odaklandım tekrar
Önce ağladım
sonra içimden bir çıt çıktı
Dedim ki onlara;
Galya
Tuhaflığımla yürüdüğüm bu yollar benden geçer
Bir kılıç kınını ne kadar keserse çıkarken içinden
O kadar içimden geçer vazgeçtiğim ne varsa
Tutunduğum ne varsa kum saatidir
Kum saatlerini bilirsin dökülmeye heveslidir
Pusalalar bazen kaybolmak istediğimiz yönü gösterir Galya
Uzaklaşırım
Arkama bakmadan koşarak uzaklaşırım
Yok yazar beni öğretmenler yok yazar beni sonbahar
Asi yazar
haylaz yazar
tuhaf yazar
Tabiatım bile vazgeçer benden
Ve hatta olduğum yer
Bir şehir benden geçer
ben bir şehirden geçerim
Galya
Galiba ben bir beterim
Obelixe sor istersen
taşıdığım en büyük kaya kendi ciğerim
Galya
bana 1 ruble değerinde huzur ver
bende senin yerine Romalılardan nefret edeyim
Kan ter içinde kalmış
Bağırıp, ağlarken buldum uyandığımda kendimi
Ben ne zaman ağlasam bir şeyleri taşırıyorum
Sanırım içimde alt yapı eksikliği var
Gözyaşı diyince akan sular vurulur bende
Artık hiçbir insanoğlu şaşırtmaz beni
Tarifim biraz çamura ruhtur
Ruhsuzluğum şaşırtmaz beni kaldı ki suret bir aynanın aksi değil
Kaldı ki ayna bir surete muhtaç
Kalmadı ki zaman
artık sağ göz
Sol gözden kıskanç
İnsan büyüdüğünü hiç bir şeye şaşırmamaya başladığında anlıyor
Bu da demektir ki ben eşek kadar oldum
Okuduğu hiç bir şeyin hiç bir işine yaramadığı
Kitap yüklü bir eşek
Eşek yüküyle içiyorum her gün
Eşeklik ettiğim oluyor sık sık
Seni de eşek gibi seviyorum
Eşek kadar olduğum doğrudur ama hala rüyamda Asterixi görüyor olduğum daha doğrudur
belki de rüyayı gören içimdeki çocukturda
Ben içimdeki çocuğun içindeki adamımdır
Biz karşılıklı bakan aynalar gibiyiz
Acaba bunca yükün altında ezilen eşek kim
Acaba gerçekten varolan hangimiz
Çıkıp biraz yürüdüm sonra
Herkes sana benziyor bu şehirde sanki
düşsem bile kendimden sana çakılırım
Herkes senin sesini kullanıyor sanki
Kaçsam da bakmadan ardıma yine de sana rastlarım
Yaşıyorum da nasıl anlatsam
Neyse boşver kalsın
Bazen yaparken düşünmem neden yapıyorum diye
Tabii yatınca kapanmaz gözlerim
Beni tercih etti Beklemek
tabiatımca teyakkuzda gözlerim
Geçip giden arabalar gibi
Geçerim sınıfı da
Sınıfımı özlerim
İspiyon değil
Bir şikayet bu
Bendeki cam da
sendeki buğu mu?
söyledim tanrıya bir bir durumu
Sendeki kalp de
bendeki kuyu mu?
Beklemeyi yeterince deneyimledim
Zaten bekledikçe daha da büyüyor mücadele
Kimse geri gelmediğine göre
Gitmekte bir tılsım var
Bunca ölünün bir bildiği olmalı
Belki de ben de gitmeliyim
Kaçmak değil bu
sadece gitmek
Mümkün olduğunca uzak bir yere
Öyle bir yere gitmeliyim ki söylemesi bile uzak hissettirsin
O yüzden uzak doğuyu seçtim Söylerken bile uzak Tayland’tayım sıcaklık 85 fahrenheit
Ve ben içimdemki mutsuzluğu hiç bu kadar uzağa götürmemiştim
Burada insanlar ne İngilizce biliyor ne de Türkçe
Lisan halimizden ibaret
Onlar Thaice konuşuyor
ben Türkçe susuyorum
Ve biliyor musun hiç kimse sana benzemiyor burada
işte o an birden aydınlandım
Anladım ki
benim senden değil kendimden kurtulmam lazım yoksa sen ikimiz de aynı iklimde üşürken de uzaktın benden
Doğuda da olsam
Upuzak doğuda
kilometrenin uzaklık ölçtüğü kocaman bir hurafedir
çünkü burada da batarken acıtıyor gün
kayıp kıtam
Öbür yarım
Artık gerçek bir okyanus var aramızda
Hem de bir saniye bile ara vermezken ayrılık
Bu bir ortadan ikiye ayrılık
Sınırların sinirleri bozduğu noktadayım
İç acılarımın toplamı üçyüz atmış derece
Bir hipotenüsüm bile yok
Ben yalnız bir kenarortay’ım
cüneyt ergün
Kayıt Tarihi : 10.6.2023 20:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!