“(Zamanımızdaki sınıfsal dağılımlar ve gelir bozukluğu dağılımları yüzünden) , ailenin küçük veya yetişme safhasındaki kız (erkek)  çocukları, bazen yıllarca süren iğrençlikle ezilerek, sağlıksız ve ruhu bozulmuş birer fert haline gelmektedirler" demenin yargısı günümüz, düzey anlam ve anlatımı içinde doğrudur. Ama “ buluntuları olsa, tarihin kayıtları olup da, kitaplara geçmese bile" o dönem içindeki bu uygulamalarını; zaman zaman sapıklıktı dediniz mi, iş zıvanadan çıkar.
Kendi güncel zamane algılama ve algılatmanızı, geçmiş günlerdeki tarihsel sürecin sanki de bir anlama ve anlatımıymış gibi algılarınızı geriye doğru genellerseniz; sapla saman tümden karıştırırsınız. Söz gelimi çağımızdaki erken yaş evliliklerinden mağdurun (!)  bugün bu evliliklerde tiksinçlik, duyduğu doğrudur. Tiksinçlik, iğrençlik; sosyal yapının size algılattığı ve dayattığı ekseni bir sübjektivitedirler.
Küçük yaştakilerle evlilik süreci içinde aitti olmayı alınca yapı yeni yansıması olan cinsellik çırılçıplak durumuna göre içi doldurulacaktı. Bu da bilimin, ahlakın ve sosyo toplumsa yapının gelişmesiyle orantılı bilmeleri kural ve yaşantılım edişlere yeniden doldurulacaktı. Söz gelimi ruh yapısı işin içine girecekti, kuşak düzenlemesi işin içine girecekti, buluğ çağı işin içine girecekti, eğitim durumu, işgücü durumu vs. işin içine girecekti.
Örneğin; sümüklü böcekten tiksinmek, domuz etini yemekten iğrenmek, kadını seks objesi görmek buluğ erginliği gibi; zemin meşruiyet ligi gibi tutumlar, bugünün anlayış ve tavırlarıdır. Oysa geçmişin içinde evlilikler döneminde ve evlilik öncesi dönem içinde küçük yaş evliliklerin içinde ne kadın cinste, ne erkek cinsten mağdurları vardı.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta